PERTAVSIZ

FASSArt Galeri, Sabancı Üniversitesi’nde Deniz Akural, Elifsu Dağdeviren ve Başak Ertekin'in karma sergisi “Pertavsız” a ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyar.İlke Alkan'ın küratörlüğündeki bu sergi, ayni galeride kendi alanlarını bulmak yerine birbirini tamamlayan bir grup sergisinin örneğidir.

Kısaca, çalışmalarından bahsedersek, sanatçıların hedefleri ayni, ancak sanatlarında izledikleri rotalarının farklı olduğunu söyleyebiliriz. Serginin başlığı “Pertavsız” eski Türkçe büyüteç anlamına gelen Arapça kökenli bir kelimedir. Serginin İsminin nedeni sergilerinin kavra şemasıdır. Serginin ana fikri tıpkı bir büyüteç gibi, küçük, görünmeyen şeyleri büyütülmüş ve görünür kılmak ve farklı bakis acilari oldugunu vurgulamaktır. Ayrıca “pertavsız” gibi nadir bir sözcüğün seçimi bilerek görünmeyenleri belirgin kılmaya bir örnek olarak belirlenmiştir.

Üç sanatçının eserleri hakkında daha ayrıntılı konuşmaya, Deniz Beren Akural’ın sergideki ve sergi dışındaki eserleriyle başlayabiliriz. Akural’ın çalışması “Kaçış” ve “Yorgunum”, kaotik gündelik hayatımızın ortasında yalnız hissettiğiniz anlar gibi, bir gösterge değil bir jest olmak amacıyla yapılır. Akural’ın ifadesiyle; “Bireyselliklerimiz başkalarıyla dolu bir alanda var ve bu durum etrafında yüzen farklı elementler ve enerjiler olduğunda her şeyi daha ağırlaştırarak kritik hale getirir. Bazen bu durum daha az olma ihtiyacının ortaya çıktığı anlar yaratır. Bu anlarda başkalarının farkındalığından ya da bir anı yaratmak için daha hafif hissedeceğiniz bir yer buluyoruz. ” Ona göre işi yoldan geçenlere sunduğu bir jest. Kendinizden bir hediye yaratacak öz farkındalığa sahip olmak için bir an gerçekleştiren ortak bir alandır. Diğer çalışmasi ise, kampüs içinde dolaşarak yükseklikleri kaydetmek için tahtadan bir cetvel olan “Aile 1”. Akural bu işi ile ailenin sevgiye benzer bir duygu olduğunu ama tamamen aynı olmadığını vurgulamak istiyor. Sevgi içgüdüsel olarak ve doğal olarak yaratılmış bir duygu gibi farklı sosyal gruplarda da var olabilir. Onun işinin amacı, birlikte yaşayan insanları birleştirmek ve küçük öğelerin aile olma anını yaratabileceğini hatırlatmak.

Elifsu Dağdeviren’in “Doğum Odası” kurulumu doğum kavramını tekrar ziyaret etmeyi ve farklı bir algıyı algılamayı amaçlıyor. “Bebekleri dünyaya getirme işi iyi başlamış, fakat sonradan metotlar ve bu işle uğraşanlar dejenere olmuştu. Maharetliler maharetsizleşmiş ve anatomi konusundaki sınırlı bilgi, pislik ve batıl itikatlarla birleşerek cehalete dönüşmüştür.” Anthony Smith “İnsan Yapısı ve Yaşamı” adlı kitabında “Ebelik Tarihi” adlı bölümünün girizgahını bu sözlerle oluşturur. Doğum olgusunun tıbbın bünyesindeki varlığını ve yine doğumun modern tıbbın sunduğu “ büyülü olanakların” içerisindeki varlığını ve teknoloji ile birlikte gelişen yeni makinelerin insan üzerinde her geçen gün artarak kaygı bozukları oluşturduğunu görmezden gelemeyiz. Yeni doğan olarak görmek istenilen varlığın yüzlerce kontrol sonrasında belki de “düzgün” doğmayacağına ve bozuk giden hareketlerin bebeği yok edeceğine olan inanç ile her ay hastanelere yani meşru

kılınmış bakımhanelere gidiliyor ve doktorlara yani meşru kılınmış bakıcılara danışılıyor. Peki ebelik? Tıp kanunları, tıp tahsili süresinde öğrenilmesi gereken bir konu olarak ebeliği ne zaman içeriğine dahil etti? Ne zaman klinikler açıldı ve ritüeller ne zaman unutulmaya başladı? Anlatıcıyı değiştirdiğimiz zaman hikaye Dr. H.S. Glasscheib’in doğum hakkında belirttiği gibi “ Doğuran yanlarında taşıdıkları eski doğum sandalyesiyle evden eve eskiciler gibi dolaşan, bellerinde kirli kancalar asılı, pejmürde kocakarıların ellerindeydi”. Dağdeviren enstalasyonunu bu bilgiler ve sorular çerçevesinde geliştirmiştir.

Başak Ertekin’in çalışmalarından bahsedersek sanatçı; “İsimsiz” ve “Viral” işleri ile yeni bakış açılarıyla düşünmeye davet ediyor. Ertekin’e göre “Varlıklar ilk akla geldiğinde alışılmış haldeki formlarıyla cisimleşiyorlar. Belirli bir formu varmış gibi algılansa da aslında kullanıldıkları yere göre anlamlarıyla birlikte katılaşıyorlar. Klavyenin boyutu büyüyüp düzlem değiştirdiğinde formuyla beraber anlamı da değişiyor.Kullanılabilirken bakılır hale geliyor ve artık bambaşka hikayelere doğru kapı açıyor. “Viral” işindeki misina ise gizlenmeyi bırakıp çokluğuyla varlığını kanıtlama derdinde . Bu sefer görünüşünü, onu yokmuş gibi davrananları avlamak için kullanan bir virüs. Yani artık ne klavye ne de misina göründüğü ya da bilindiği gibi değil. Zaten ne öyle ki?”

“Pertavsız” sergimizde ziyaretçiler sadece farklı bir dünyaya vizyon sunan sanat eserlerine şahit olmayacak, aynı zamanda gelişmekte olan üç sanatçının ortak kaygılarını sanatla ele alış biçimlerine tanık olacaklar.