Yuda Yürüm anısına...

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi “Emeritus” Öğretim Üyemiz Yuda Yürüm anısına, 2013 yılında gazeteSU'da yayınlanan Yuda Yürüm röportajını yeniden yayınlıyoruz. 

-

Yuda Yürüm: “Sabancı Üniversitesi’ndeki günlerim hayatımın en üretken ve en güzel yılları. Öğrencilerim var, bir sürü yayın yapıyoruz, bir çok proje yönetiyorum, yani Sabancı Üniversitesi’nde olmaktan çok mutluyum. Öğrencilerime sahip çıkarım, çünkü kendi oğullarım, kızlarım gibi görürüm.Öğrencilerim benimle çalışmaya başladıktan sonra ömürleri boyunca adeta benimle bir kontrat imzalamış olurlar.”

Yuda Yürüm, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyelerimizden. Fakültenin en eski hocalarından biri. Yuda Bey’i kazandığı bir uluslararası başarısı ile ilgili hakkında basın bülteni yaptığımız ilk öğretim üyemiz diye hatırlıyorum. 2000 yılının başlarında İngiltere’deki The Royal Society of Chemistry’ye Fellow (kıdemli üye  diyebileceğimiz) unvanı ile Türkiye’den kabul edilen ilk kişinin Yuda Bey olması, eğitime kapılarını açalı henüz biryıl bile olmayan çiçeği burnundaki üniversitemizde heyecan yaratmıştı. Yuda Bey’in uluslararası başarıları bununla sınırlı değil. ABD’nin dünya çapında verdiği önemli bir araştırma bursu Fulbright Bursu’nu  Türkiye’den alan ilk biliminsanı olmasının yanı sıra bu bursa iki defa hak kazanan tek kişi. Yuda Bey ile biliminsanı nasıl olunur, öğrencileri ile ilişkileri, aile hayatına verdiği önem gibi konularda konuştuk. Söyleşinin ilk bölümü bugün devamını da haftaya okuyabilirsiniz. 

Türkiye'nin yetiştirdiği dünya çapında bilim insanı 
 Nesrin Balkan ile Çarşamba Sohbetleri'nin konuğu Yuda Yürüm

Nesrin Balkan ile Çarşamba Sohbetleri

Yuda Bey sohbetimize baştan başlasak? Nerede, ne zaman doğdunuz? Çocukluğunuz nasıl geçti?

1946’da Ankara’da doğdum. Çok eski bir Ankaralı ailenin çocuğuyum, bütün ailem Ankaralı. Doğduğum yer Samanpazarı, Ankara’daki Yahudi mahallesi. 50’lerin ilk yıllarında Yenişehir’e göçmüşüz, orada büyüdüm. Samanpazarı’nı hayal meyal hatırlıyorum  ama, esas çocukluğumun geçtiği, büyüdüğüm yer Ataç Sokağı.

Ataç Sokağı?

Evet Ataç Sokağı, çok ünlüdür Ankara’da, bir sürü de ünlü insan çıkmıştır o sokaktan. 2002 yılında Ataç Sokak çocukları olarak, yıllar sonra bir araya geldik. Olgun yaştaki Ataç Sokak çocukları olarak toplanmıştık. Yani kimler yoktu ki orada.

Kimler vardı?

Hemen aklıma gelen, Garanti Bankası Genel Müdürü Akın Öngör vardı. Mahalle arkadaşımdır kendisi, iki ev üstümüzde otururdu. Onun ağabeyleri vardı, Gürol, Birol. Ayrıca ünlü ortopedist Behçet Sepici vardı. O da şimdi emekli oldu. Benden biraz büyüktür. Hepimiz aynı mahallenin çocuklarıyız. Bir de evimizin karşısında Selçuk Güçeri otururdu. Şu anda Worcester Potythechnic Institute Mühendislik Fakültesi Dekanı. Ablası Profesör Ülkü Öktem (Wharton School of the Pennsylvania University) bizim Profesör İbrahim Tekin’in kayınvalidesidir. Hepimiz Ataç sokağında büyüdük. Evlerin tek katlı olduğu, insanların birbirini tanıdığı, yaz aylarında gün boyu dışarıda bahçelerde oynadığımız, akşamları sokağa çıktığımız bir mahalleydi. Eski Ankara’nın güzel günleri yani. Kızılay’a Bulvara çıktığınızda herkesin birbirini tanıdığı, birbirine selam verdiği, çok güzel bir ortamdaydık o zamanlar. Ankara’nın seçkin okullarından bir tanesi olan Atatürk Lisesi’nden iyi bir derece ile mezun oldum. Ondan sonra ODTÜ günlerim başladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin mensubu olmaktan gurur duyduğum Kimya Mühendisliği Bölümünden 1969 yılında mezun oldum. Bu arada ilk defa size söylüyorum;  Orta Doğu Kimya Mühendisliği Bölümünün başarılı eski mezunlarına verdiği ödülü bu yıl Mayıs ayında bana verecekler.

Bunu yazabilir miyim? Haber atlatmış oluyoruz sayenizde.

Tabii yazabilirsiniz. Henüz kimseye söylemedim ama, sonuç itibariyle Mayıs ayında Ankara’ya gidip o ödülü alacağım. Daha önce bu bölümden mezun olup başarılı olmuş biliminsanlarına, başarılı sanayicilere,  o bölümün en başarılı mezunlarına verdikleri ödülü bu sene bana verdiler. Bu da, tabii benim için çok büyük bir gurur vesilesi. Orta Doğu’da lisans ve yükseklisansımı yaptım. Doktoramı Hacettepe’den aldım. 1970’de başladığım dört yıllık doktora çalışmamda bir İngiliz hoca, Prof. Alec F. Gaines danışmanlık yaptı ki halen yazışıyoruz. Türkiye’deki ilk doktorantlarından birisi benim. Hocam şu anda İskoçya’da oturuyor, emekli. Kendisinden çok şey öğrendim. Orta Doğu’dan aldığım eğitimin üstüne doktoram sırasında bilimsel anlamda gerçekten çok büyük kazancım oldu. O yıllar Hacettepe’deki Kimya Fakültesi çok küçüktü. Asistanlar, hocalar dahil olmak üzere 18 kişi vardı. Doktora yeterlilik sınavını alır almaz, Bölüm Başkanımız hemen bir ders verdi bana. Yükseklisansımın üzerinden 2 sene geçmiş ve henüz doktoramı almamışken, 1972’den itibaren Hacettepe’de ders vermeye başladım. Ondan sonra yıllar birbirini kovaladı.

Özel hayatınıza gelirsek, ne zaman evlendiniz?

1971’de evlendim. 42 senedir evliyiz ama beraberliğimiz 47 seneyi buldu. 74 yılında iki önemli ürünüm oldu; bir tanesi büyük oğlum Kemal, ikincisi de doktoram. Doktoradan sonra bir yıl İngiltere’ye  National Coal Board’a gittim doktora sonrası çalışması için. O zamanki tabiriyle İngiltere Ulusal Kömür Kurumuydu ismi, ama tamamıyla araştırmaya dönük bir kurumdu. Orada bir sene geçirdim. Daha önce de gitmiştim, hocam yollamıştı, yaz aylarında gidip çalışmıştım. 1975-76 yılları arasında oradaydım. 1976’da yurda döndük. O sırada doçentlik çalışmasına başladım. Doçentliği de 1979 yılında aldığımda bu sefer ikinci oğlum Alp dünyaya geldi. 1980 yılında da ABD’nin dünya çapında verdiği önemli bir araştırma bursu olan Fulbright bursunu alarak bir sene için misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak Amerika’ya gittim. Aynı bursu 2007’de bir kez daha aldım. Türkiye’de ilk defa oldu bu, yani iki defa Fulbright alan ilk kişiyim.

Türkiye’de Fulbright’tan ikinci kez burs alan tek kişi sizsiniz.

Evet, bildiğim kadarıyla öyle. Amerika’ya, bir sene için gitmiştik, iki sene kaldık. Amerika’da Knoxville şehrindeki Tennessee Üniversitesinde ve Oak Ridge National Laoratuarında çalıştım. Amerika’nın en parlak beyinlerinin çalıştığı çok ünlü bir ulusal laboratuardır Oak Ridge. O sıralarda da YÖK çıktı, bir sene daha Amerika’da kalmak için izin istedim ama vermediler ben de istifa ettim Hacettepe’den. Amerika’dayken İsrail’deki Weizmann Enstitüsünden kömürle ilgili olarak laboratuvar kurmamı istediler, oraya gittim. İsrail’de üç sene kaldım. Weizmann Enstitüsü, dünya çapında çok ünlü bir enstitüsüdür. Nobel almış çok sayıda araştırmacısı var. Üç sene de orada kaldım. Yani sonuçta 80’de yurt dışına çıktım. İki sene Amerika, üç sene Weizmann’da olmak üzere beş sene yurtdışında kaldık. Böylece 1985 yılına geldik. Bu arada benim de profesörlük sürem dolmuştu. O sıra tekrar Hacettepe’ye başvurdum, dosyalarımı incelediler ve kabul ettiler.

Türkiye’nin en karışık döneminde başlamışsınız akademik kariyerinize.

Doğru, 1980 yılının 5 Eylül’ünde Amerika’ya gittim, bir hafta sonra Türkiye’de ihtilal oldu. O sırada Hacettepe’de genç bir öğretim üyesiydim, o dönemin bütün olumsuzluklarını, bütün sıkıntılarını yaşadık. Kurşunlar altında ders verdik. Öğrenci kavgaları vesaire, bütün o kötü günleri yaşadık.

SORU- Kaos ortamını yaşadınız öğretim üyesi olarak.

1985 Ağustos’unda da Hacettepe’deki profesörlük kadrom açıldı, 39 yaşında  profesör oldum. 28 senedir profesörüm. Akranlarım arasında en genç profesör olan benim.

Türkiye’de kendi dönemi içinde en genç profesör olan kişilerden biri

39 yaşında profesör oldunuz.

39 yaşında. Ondan sonra Hacettepe’de öğretim üyeliği. Tabii insan üstüne yük ve sorumluluk almaya başlayınca bir sürü idari görevler, dekan yardımcılığı, dekan vekilliği, ondan sonra 93’ten 99’a bölüm başkanlığı yaptım. Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümü 500 öğrencisi ve 50’yi aşkın öğretim kadrosu ile fakülte gibi koskocaman bir bölümdü. 6 sene bölüm başkanlığı yaptım. Bu arada Sabancı Üniversitesi’yle temaslarım başlamıştı. 1997’de Ali Alpar,  Burak Erman ve Zehra Sayers ile Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nin Science of Nature dersinin programlarını oluşturmaya başladık. Bu nedenle Sabancı’ya gidip geliyordum. 1999’da da  Sabancı’ya katılmak istediğimi Tosun Bey’e söyledim. Sabancı Üniversitesi’nin kurucu rektörü Tosun Terzioğlu daha sonra bir mektupla öğretim üyeliğine  kabul edildiğimi haber verdi bana. Ondan sonra 1999’un 1 Eylül’ünde Karaköy’deki binada işe başladım.

Evet o dönemde henüz kampüs bitmemiş olduğu için herkes üniversitenin Karaköy’deki binasındaydı.

O zamandan beri burada, Sabancı’dayım. Burada geçirdiğim ve geçirmekte olduğum zaman hayatımın en üretken ve en güzel yılları diyebilirim. Hacettepe’de de çok güzel günler geçirdim, ODTÜ’de de keza. Yani eğitimimi aldığım bütün yerler benim için gerçekten çok önemli, çok kutsal. Orta Doğu Teknik Üniversitesi de, Hacettepe Üniversitesi de, ondan sonraki yıllarda yurt dışında bulunduğum yerler de benim için önemli. Her bulunduğum yer bana bir şeyler kattı.Hepsi ufkumu geliştirdi. Simdi Sabancı’dayım ve burada olmaktan doğrusu çok mutluyum. Burada çok üretken bir durumdayım, birçok öğrencim var. Bir sürü yayın yapıyoruz, birçok proje yönetiyorum.

Anladım. buna; hani ODTÜ, Hacettepe, Sabancı geçmişinize baktığımızda, kariyerinizde çıraklık, kalfalık, ustalık dönemleri diyebilir miyiz?

Öyle değil de, ustalık dönemine Hacettepe’de ulaşmıştım sanıyorum. Çünkü orada hem tanınan bir hocaydım, hem de orada bir çok öğrenci yetiştirdim.

Doğru, orada profesör oldunuz.

Orada profesör oldum. Yani oradaki doktora öğrencilerimin bir çoğu şimdi profesör, yani benden doktora alan öğrencilerim şimdi profesör, doçentler ve araştırma kurumlarında araştırmacı. Sabancı’yı çok güzel yıllarımın geçtiği bir yer olarak düşünüyorum. Ama diğer üniversitelerim de benim için çok çok önemli, çok sevdiğim yerler. Kendimi oralara gittiğimde yine evde hissediyorum. Yani gerek Orta Doğu’da, gerek Hacettepe’de. Oralarda büyüdüm sonuçta. Orta Doğu’ya girdiğimde çocuktum. Çocukluktan neredeyse  emeklilik çağına gelmiş bir insanız artık. O nedenle yani her kurumun benim hayatımda çok önemli bir yeri var tabii ki. Orta Doğu öğrenciliğimin, Hacettepe hem doktora öğrenciliğimin ve hem de öğretim üyeliğimin başladığı yer. Yani bu üniversitelerde yetiştik, yurt dışına gittik, bir sürü şeyler öğrendik, tekrar yurda geldik, hocalık, bir sürü güzel olay. Zaman zaman sıkıntılı dönemlerimiz de oldu tabii ki. Tabii herkes için normaldir bu.

Tabii.

Ama genelde şöyle bakıyorum geriye doğru, oldukça verimli bir öğretim üyelik dönemim olmuş. Verdiğim derslerde öğrencilere gerçekten bildiğim her şeyi öğretmek isteyen, derslerini her sene yenileyen, geçen senelerde anlattığının üstüne mutlaka birkaç bir şey ilave ederek anlatan birisiyim. Eski öğrencilerimizle zaman zaman bir araya geliriz. Birçoğuyla temastayım yani. Doktora ve yüksek lisans öğrencilerimle temastayım. Zaman zaman yıllık toplantılarına halen çağırırlar.

Meslektaşlarınıza sizi sorduğumda aldığım yorumların bazıları şöyle oldu: “Çok iyi bir hoca, her zaman görüşüne başvurulan, akıl danışılan bir kişidir. Gerçek anlamda bilim insanı diyebileceğimiz birkaç kişiden biridir, bir baba gibidir. Öğrencilerine sahip çıkar ve onların çalışmalarını her zaman takip eder”.

İltifat etmişler, çok teşekkür ediyorum. Yani öğrencilerime sahip çıkarım, çünkü kendi oğullarım, kızlarım gibi görürüm. Öğrencilerim benimle çalışmaya başladıktan sonra ömürleri boyunca adeta benimle bir kontrat imzalamış olurlar. Yani karşılaştıkları her türlü bilimsel sorunda onlara mutlak yardımcı olurum. Eğer ki imkan verirlerse sosyal hayatlarına da bir katkım olursa onu da veririm. Onlar artık benim ailemin parçası sayılırlar.

Tosun Bey’le konuştum. Çok iyi bir bilim insanı, mentor, beyefendi, güler yüzlü, çok centilmen olduğunuzu söyledi.

Tosun Bey, benim de çok takdir ettiğim, çok sevdiğim bir büyüğüm, yani bir ağabeyim gerçekten, onun ayrı bir yeri var hayatımda gerçekten, çok sevdiğim bir insan tabii ki.

Yuda Bey uzaktan size bakınca çok ciddi bir yüz ifadeniz var. Sizi tanımayan insan ne kadar sert bir kişi diye düşünür.

Evet, insanlar öyle zannediyorlar.

Evet, “aman Yuda Bey geliyor, kaçın” diye espri yapmak istemişimdir hep.

Görünümüm belki öyle ama sert bir insan değilim. Elbette ki işimde, yaptıklarımda ciddiyim. Ama sosyal ilişkilerimde beni tanıyanlar ne kadar samimi ve sevecen olduğumu gayet iyi bilirler.

Katılıyorum, kesinlikle öylesiniz.

Sevdiklerime tabii ki sonuçta.

Elbette. Ben de zaten sonradan, yani bir sosyal ortamda bulundum, öğretim üyelerimizden Uluğ Çapar’ın veda yemeğinde eşiniz ve sizinle aynı masada oturduk ve sizin ne kadar güleryüzlü, esprili hoşsohbet bir insan olduğunuzu gördüm

Ben gayet iyi hatırlıyorum o geceyi.

Çok iyi vakit geçirilen, sohbetinden büyük keyif alınan bir şahsiyetsiniz.

O ciddiyet, herkes  öyle söylüyor ama, yani vitrin belki. O vitrini geçenler, arkadaki gerçek Yuda’yı görürler.

Gerçek yüzünüzü görüyorlar değil mi?

Yani o benim için bir yerde, koruma mekanizması herhalde. Belki de yılların idareciliğinin verdiği bir şey belki o yani, üstüme yüklediği bir tarz. Arkadaşlarıma, öğrencilerime karşı işte öyle bir sert yüzüm yoktur. Ama diğer taraftan benimle çalışan yüksek lisans ve doktora öğrencilerimin iyi çalışmasını isterim. Yani verdiğim işlerin yerine getirilmesini isterim. Eğer getirilmezse tabii onu belli ederim bir şekilde. Yani sert bir şekilde belli etmem, gerçi ağzımdan sert bir şey çıkmaz ama, hallerim onu belli eder. Öğrencilerim de herhalde takdir ederler, severler beni. Hala ilişkilerim birçoğuyla medeni bir şekilde sürdüğüne göre demek ki beni bir yerde takdir ediyorlar diye düşünüyorum.

Evet evet, haklısınız. Bir de,  Tosun Bey’in söylediği bilge kişidir dedi, yani o akil insan.

O beni gerçekten yüceltmiş, çok gururlandım yani. Tosun Bey’den böyle bir yorum almaktan.

Tosun Bey'den sizinle ilgili aldığım bir bilgi daha, bilimin ticarileşme kısmıyla ilgilenmez, bundan hoşlanmaz dedi.

Çok doğru söylemiş. Zaten yıllardan beri bilimi bilim için yapmayı tercih ettim her zaman. Bilimden bir maddi kazanç üretilebilir tabii sonuçta. Ama bu benden hep uzak oldu. Yani hep bilimi bilim için kullanmaya çalıştım her zaman. Ürettiğim her şey bilimsel amaçlar için oldu. Yani maddi kazanç peşine gitmedim hiçbir zaman bilimi kullanarak. Ama yani bu demek değildir ki ürettiğimiz bulgular sanayide kullanılmıyor. Kullanılıyor tabii ki aslında. Ama doğrudan bunu ticari bir kazanç için yapmayı hiçbir zaman düşünmedim. Yani benim için önemli olan bilim. Bir üniversite hocası nedir? Derslerine gerekli önemi verecek, ciddiyeti verecek, öğrencilerine en iyi şekilde bu bilgileri aktaracak, öğretecek, eğitecek. Onun dışında da bilim insanınıı öğretmenden ayıran şey bilimsel araştırmaları. Bilimsel araştırmalara önem verecek, bilimsel araştırmalardan elde ettiği verileri saygın dergilerde yayınlayacak. Tabii dürüst olarak, bu çok önemli. Ve de bu bilginin daha sonraki nesillere aktarılması için elinden gelen her şeyi yapması lazım. Benim açımdan bilim insanı nedir? Doktora öğrencileri, yüksek lisans öğrencileri bir yerde bizden sonraki nesillere bilgi aktarımımızın bir yolu oluyor, köprüsü oluyor onlar. Onlar bizden aldıklarını bizden sonraki nesillere verecekler.

Bilimsel dürüstlük, bilimsel üretkenlik, bir de sonuç itibariyle insan ilişkilerinin çok iyi olması lazım öğrenci-hoca arasında. Ben bunu doktora hocamdan öğrendim. Aynı davranışları da elimden geldiğince öğrencilerime aktarıyorum. Bilim insanının gerçek amacı, bilimsel araştırmalar yapmak, öğrencilerini iyi yetiştirmek ve bilimsel araştırmalardan elde ettiği bilgileri paylaşmak. Benim hep öğrencilerime vermek istediğim mesajlar bunlardır. Öğrencilerime elde ettiğiniz verilerin üstüne kuluçkaya yatmayacaksınız. Bunları yayımlamanız gerekir, bu aslında sizin görevinizdir derim.

Paylaşmak.

Tabii, dünya kamuoyuyla paylaşmak bunu. Eğer bilimsel olarak bir şey üretirseniz bunu mutlaka duyurmanız lazım.

Bir anlamda insanlığa hizmet gibi.

Aynen öyle.

Bilim insanı, hani…

Amaç o olması lazım.

Ticarileştirmek kısmı…

Ticarileştirmek için de yapılabilir, ama benim tarzım değil.

Sizin alanınıza girmiyor, sizin önceliğiniz değil.

Yani bunu yapan insanlar var, bunu yapan arkadaşlarımız var, ama benim tarzım hiç olmadı yani.

Tabii tabii, mesele doğru-yanlış meselesi değil zaten, sizin tarzınız o değil.

Zaten bunu yapmak isteseydim akademisyen olmazdım, doğrudan doğruya işte mastırımı aldıktan sonra kimya mühendisi olarak gider endüstride çalışırdım.

Hani iş de bulurdum, çok daha fazla maaşlar da alabilirdim… Zengin de olabilirdim. Üniversitenin birinci sınıfında, hatta lisede bile bir gün gelecek üniversitede hoca olacağım diye bir idealim vardı; buna da kavuştum, bundan da çok mutluyum yani. Benim için hayattaki en güzel mesleklerden bir tanesi. Sürekli olarak her sene yeni bir ekip geliyor karşımıza… Onlara bir şeyler öğretiyorsunuz. O sizi bir yerde dinamik tutuyor. O bakımdan çok, çok önemli benim için.

 

Akademisyenlik. Hem bilimi ilerletmek, hem de yeni nesilleri eğitmek, onlara bir şeyler öğretmek; temel amacınız bu.

Evet, onlara bir şeyler öğretmek, amacım o. Amacım hiçbir zaman ticarileşmek olmadı. Yani bundan maddi kazanç elde etmek. Hani eğer isteseydim dediğim gibi başka başka işlerim olurdu, ama bunu düşünmedim. Oğullarımın her ikisi de kimya mühendisi oldu, onu zaten biliyorsunuz. Büyük oğlum şu anda endüstride çalışıyor. Küçük oğlum doktorası dahil tüm eğitimini, benim de mezun olduğum okulda yaptı. ODTÜ Kimya Mühendisliğinde. Şimdi bizim Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi SUNUM’da araştırmacı olarak çalışıyor. Onunla beraber araştırmalar yapmak da ayrı bir gurur vesilesi benim için tabii ki.

Ailedeki bütün erkekler meslektaşınız mı? Bir oğul ve baba olarak anne ve babanız ve çocuklarınız ile ilişkinize ilişkin ne söylemek istersiniz?

Babamın elektrik malzemesi sattığı bir dükkanımız vardı. Yazları oraya babama yardım etmeğe giderdim. Yalnızca öyle bir ticari deneyimim oldu yani, ama hep bunlar üniversite öncesindeydi. Babamı çok genç yaşta 59 yaşında kaybettik. Ondan sonra aile yükü o zamandan beri üstüme bindi diyebilirim. Annem Ankaralı, fakat o İstanbul’da okumuş, İtalyan Koleji mezunu bir hanımdı. Yani ondan çok şey öğrendim tabii ki. İyi bir insan olmayı annem-babam öğrettiler bana. Ben de onlardan öğrendiklerimi çocuklarıma aktarıyorum. İşte sizin de bildiğiniz gibi iki oğlum var. Bir de çok sevdiğim gelinim Betsi, yani kızım. Ama bir torunum var Lavi, minnacık, 15 aylık.

 

Allah bağışlasın.

Perla ve ben onları çok seviyoruz tabii ki.

Evet, 15 aylık büyükbaba olmak nasıl bir şey?

O müthiş, müthiş, o hakikaten başka bir şey yani, kalbinizin ağrıdığını hissediyorsunuz gerçekten. Çok hoş bir duygu o. Bu akşam aile yemeğimiz var onun heyecanı içimde.

Oğlunuz Alp ile konuştum. Büyükbaba olmaktan büyük keyif aldığınızı, imkan olsa sürekli torununuzla birlikte olacağınızı söyledi.

Evet istiyorum ama, vaktim müsait değil ne yazık ki. Ama haftada mutlaka iki-üç defa gidip görüyorum torunumu. Elinden tutup gezdiriyorum. Şimdi yürümeye de başladı. O benim için büyük mutluluk oluyor tabii ki.

Çok güzel, Allah bağışlasın.

Teşekkür ederim. Hepimizinkini.

Devamı için lütfen tıklayın.