14/10/2025
Sabancı Üniversitesi 2025 Mezunlar Buluşması ve “Geleceğe Söz Ver” etkinliği, 27 Eylül’de Tuzla Kampüsü'nde gerçekleşti. Gün boyu süren etkinlikte atölyeler, mezun stantları ve özel buluşmaların ardından sahneye Kerem Görsev Quartet çıktı. Türk caz müziğinin önde gelen isimlerinden Görsev, konser öncesinde müzik serüvenini, ilham kaynaklarını ve cazın geleceğine dair düşüncelerini bizimle paylaştı.
– Çok üretken bir isimsiniz. Bu üretkenliğin sürdürülebilirliği için motivasyonunuzu nerelerden alıyorsunuz? Nerelerden ilham buluyorsunuz?
Albüm yapmak için özel bir çaba göstermiyorum. Hayatın yaşanmışlıkları, tabiat olayları, kadın–erkek ilişkileri, hayvanlarla ilişkilerim, dünyanın dönüş ritmi… Beni müzik yazmaya iten bunlar. 94 yılında ilk albümüm çıkmıştı, o zaman 33 yaşındaydım. Şimdi 22 albümüm oldu, yeni müzikler de yazdım. Aralık–ocak gibi stüdyoya girip yeni kayıt yapmayı planlıyorum. Uzun yaşanmışlıkların hikâyesi ve onların gizli kahramanları sizi tetikleyip müzik yazdırıyor.
– Peki, genellikle hangi dönemlerde üretken oluyorsunuz?
Benim “yumurtlama dönemim” sonbahar ve ilkbahardır. Sonbahar yok oluştur, pastel renklerdir, yaprakların düşüşüdür, hüzündür. İlkbahar ise canlanıştır, dünyanın tekrar yeni bir hayata başlayışıdır. Hayvanlarda da böyle. Bu dönemler beni tetikliyor. Mesela albüm isimlerim: Warm Autumn, I Love May, Spring Water, Clear Horizon... Hepsinin bir hikâyesi vardır.
Caz müziği uzun yaşanmışlıkların hikayesidir. Caz müziği müzikaldir, pandomimdir. Konuşmuyoruz, hikâyemizi parmağımızdan çıkan tınılarla anlatmaya çalışıyoruz. Bu zor bir iş. Anlatmak istediğimizi anlayanlar olduğu için mutluyum ben de.
– Yeni albümde nasıl etkiler göreceğiz, ipucu verir misiniz?
Yeni albümde dört tane gizli kahraman var.
– Dijitalleşmenin müzik sektörünü çok etkilediği söyleniyor. Sizin yaklaşımınız nasıl?
Hiç alakam yok. Ben hep akustikte kaldım. Konservatuvara girdiğim 1967 yılından beri tahta piyanoya dokunuyorum. Bugünkü konserde de kontrbas, davul ve piyano ile akustik müzik çalacağız. Dijital hiçbir şey ilgimi çekmiyor. Elektrik çekildiği zaman elektronik enstrümanlar susar ama piyano, davul, kontrbas susmaz. Biz çalmaya devam ederiz.
Elektronik müzikle hiç alakam olmadı, ilgim olmadı. Şöyle bir durum; hoşlanmadığınız bir insanla beraber olur musunuz? Aynı hikâyeleri paylaşmayacağınız bir insanla? Ben de hikâyemi akustik ile paylaşıyorum.
Bilgisayarım yok, bilgisayar kullanmıyorum. Sadece cep telefonum var. Notayı hâlâ kurşun kalemle nota kâğıdına yazıyorum. Ben biraz old school’um.
– Dijitalleşme nedeniyle müzik sektörünün geleceği için olumsuz tahminler yapılıyor. Sizin görüşünüz?
Yo! bu tarzda çok başarılı insanlar var. Ama bence hayatımızda samimi olarak ne hissediyorsak onun peşinden koşmalıyız ki başarı denen olayı yakalamaya çalışalım. Fakat dünyada kimse başarıyı yakalayamaz. Başarı bizden her zaman daha hızlıdır. Biz yaptığımız eserlerle ona yaklaşmaya çalışırız ama o bizi yine geçer. Ama o mücadele içerisinde başarıya yaklaşmaya çalışırız. Başarı bizden daha başarılı.
– İstanbul dışında caz festivallerinin de arttığını görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kurumsallaşmayan hiçbir caz festivali, caz festivali olarak nitelendirilmemelidir. İstanbul Caz Festivali, Akbank Caz Festivali gibi festivaller bu yüzden uzun ömürlü. Bozcaada, Eskişehir, İzmir, Antalya, Alanya, Denizli, Ankara’da da var. Bunlar güzel gelişmeler. Ama Türkiye’de caz dinleyicisi az. Çok daha az.
Ama örneğin Yeşiller Partisi doğaya ve insana sahip çıkan bir partidir. Caz da öyledir. Caz bir Yeşiller Partisidir. Aynı zamanda caz bir sosyal demokrat partidir. İnsan haklarına önem verir. Keşke böyle bir caz partisi olsa da oy verebilsek.
– Son yıllarda gençlerin caz müziğe ilgisi de artıyor gibi görünüyor. Siz ne gözlemliyorsunuz?
Ne ekerseniz, onu biçiyorsunuz. Üniversitelerde caz bölümleri açılıp uluslararası sistemle desteklenseydi çok şey değişirdi. Yani Türkiye'de birkaç üniversitede caz bölümleri vardı, kapandı.
Bu işler başka tabii; mesela bir caz eğitimi programı açmak. Benim hayalim hep şuydu: Bir caz üniversitesinde, caz bölümü olsa ama hep aynı hocalarla değil. Amerika’daki gibi, her dönem ya da altı ayda bir hocalar değişse… Çünkü Türkiye’de genelde konservatuvara giriyorsun, on sene boyunca aynı hocayla devam ediyorsun. Halbuki altı ayda bir, bir senede bir farklı bir hocadan ders almak… Her birinden farklı teknikler, farklı bakış açıları öğrenmek… Beynin bilgiyle, görgüyle, tarzlarla yanar adeta. İşte o zaman gerçekten başarılı işler çıkar. Amerika’da bu sistem böyle işliyor. Ama tabii caz, bizim kendi müziğimiz değil.
– Bir dönem caz kulübünüz vardı, öğrencileri ücretsiz kabul ediyordunuz. Tekrar böyle bir şey yapmayı düşünür müsünüz?
Asla. Caz kulübü ticari bir işletmedir. Çok yıpratıcı oldu, müzikalitem geriye gitti. Bir daha asla yapmam.
– Peki, sahne alacağınız mekânlarda kriterleriniz var mı?
Benim bir tane kriterim var: Kuyruklu piyano olacak, davul olacak, kontrbas olacak. Biz çalarken yemek servisi olmayacak; servis bitecek, ondan sonra çalacağız. Çünkü caz, kulüplerde yaşanan bir müziktir ama ben önümde yemek yenmesinden rahatsız oluyorum. Benim tercihim konser salonları. Çünkü konser salonunda dinleyici 90 dakika boyunca tıpkı film izler gibi müziğe odaklanır. Kulüplerde bazen sürekli konuşmalar olur, o da beni çalarken rahatsız ediyor.
– Bugünkü etkinlikte mezunlarımız satış yapıyor, gelirler burs fonuna aktarılıyor. Bu tip oluşumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gönüllülük çok özel bir şey. Bir hayvan barınağından bir hayvan sahiplenmek bile çok değerli bir gönüllülüktür. Bir can kurtarmak, bir öğrencinin hayatına dokunmak, ona imkân sağlamak… Bunların hepsi çok kıymetli. Çünkü bir çocuğun ufkunu açtığınızda, o çocuk da ileride kendi birikimlerini ve bilgilerini gelecek nesillere aktarır. Türkiye’nin geleceği gençlerde.
Benim de bir kızım var, yirmi altı yaşında. Baba olduktan sonra insan bu konulara daha farklı bakıyor. Anadolu’da birçok çocuk, bazı imkânsızlıklar yüzünden eğitimine devam edemiyor. İşte onları bulup çıkaracak, kimliği olan üniversitelere ihtiyaç var.
Bir de tabii ülke koşulları gereği, insanın aldığı birikimi, deneyimi tekrar ülkesine geri vermesi gerekiyor. Gençlere yatırım yapmak, ülkenin geleceğine yatırım yapmak demek. Yurt dışına gidenlerin de oranın kültürünü, bilgisini alıp geri dönüp memlekete hizmet etmesi çok önemli. Eğer bu ülkeyi, bu bayrağı seviyorsak, bunu yapmak zorundayız. Biz böyle büyütüldük.