Siyah Koku / SUdergi

PLASTİKLEŞEN DÜNYADA SAHİCİ KALMA MÜCADELESİNİN ROMANI: “SİYAH KOKU”
Elif Gülez / Editör

Gülayşe Koçak’la son romanı hakkında sohbet ettik

Kadın ve Edebiyat serisinin son yazarı Toni Morrison’ın kitaplarına kendimi kaptırmıştım. Katran Bebek ve Aşk’ın ardınan tam Sevilen’i okumaya başlamıştım ki Homer’in vitrininde Gülayşe Koçak’ın son kitabı “Siyah Koku”ya rastladım. Kitapları yarım bırakmak gibi bir adetim olmadığı için biraz utanarak Sevilen’i bir süreliğine rafa kaldırdım ve Siyah Koku’yu okumaya başladım. O andan itibaren kitabı elimden düşürmedim. Romanın ortalarına geldiğimde Gülayşe’yle SUdergi için bir söyleşi yapma fikri aklıma düştü. Bir romanı okurken yazarıyla kitabı hakkında sohbet etmenin hayalini hep kurarım. Bu kez okuduğum kitabın yazarı arkadaşım olduğuna göre herhalde benimle konuşmayı kabul eder, bu hayalimi gerçekleştirirdi. Sorular, i-pod’umdaki şarkılar gibi zihnimde dizilirken kitabın bitmesini bekleyemeden ondan randevu istedim. Kanada’da bir konferansa gidecekti, hazırlık yapması gerekiyordu. Yine de buluşmayı kabul etti. Elimde kitap, aklımda sorularımla kapısını çaldım.

Gülayşe beni, her zamanki gibi içtenlikle karşıladı, sıkıca sarılıp “Hoş geldin” dedi. Bu da ne! Yoksa Gülayşe, Siyah Koku’nun ana karakteri Mine’nin anneannesinin kitapta sıkça bahsedilen kokusu “Naturelle77” ve bebek pudrası karışımı mı kokuyordu? Bebek pudrası neyse ama Naturelle77 yazarın hayalinin ürünü değil miydi? Ona sarılırken bu hoş kokuyu içime çektiğimi duymuş muydu acaba? Duymuşsa bile, tıpkı Mine gibi bu huzur veren kokuyla gevşeyip kendimi “evde” hissettiğimi anlamıştır sanırım. Gülayşe, şeytana uyup ikimiz için aldığı elmalı kurabiyelerden ikram etti. Karşılıklı gülüşmelerle söyleşimize başladık.

Yapı Kredi yayınlarından çıkan Siyah Koku’nun yayınevi tarafından hazırlanmış olan tanıtım yazısında şöyle deniyor: “Gülayşe Koçak’ın tuhaf ve karmaşık bir aşk ilişkisine odaklanan son romanı Siyah Koku, arka plandaki insanlık dramları nedeniyle bir kara ütopya olarak da okunabilir, her şeye rağmen umuda çağrı olarak da…” Hikaye, bize pek de yabancı olmayan Bizistan adlı bir ülkede, muhtemelen yakın gelecekte geçiyor. Doğal kaynakların kuruduğu, kişi başına düşen su tüketiminin kotaya bağlı olduğu, organ bağışının yasalarca ve genç-yaşlı ayrımı gözetilmeden zorunlu kılındığı, her şeyin plastikleştiği, insanların günlük yaşamlarını devam ettirebilmek için dev “püskürtücüler” yoluyla havaya salınan sakinleştirici ilaçları soluduğu bir gelecekte. Bu yeni dünyada, Tuncay ve Mine’nin yakıcı aşkına tanık oluyoruz. Konu hakkında bu kadar söylemekle yetinip Gülayşe Koçak’la olan sohbetimizin detaylarına girelim.

-    SORU: Öncelikle, sana bir yazar olarak sorulmasını hiç istemediğin bir soru var mı?
-    CEVAP: Evet, var. “Bu hikayeler sizin başınızdan mı geçti?” tarzı bir soru bana çok anlamsız gelir. Çünkü bu dedikoducu bir meraktır. Yazanın edebiyatıyla ilgili değil, tamamen özel hayatıyla alakalıdır, dolayısıyla anlamsız bir sorudur. Tabii ki çok şeyden esinleniyorsun. Hiçbir zaman kimse başından geçenleri yazmaz. Galiba her yazdığın romanda kendinden daha çok uzaklaşıyor, yani daha doğrusu kurguya daha çok yöneliyorsun.

- SORU: Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi’yle ilgili konuşurken, kendisine “Orhan Bey, siz Kemal misiniz?” diye sorulmasından hiç hoşlanmadığını belirtmişti. Buna rağmen kendisinin, tıpkı romanının kahramanı Kemal gibi, bir misafirliğe gidip saatlerce, bir türlü o misafirlikten kalkamama halini hissetmiş olduğunu ifade ediyor. Belki senin de romanının içindeki karakterlerinle özdeşleştiğin olmuştur.
- CEVAP: Mutlaka, mutlaka. Bir katili yazmak için mutlaka bir adam öldürmüş olmak gerekmiyor. İçimizde milyonlarca kişilik var. Tek yapmam gereken kişilik değiştirmekten korkmamak. Bir yerde Karagöz Hacivat oynar gibi sesini dönüştürebiliyorsun. Karagöz sesi yapıyorsun, Hacivat sesi yapıyorsun, aynı insan onları oynatıyor. Bir karaktere giriyorsun. O malzeme zaten içinde olmasa giremezsin herhalde o suretlere. Nereden geliyor bu ilham? Nasıl olabiliyor bir erkek karakterin içine girebilmek? Tabii etrafımızda bir yığın erkek var: babamız var, kardeşlerimiz var, tanıştığımız erkekler var, kocamız var, arkadaşlarımız var…
-SORU: Romanda, “doğal yaşamın yok oluşu”, “ militarizme karşı eleştiri”, “toplumsal cinsiyet” ve “ ötekileştirme” gibi pek çok izlek var. Senin, “şu izleğin de okur tarafından fark edilmesini isterdim”  dediğin bir konu var mı?
- CEVAP: Mesela bu saydıklarının arasında, sevginin nasıl problematik bir şey olabileceği, nasıl marazi bir hal alma potansiyeli taşıyan bir duygu olduğu var belki. Romanda sevgi türleri hakkında epey bir şeyler anlatıyorum. Mine’yle Tuncay arasındaki tuhaf sevgi var: Seviyorlar birbirlerini ama ikisi de hem bağlanmak istiyor hem de bağlanmaktan korkuyor.  Öte yandan Tuncay’ın annesinin  mütehakkim bir ana karakteri var, Tuncay’ın kaçmak istediği. Mine de tam tarsine anne şefkati hiç görmemiş. “Anne” onun için çok kutsal bir şey, aynı zamanda annelik etme ihtiyacı da var. Bu durum Tuncay’ın bucak bucak kaçmasına sebep oluyor. Karmaşık bir ilişkileri var. 

------

Söyleşinin devamı SUdergi'nin yeni sayısında.

SUdergi'nin yeni sayısında ilgiyle ve keyifle okunacak bir çok konuyu aynı anda tüm mobil cihazlarınızdan iSabancı Media ile takip edebilirsiniz.

SUdergi nereden alınır?

SUdergi’nin yeni sayısını Üniversite Merkezi’ndeki dergilikten alabilirsiniz.

Dergimiz, servis ve shuttlara, café, banka ve sağlık merkezi gibi kampüsiçi uğrak mekanlara okumanız için bırakıldı.

SUdergi'den okurlarına özel Yapı Kredi Yayınlar'ından indirim de bu sayının sürprizlerinden biri.