Özge Akbulut: “Üniversite Merkezi’ndeki panolardaki 2-3 fotoğrafta ben de varım. İnsanın 20 yaşındaki fotoğraflarının olduğu bir yemekhanede yemek yiyor olması gerçekten çok romantik benim için. Üniversitenin önce öğrencisi şimdi çalışanı da olsam, aslında kendimi asıl sahibi olarak görüyorum, öğrenciyken de böyleydi, şimdi de böyle.”
Bu haftaki Çarşamba Sohbetleri’nin konuğu Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Özge Akbulut. Özge’nin başarılı genç bir akademisyen olmasının yanı sıra önemli bir özelliği var ki o da mezun olduğu üniversiteye öğretim üyesi olan iki kişiden biri olması. Üstelik, Sabancı Üniversitesi’ne ilk giren 250 öğrenciden biri. Mütevelli Heyeti Başkanımız Güler Sabancı’nın Özge’ye “Nasılsın hocam?” diyerek hatırını sorarken sesinin tonu ve bakışından bu genç öğretim üyesi ile ne kadar gurur duyduğunu çok net bir şekilde görüyorsunuz. Özge Akbulut ile Sabancı Üniversitesi’ndeki öğrencilik günlerinden başlayarak öğretim üyeliğine, bilime bakışına uzanan bir yelpazede sohbet ettik. Birinci bölümü bugün, devamını haftaya okuyabilirsiniz.
Özge Akbulut Sabancı Üniversitesi’nin eğitime kapılarını açtığı 1999’da içeri giren ilk öğrencilerden birisin.
Evet.
2004 mezunusun. Doktoranı MIT’de yaptın, sonra?
Harvard’da doktora sonrası çalışmalar yaptım 2 sene kadar, şimdi de buradayım, Şubat 2012’de geri döndüm.
Sabancı mezunu ve yine senin gibi ilk öğrencilerimizden Kağan Kurşungöz ile ikiniz Sabancı mezunu olan ilk öğretim üyelerimizsiniz.
Kağan ile birlikte ikimiziz, evet. O benden 3-4 ay önce başladı.
Öğrencilik yaptığın okula öğretim üyesi olarak gelmek nasıl bir duygu?
21 yaşından beri Sabancı’ya geri dönmeyi istiyordum. Dolayısıyla, sekiz sene sonra insanın gönlünden geçene kavuşmuş olması çok güzel.
İlk akademik yıl başladığında kampüsün inşaatı henüz bitmemişti.
Biz, ilk öğrenciler, kampüse gelmeden postayla kaydolduk, kampüse ilk defa İngilizce seviye belirleme sınavı için gelmiştim. Mühendislik fakültesi binası henüz yoktu. O bina 6 ay içinde yapıldı, biz derslerimize Temel Geliştirme Programı (TGP) Binasında giriyorduk. Gerçi ben zaten TGP’de hazırlık okuyordum ama, hazırlığı atlamış olan birinci sınıflar da TGP’de ders görüyorlardı. Yurtlar bölgesinde, keza deseniz her yerde ipler var, aralara betonlar dökülüyor, binalar boyanıyor. Tam bir şantiye görüntüsü hakimdi kampüse.
Seviye belirleme sınavında ortalıkta ağır bir gübrekokusu vardı çimler bir an evvel çıksın diye O kokuyu ne zaman nerede duysam aklıma hep o yıllar geliyor, geçen sene Mayıs ayında mesela, bu senede hevesle bekliyorum. Okulun ilk pastasını kesenlerden biri de bendim. Bilgi Merkezi’nde ilk zamanlarda alt kattaki masalar yoktu, orası naylonla kaplanmıştı, ufak bir törenle okulun açılışının pastasını kesmiştik,
Çok güzel, okulun pastasını kestin.
Üniversite Merkezi’ndeki panolardaki 2-3 fotoğrafta ben de varım, seramik ve doğa sporları kulübüyle olanlarda… Hani insanın 20 yaşındaki fotoğraflarının olduğu bir yemekhanede yemek yiyor olması gerçekten çok romantik benim için. Üniversitenin önce öğrencisi şimdi çalışanı da olsam, aslında kendimi asıl sahibi olarak görüyorum, öğrenciyken de böyleydi, şimdi de böyle.
İlk öğrencilerimizden olman çok önemli, lisans eğitimini Sabancı Üniversitesi'nde yapıp ondan sonra üniversiteye öğretim üyesi olarak gelmen de öyle. Evet haklısın, bu özelliklerden ötürü ev sahibi gibisin. 250 ilk öğrencimiz...
Evet, 160 mühendislik, 90 sosyal olmak üzere toplam 250 kişiydik.
Hakikaten dediğin gibi romantik.
Aldığınız puanla istediğiniz yere gidebilirsiniz, ama yeni bir üniversite kuruluyor... Bir de hani üniversitede insan üniversite ortamını da istiyor, o üniversite eğitiminin bir parçası, seçtiğiniz üniversitenin bir kültürü olması lazım. Ama bir şekilde 250 kişi ikna olmuş, bu kültürü ben yaratacağım diye 250 kişiydik, herkes herkesi tanıyordu. O 250 kişininbir çoğunun hayatlarına devamında bu kararın yansımalarını görebiliyorsunuz. O kararı verebilmiş insanların ben şimdi de neler yaptıklarına bakıyorum, çok iyi işler yapanlar var.
Nasıl yani? Biraz açar mısın?
Yani o, bir kültürü başlatayım,temelini atayım, girdiğim kurumda sadece var olanla yetinmemeyim hevesi içerisinde olan insanlar seçti diye düşünüyorum.
Ben oluşturayım, yapıyı ben kurayım.
Böyle bir heves, böyle bir duygu içerisinde olan insanların o tercihi yaptıklarına inanıyorum. Çünkü ilk dönemi hatırlarsınız, o 252 kişinin benim bildiğim tamamı bursluydu zaten.
Neredeyse, yanlış hatırlamıyorsam, yüzde 75'i bursluydu.
Ben daha fazla diye biliyorum. Yani böyle sosyal bir deney gibi. Düşünsenize, çok yüksek puan almış 250 tane insanı, hadi kendinize bir okul kurun diye bir kampüse koyuyorsunuz,. bir de kampüs Tuzla’da, o da var.
Yani bu 250 kişi şey, ilk öğrenciler risk alabilen, gözü pek kahramanlar...
Kahraman demeyelim, sonuçta Sabancı ismi de var ama riskti. Bize gönderilen katalogların tamamı çizimdi, gerçek fotoğraf yoktu kampüsten. Hocaları tanıtan broşürdeki fotograflar da inşaat alanında çekilmişti.
Değil mi Sabancı adı ciddi bir güven veriyor?
Evet, Sabancı olduğu için böyle oldu. Bir de, bugünden, tabii 99, neredeyse 15 sene önceyi düşünüyoruz, Sabancı o zaman da Türkiye’de kolay kolay elde edemeyeceğiniz laboratuarlar ve çok yüksek bir akademisyen/öğrenci oranı vaat ediyordu; dediklerini de yaptı, çok memnunum vakti zamanında vermiş olduğum bu karardan.
Biraz şey, proje üstünden daire satan müteahhitler gibi.
Aynen öyle, sonra kataloglar değişti tabii, hatta yurt odasının tanıtımı için olan fotoğraf için uzun sure benim fotoğrafımı kullandılar, Serdar ağabey vardı o zaman.
İçinde bulunduğun durum enteresan olsa gerek, yani bir dönem sana hocalık yapmış olan kişilerle şimdi meslektaşsın, sen de hocasın, onlar da hoca.
Ama hala hocalarım onlar. Hatta, çok kızanlar var bize hoca deme diye ama, ben hala toparlayabilmiş değilim daha. Herkes hala kol kanat geriyor. Ayrıca ben hala bazı derslere giriyorum, geçen sene yaz okulunda Halil Hoca’nın dersini takip ediyordum, vakit bulabilsem, kendisinden daha çok ders almak isterim.
Çiçeği burnunda bir akademisyen sayılırsın.
Evet, öyleyim herhalde, çok keyifli. Zaten Sabancı’nın her zaman yatay bir organizasyonu olmuştur, o yatay organizasyonun güzelliğini işinizi yaparken de görüyorsunuz, güzel.
Üniversite öncesi eğitimin hangi okuldan?
Ben fen lisesinde okudum...
Evet, 99’da Körfez Fen Lisesinden mezun olmuşsun.
Evet. Eğitim-öğretim hayatım ve şimdi işim, amerikayı saymazsak, hep bir saatlik bir çember içinde gerçekleşti
Eğitim ile ilgili şey konuşabiliriz.
Malzeme mühendisliği ile ilgili konuşmayı çok istiyorum açıkçası.
Elbette. Malzeme mühendisliğinin yanı sıra genç bir akademisyen olarak bilime ve akademisyenliğe ilişkin düşüncelerini de anlatır mısın? Sana göre üniversite hayatı nasıl olmalı?
Şimdi ben de buraya endüstri mühendisliği veya bizdeki ismiyle üretim sistemleri mühendisliği okumaya geldim. Meslek seçerken insanın hangi problemleri çözmeyi sevdiğinin farkına varması gerekiyor; ben bu problemleri malzeme mühendisliğinde buldum.
Nihayetinde bakarsanız, aslında herkes eniyileme yapıyor.Malzeme mühendisliğinde yapı-özellik bağını kuruyoruz, atom, nano ve mikro boyuttaki yapıyla oynayarak malzemelerin istediğimiz gibi davranmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Ülkemizde malzeme metalurjiyle yan yana koyuluyor, oysa biz Sabancı’da çok büyük ölçüde polimer ve seramik çalışıyoruz. Metalurji, ODTÜ, İTÜ ve Yıldız’da böyle geçiyor. Dolayısıyla, insanların kafasında metallerle uğraşan, kalıp döken mühendis gibi bir tanım var. Oysa, malzeme mühendisliğinin çalışma alanı çok geniş, beton da çalışıyoruz, yakıt pili de, medikal tanı cihazı da…Örneğin, birkaç yıl önce Vizyon 2023 açıklandı, bence öğrencilerin tamamının Vizyon 2023’ü okuması lazım, Major 100 dersinde de altını çizmeye çalışıyorum. Orada devletin belirlediği çalışma alanları var, yani bu çalışma alanlarının üzerine yatırım yapılacak ve gayet de iyi düşünülmüş alanlar bunlar, dünyayla uyumlu. O dokümana baktığınızda orada tanımlanan işlerin belki yüzde 60-70’inin malzeme mühendisleri tarafından yapılabileceğini görüyorsunuz. Artı 200 bin kişilik bir iş sahasından bahsediyoruz, 2023 yılı için ulaşılmak istenen sayı 300 binin üstü.
300 bin tane araştırmacı...
Şu anki sayı 80-90 bin civarında, hedef ise 300 bin. Yani böyle 200 bin kişilik artı bir yüksek lisanslı veya doktoralı gerek akademide, gerek de endüstride çalışır hale gelecek. Altını tekrar çizmek istiyorum, bu kadroların birçoğunun ihtiyacı malzeme mühendisleri, ve bizim de nanokompositlerden tutun da enerjiye kadar, hem de lisans seviyesinde çok güçlü bir programımız var. Bir de lisans seviyesinde sadece biz ve Anadolu Üniversitesi Malzeme Bilimi ve Mühendisliği (MAT) programını veriyor. Diploma değeri olarak da bakmak lazım.
Dolayısıyla, öğrencilerin MAT programına biraz daha şans vermeleri, en azından bu nedir diye bakmaları lazım.. Öğrencilerin şöyle bir problemleri var: Bilgi aldıkları kaynaklar onlara bölüm seçiminde yardımcı olacak kapasitede değil. Bunu kötülemek için de söylemiyorum. İlk referans alınan kişiler kendi arkadaşları oluyor. Yani referans alınanların kendisi daha 20 ile 23 yaş arasında, belki staj deneyimleri, belki kısa iş deneyimleri var, yurt dışında çalışmış veya Türkiye’de ciddi bir çalışma ortamına girmiş olmaları ihtimali çok düşük. Ders seçiminde olsun, diploma programı seçiminde olsun arkadaş etkisi çok fazla, ama öğrencilerin bu seçim işlemine biz hocaları daha fazla dahil etmeleri gerekiyor—ki kapılar sonuna kadar açık.
Bir de tabii veliler var, gelen soru “çocuğum iş bulabilecek mi? Dolayısıyla,
veliler daha joker mühendislik olarak düşündükleri mühendislikleri teşvik ediyorlar. Ama bu da limitli bilgi çerçevesinde oluyor, dünyadaki teknoloji eğilimlerini araştırma/geliştirme seviyesinde takip eden ve kritik dokümanları okuyan veli sayısının çok da fazla olduğunu düşünmüyorum.
Bunu bizim kendi öğrencilerimiz için söylüyorsun tabii.
Evet, bunu ben kendi öğrencilerimiz için söylüyorum. Tabii ki...
Sabancı Üniversitesi’ne giren öğrenci bizim sistemimizde iki yıl sonra diploma programı seçtiği için, o iki yıl içinde eş, dost, akraba, arkadaş gibi öznel değer yargılarına göre değil, daha bilimsel verilere dayanarak ve tecrübeli insanlara başvurmalarını öneriyorsun.
Evet, özellikle de nanoteknoloji merkezimiz SUNUM’la beraber endüstriyle de çok fazla işbirliği olmaya başladı, endüstrinin de neyin peşinde olduğunu biliyoruz artık. Sürekli proje yapılıyor, MAT programı zaten en çok proje yapan programlardan biri okulda; bunlara bakılması lazım. Yoksa “bu ders programı, tamam, bu dersi hep beraber alıyoruz”la program seçmenin çok mantıksızolduğunu düşünüyorum. Çünkü, Sabancı’da öğrencilere Türkiye’de başka öğrencilere verilmeyen bir şans veriliyor, bazen insanın gönlünden geçeni bulması için de emek harcaması gerekiyor.
Sözünü ettiğin bu şansı biraz daha açar mısın?
Öğrencinin şansı şu: üniversiteye geldiğiniz zaman sizin üzerinde herhangi bir yaptırım uygulamadan ne istersen onu ol diyen bir sistem var, bölümlere girerken kota uygulanmıyor. Birçok üniversitede, önünüze biru program konuluyor ve bu program üzerinden siz dersinizi alıyorsunuz, aynı tornadan çıkmış bir sürü öğrenci yetişiyor.
Bir; aynı tornadan çıkmıyorsunuz aynı programında altında olsanız bile.
İki; ana programı seçebiliyorsunuz.
Yani bu ÖSS’de sizin tesadüfen inşaat veya makine mühendisi olacağınızı belirleyen bir puan sistemi var, 2 soru fazla çözdüyseniz bir bakıyorsunuz makine mühendisisiniz, 2 soru az çözdüyseniz inşaat mühendisiniz ve bu mühendislikler hepimizin bildiği üzere birbirinden çok farklı.
Bütün hayatın 1 soruya, 2 soruya bağlı oluyor.
Ama burada öyle değil, bir kere girdin içeri, işletme fakültesine girsen bile mühendis olabiliyorsun veya tam tersi. Dolayısıyla, öğrencilere gerçekten ne yapmak istiyorsan, en iyi ne yapabiliyorsan hadi onu bul ve onu yap denen bir ortam var. Bu sistemin daha başarılı kullanılması lazım.
Devam edecek….