#AkademisyeneSor'un yeni konuğu Sanat ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Özge Kemahlıoğlu oldu.
Sanat ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Özge Kemahlıoğlu
"Farklı görüşlerin paylaşılabileceği ve
akademik özgürlüklerin çok kuvvetli olduğu bir kurum"
CE-ŞŞE-EM: Asya çalışmaların üzerine uzmanlaşmak isteyen bir kişi için Sabancı Üniversitesi yüksek lisans programları uygun olur mu?
ÖK: Siyaset biliminde Asya çalışmaları üzerine çalışan bir öğretim üyemiz yok. Benim kendi doktora programımda çalıştığım kişilerden aldığım görüş, bizim siyaset biliminde daha çok teori ve metot açısından yaklaşımı öğrenmemizin değerli olduğu üzerineydi. Sonra kendi çalıştığınız alanda değişik kaynaklara başvurarak kendinizi geliştirebilirsiniz. Örnek vermek gerekirse ben de aslında Fransa ve Avrupa üzerine çalışan bir siyaset bilimi danışmanına sahiptim. Ben Arjantin ve Türkiye üzerine doktoramı yaptım. Tez komitemde Arjantin ve Latin Amerika üzerine çalışanlar vardı ve onlardan da çok değerli bilgiler kazandım. Ancak asıl teori ve metot olarak çalıştığım danışmanım tamamen farklı bir alanda çalışmaktaydı.
Dolayısıyla burada özellikle Asya üzerine çalışan birisi yok ama siyaset bilimine gelip farklı metot ve teorileri öğrenip Asya üzerine kendisi okuyabilir. Siyaset bilimi programında yüksek lisans yapmak; daha çok belli bir teorik yaklaşım açısı, analitik bir şekilde nasıl çalışılabilir ve metot olarak bunlar nasıl yapılabilir diye odaklanıyor ve bunu öğretiyor, hangi özel konuda çalışacağı daha çok kişinin kendisine kalıyor.
CE-ŞŞE-EM: Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkeler olarak nitelendirilen toplumlarda siyasi partileri desteklemek, futbol takımı tutmaya mı benzetiliyor?
ÖK: Bizde öyle bir düşünce var. Hatta Ersin Hoca’nın yaptığı anketlerde, ortak çalışmalarda “Bir siyasi parti tutuyor musunuz?” diye soruyorlar. Çünkü bu kişiye daha tanıdık bir soru formu olarak geliyor. Gelişmiş olan ülkelerde aynı soruyu bu şekilde soruluyor mu açıkçası bilemiyorum. Onlar bu şekilde algılıyorlar mı onu da bilemiyorum. Aslında ikisinin de nasıl oluştuğuna bakmak lazım. Mesela siyasi parti nasıl tutulur diye iki teori vardır. Bir tanesi çocukluktan beri içerisinde sosyalleştiğiniz bir ortamda bunu tutmayı öğrenirsiniz. Daha çok aileden gelir, onun üzerine eğitimin de etkisi olabilir. Diğer bir teori ise deneyimleriniz ile ilgili. Mesela o parti geçmişte başarılı olmuştur ve siz bunu deneyiminizde artı bir puan olarak yazarsınız. Başarısız bir partiye eksi yazılabilir ve böyle topladığınız bir değerlendirme sonucunda da parti tutmaya başlayabilirsiniz.
Siyasi partilere bakış açısı gelişmiş demokrasilerde bu iki şekilde anlaşılıyor. Bunu bir futbol takımı mantığında tutmak içinde sosyalleştiğimiz bir şey. Sonuçta bu kadar kuvvetli tutuyorsa vazgeçememe gibi bir durum oluyor. İkinci teoride eğer başarısız olduysa artık ben bundan vazgeçer başka partiye geçerim diyebilme ihtimali var. Sosyalleştiği ortamda edindiği bir destekleme ise, aileden veya hayatındaki yaşantısı sırasında daha da kuvvetlendiyse o zaman hemen hemen hiç vazgeçemeyebiliyor. Benzer bir tutum aslında gelişmiş demokrasilerde de olabiliyor. Belki oranlar biraz daha farklı olabiliyor.
CE-ŞŞE-EM: Gelişmekte olan ülke listesinde yıllardır aynı ülkeler var. Neden bu ülkeler hiç gelişim gösteremiyorlar?
ÖK: Gelişim gösterenler var, Güney Kore, Şili bunlar arasında. Az olmasının nedeni kaynakların gelişmesinin ve o atılımın yapılmasının zorluğu. Belli bir siyasi, ekonomik olarak bir düzen var. Dolayısıyla zaten avantajlı olan ülkeler ekonomik olarak pozisyonlarını koruyorlar. Ekonomik kaynak olduğu zaman siyasi açıdan her şey daha kolay. Ama bunun içinden hiç mi çıkılmaz, tabii çıkılabilir. Bunu yapan ülkeler var. İki güzel örnek Şili ve Güney Kore. Hem ekonomik açıdan hem siyasi açıdan daha bizim isteyebileceğimiz bir düzeyde oldukları söylenebilir. İkisi de daha otoriter bir sistemden demokrasiye geçebilmiş durumda. Ekonomik açıdan performansları daha iyi. Tabi sorunları yok değil, hala sorunlar devam ediyor. Ama belli bir atlama yaşayabilmiş bir durumdalar. Niye daha çok ülke yapamıyor, tabi gelişmiş olan ülkeler kendilerinde çeşitli açılardan o pozisyonları korumak için stratejiler seçiyorlar. O da doğal. Bir ülkenin gelişmesi demek, eşitsizlik olarak bakarsak belki başka bir ülkenin daha az etkili olması demek. Tabii o da onların kaybetmek istemediği bir pozisyon. Teknolojik birikimleri daha fazla olan ülkeler daha çok kazanıyor. Birçok ülke teknolojik birikimi ancak kopyalayarak alabiliyor, kendilerinin geliştirmesi için kaynak ayırmaları gerekiyor. Kaynak olmadığı için de hala gelişmekte olan ülke olarak kalıyorlar. Dolayısıyla ülkeler arasındaki sıralamayı değiştirmek çok zor ama imkansız da değil.
CE-ŞŞE-EM: Gelişmeyi önleyen yolsuzluk mu yoksa ülke gelişemediği için mi yolsuzluk var?
ÖK: Bunun ampirik çalışmasını yapmak çok zor. İki faktör arasında korelasyon bulunabiliyor ama hangisi hangisine neden oluyor bunun ampirik olarak gösterilmesi çok zor. Bu konuda deney yapmak hemen hemen imkânsız. Bazen doğal deney ortamlarından yararlanıp bunu anlamaya çalışan çalışmalar var ancak bu çok nadir karşılaşılan bir şey. Biz bunu açıklamaya çalışırken daha çok teorik açıklamalara odaklanıyoruz. Yolsuzluk tabi ki gelişmeyi zorlaştırıyor. Çünkü kaynak israfı var.
Gelişmemiş olmak yolsuzluğa yol açıyor mu, bu daha zor bir soru. Ekonomik olarak gelişmemiş olunca kaynaklar daha az oluyor. Kaynaklar üzerinde rekabet daha kuvvetli dolayısıyla yolsuzluğa bir anlamda yol açan bir sebep. Herkesin o dar kaynaklardan daha fazla almak için bir mücadelesi oluyor. Siyasi kurumlar gelişmemiş oluyor. Bu siyasi kurumların iyi hale gelmesi, yolsuzlukları sınırlayabilecek derecede iyi çalışabilmesi için zamana ve kaynağa ihtiyaç var. Ekonomik gelişmeye bağlı olan siyasi kurumların sonradan bu ülkelere gelmiş olmaları ve daha zamana ihtiyaçları olduğu için yeteri kadar yolsuzlukları sınırlayacak derecede kuvvetli olamayabiliyor.
CE-ŞŞE-EM: Latin Amerika siyaseti ile bizim siyasetimiz arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?
ÖK: Latin Amerika çok büyük bir alan. Kendi içinde de çok özellikleri var ama gerçekten çok benzerlikler de var ve ilgisini çekiyor insanların. Bu konuda çalışma yapan çok fazla kişi var. Bizim üniversitemizde Latin Amerika ile ilgilenen Oya Hoca var, ben varım, eskiden Işık Hoca vardı. Hemen hemen büyük siyaset bilimi programlarında mutlakta bir ilgilenen oluyor. Çünkü belli bazı konular çok ortak. Mesela demokratikleşme, eski tarihe bakarsak askeri darbeler, siyasi-ekonomik sorunlar, belli bir gelişmişlik düzeyini paylaştığımız için onunla ilgili sorular…
Literatürü de çok kuvvetli olduğu için çok insanın ilgisini çeken bir alan. Çok büyük farklılıklar da mevcut. En büyük farklılıklardan bir tanesi koloni geçmişinin olmaması, yani koloniyal bir geçmişleri var. Bu da oradaki eşitsizliği inanılmaz derece de artırıyor. Bizden farklı olarak yapısal çok büyük bir eşitsizlik mevcut. Biz o açıdan daha şanslıyız. Bizde eşitsizlik yok mu, var tabii ama Latin Amerika’da bu çok daha fazla. Son zamanlarda belki dinin siyasete etkisi açısından farklılıklar ortaya çıkabiliyor. Gerçi şimdi orada da mesela Brezilya’da etkili olmaya başladı, ama genel olarak kimlik siyasetlerinde daha ilerici kararların alınabildiği bir bölge. Orada dinin siyasete etkisine baktığımızda büyük farklılıklar görebiliyoruz. Hem vurgulanan konular açısından hem farklı grupların bakışları açısından… Birçok ülkede sivil toplum çok daha gelişmiş durumda. Bizde hala çok zayıf durumda.
CE-ŞŞE-EM: Siyasi partilerin günümüz dünyasında var olabilmesi için ne gibi yatırımlar yapması gerekir?
ÖK: Siyasi partilerin gençlere hitap edebilmesinde büyük bir sorun var. Hem siyasi hem ekonomik açıdan değişiklik isteniyor. Ülkelerde bunları sunabilen partiler var mı, genel olarak böyle bir sorun var. Daha etkili ve değişime yol açabilecek pozisyonlar alabiliyorlar mı? Siyasi partilerin kendi iç çalışmalarından dolayı değişiklik yapabilmeleri bazen çok zor olabiliyor. Bunlar çok uzun süredir gelişmiş kurumlar oldukları için aday seçimi, organizasyon gibi konularda değişiklik yapmaları zor olabiliyor. Mesela Amerika’da görüyoruz. Şimdi topluma hitap edebilen aday bulma konusunda sıkıntı çekiyorlar. Çıkardıkları adaylar da seçimlerde ne kadar başarılı olabiliyor? Parti içine hitap etmesiyle genel seçmene hitap edebilmesi konusunda farklılıklar olabiliyor. Yerleşmiş kurumlar, isteklere daha hızlı ve kuvvetli bir şekilde cevap veremeyebiliyorlar. Ne yapılabilir? Eskiden mesela kaynaklar da çok farklıydı. Parti üyelerinden gelen kaynaklara dayalı bir parti organizasyonu olabilirken, şu an hemen hemen imkânsız. Adayların getirdiği lobilerin getirdiği kaynakları üzerinden veya devlet kaynakları üzerinden çalışılıyor. Bu durumda belki birazcık daha parti üyelerinden kopuk bir yapı gelişiyor. Parti üyelerinin daha etkili olabileceği mekanizmalar getirilebilir. Çok farklı deneyimlerde mevcut. İspanya’da, Latin Amerika’da, parti üyelerinin hem kararlarda hem fonlama konusunda daha etkili olduğu örnekler de var. O zaman daha katılımcı bir siyaset oluyor. Belki parti üyelerinin etkisini artırabilecek daha katılımcı bir yapıya geçmeye çalışmak etkili olabilir.
CE-ŞŞE-EM: Akademisyen olarak yaşadığınız en komik anınız nedir?
ÖK: Akademisyen olarak eğitimle belki alakalı değil de doktora araştırması için Arjantin’e gittiğimde, küçük bir şehre gitmiştim. Orada radyo programına katılmıştım çünkü çok ilginç gelmişti, Türkiye’den birisi gelmiş ne yapıyor burada ne çalışıyor diye. Bana Türkiye’den gelen birisi burada ne hissediyor gibi sorular sorulmuştu, komik anım olarak bu aklıma geldi.
CE-ŞŞE-EM: Neden siyasi arenada siyaset bilimciler az? Ağırlıklı olarak hukukçu, iş adamı vb alanlardan siyasetçiler görüyoruz.
ÖK: Aslında birçok akademisyen kendisi aktif olarak siyaset yapmak için bu alanı seçmiyor. Sonrasından ilgisi ve deneyiminden dolayı siyasetçi olanlar olabilir ama daha çok çoğu kişi bunu araştırmak, öğrenmek, öğrendiklerini paylaşmak için yapıyor. Neden daha çok avukat vardır mesela çünkü aslında hem siyasete yakın bilgilere sahipler hem de bence siyasette en önemli kaynak bir aday için, ne kadar sosyal çevresinin olduğu. Çünkü ne kadar çok kişi üzerinde etkisi varsa, siyaset için o kişileri mobilize edebiliyorsa, siyasette daha başarılı oluyor. Avukatlıkta zaten kendi meslek yapılarından dolayı, doktorluk da öyledir, daha çok sosyal bir çevresine sahip olmasını sağlayan, toplum içi ilişkileri kuvvetli olan meslekler.
CE-ŞŞE-EM: En sevdiğiniz kitap ve en son okuduğunuz kitap nedir?
ÖK: En son okuduğum kitap, Built on Sand. Berlin’deki değişimleri anlatan bir kitaptı. En sevdiğimi kitabı söylemek çok zor. Roman olarak, Dostoyevski’nin Budala isimli kitabı.
CE-ŞŞE-EM: Bir film öneriniz var mı?
ÖK: Pedro Almodóvar’ın Acı ve Zafer isimli filmi.
CE-ŞŞE-EM: En sevdiğiniz şarkı?
ÖK: El Choclo isimli bir tango.
CE-ŞŞE-EM: Sizce neden Sabancı Üniversitesi?
ÖK: En klasik cevaplardan bir tanesi, öğrenciler burada ne çalışacağına daha sonradan karar verebiliyor. Bence bu güzel bir şey çünkü liseden mezun olduklarında neye yönelmek istediğini bilmiyorlar. Dolaysıyla burada değişik alanlarla ilgili değişik dersleri almaları daha bilinçli karar vermelerine yardımcı olmakta.
Onun dışında burası çok özgür bir yer. Bir akademisyen olarak düşündüğümde çok özgürlükçü yapıda hissediyorum. Derslerimde hiçbir zaman şunları söylemiyim diye düşünmedim ve bence öğrenciler de düşünmüyor. Genel olarak herkesin daha rahat olduğu bilhassa bizim sosyal bilimler açısından bu çok önemli. Farklı görüşlere sahip insanların bunu paylaşabiliyor olduğu ve Türkiye’de duyduğumuz kutuplaşmanın getirdiği birbirini dinlememesi ve ters tepkiler vermesi gibi durumların hiç yaşandığını görmediğim bir ortam. Öğrenciler o olgunluğa sahip, birbirlerini dinleyip, farklı düşünüyorlarsa birbirlerini yapıcı bir şekilde eleştirebiliyorlar. Üniversite çok değişik alanlarda çok farklı bilgiler edinebildiğiniz bir dönem. Bunu özgürlükçü bir ortamda yapabiliyor olmak çok büyük bir şans.
Sabancı Üniversitesi’ni tercih etmemdeki sebep siyasi ve sosyal açıdan liberal bir kurum olarak görmem. Farklı görüşlerin paylaşılabileceği ve akademik özgürlüklerin çok kuvvetli olduğu bir kurum. Sonra neden akademisyen olarak Sabancı Üniversitesi dersem, beraber çalıştığım insanları da çok seviyorum. Katıldığımız seminerlerde birbirimizin çalışmalarına geri bildirimler yapıyoruz. Özetle akademik özgürlükler ve beraber çalıştığım meslektaşlarım diyebilirim.
Cenk Eligüzeloğlu, Şebnem Şevin Eraslan, Özge Kemahlıoğlu, Eren Mutlu
Akademisyene Sor: Özge Kemahlıoğlu
Özge Kemahlıoğlu Kimdir?
Sanat ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Özge Kemahlıoğlu hakkında detaylı bilgi edinmek için lütfen tıklayın.
#AkademisyeneSor nedir?
Öğretim üyelerimizin kendileri hakkında merak edilen soruları yanıtladığı #AkademisyeneSor Projesi Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 2019 mezunumuz Merve Üre ile Yönetim Bilimleri Fakültesi 2019 mezunumuz Ecem Dinçdal tarafından hayata geçirildi.
#AkademisyeneSor’un yeni döneminde Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği Programı 3.sınıf öğrencisi Cenk Eligüzeloğlu, Endüstri Mühendisliği Programı 2.sınıf öğrencisi Eren Mutlu ve Endüstri Mühendisliği Programı 3.sınıf öğrencisi Şebnem Şevin Eraslan görev alıyor.
Akademisyene Sor, öğretim üyelerimiz ile öğrencilerin sorularını buluştururken, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi’nin değerlerinin tanıtılmasını ve dışarıdan daha iyi anlaşılmasını amaçlıyor. #AkademisyeneSor videolarını Instagram hesabımızdan izleyebilir, öğretim üyelerimize merak ettiklerinizi sorabilirsiniz.