#AkademisyeneSor'un yeni konuğu Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Görevlisi Erhan Budak oldu.
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Görevlisi Erhan Budak
“Kendinizi farklılaştırmanız gerekiyor”
CE-ŞŞE-EM: Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde eğitim görmek mi daha iyi yoksa yurtdışında eğitim görmek mi?
E.B: Yurtdışı çok büyük, tek bir küreden bahsediyoruz. Türkiye’nin iyisi mi, yurtdışının ortalama bir üniversitesi mi, oranın ortalama üstü bir üniversitesi mi, bunu karşılaştırmak çok zor. Ama şunu diyebilirim; mesela Erasmus programı var. Ben her öğrencinin bundan istifade etmesinin olumlu bir davranış olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu sadece sizin kariyerinizdeki mesleğinizle ilgili olan gelişme değil. Dünyanın gerisinde insanlar nasıl yaşar, yabancı bir üniversitede eğitim nasıl veriliyor öğreniyor, orayla burayı nasıl karşılaştırabiliyorsunuz. Sosyal olarak da Türk toplumu içerisinde yaşıyorsunuz, burada büyüyoruz. Tabi artık eskisi gibi değil; internet dolayısıyla iletişim araçları çok gelişti bundan ötürü dış dünyada neler olduğunu görebiliyoruz. Ama yine de orada fiziksel olarak bulunmak, yaşamak orada belirli bir tatil gibi 3-5 değil de bir dönemi geçirmek size sosyal olarak da, mesleğiniz için de katkı sağlayacaktır.
“Önemli olan öğrenciyken en iyi eğitimi alabilmek”
Sırf X ülkesinde diye, o ülke çok meşhur diye gidip orada çok sıradan bir yerde okumaktansa, burada çok iyi bir üniversitede okumak bence daha doğru. Çünkü siz o ülkenin adını taşımayacaksınız, aldığınız eğitimi taşıyacaksınız. Önemli olan öğrenciyken en iyi eğitimi alabilmek. Ama başka bir Y ülkesinde çok iyi bir üniversitede çok iyi bir fırsat buldunuz ve bu biraz sizin ve ailenizin kişisel kararınıza bağlı. Ben 11 yıl Kanada’da yaşadım. Orada hem akademik çalışma yaptım, doktora yaptım. Sonra da endüstride; uçak motoru fabrikasında çalıştım. Bu benim kişisel görüşüm; insan kendi yaşadığı, geliştiği, büyüdüğü kültürde her bakımdan daha rahat oluyor; sosyal olarak da daha rahat mesleki olarak da. Çünkü şöyle bir fark var; burada sizin doğal bir bağlantınız var. Orada doğal bir bağlantınız yok; sonradan yaratıyorsunuz. Nedir doğal bağlantı; çocukluk arkadaşların, ailen, komşuların. Bunlar sizin geçmişten beri getirdiğiniz bir doğal bağlantıdır. Başka bir yerde tabii ki bunu başlatabilirsiniz, oluşturabilirsiniz, sosyal insansınızdır, bunları yapabilirsiniz ama doğal bağlantı kadar olması zor. Ama ülke içindeki ekonomik ve sosyal nedenlerden ötürü dışarıyı düşünenler var. Üniversiteye giriş sınavı diye hepinizin yaşadığı çok büyük bir şey var. Ondan kaçınmak isteyen olabilir. Bunlar çok detaylı konular. Tek bir cevap vermek çok zor; hatta imkânsız. Nasıl karşılaştırabilirsin ki? Şehir olarak da Ankara’da mı yaşamak istersin, İstanbul’da mı? Ya da Antalya’da mı yaşamak istersin, İzmir’de mi? Bu kişisel sebeplere de bağlı. Kimisi mesela özgür olmayı ister. Bir öğrencim vardı, büyük şehirlerde evim büyük olsun, arabam büyük olsun, havuzu olsun bana yeter diyordu. Ama kimisi de diyebilir ki benim arkadaşım, sosyal ortamım olmalı, gidip bir film seyrettiğim, müzik dinlediğim zaman aynı duyguları hissedebileceğim insanlarla beraber olmak kimisi için önemli. Biraz kişisel yani.
CE-ŞŞE-EM: Akademisyen olmaya nasıl karar verdiniz? Alanınız dışında bir konuda çalışmış olsaydınız, hangi konuda çalışmak isterdiniz?
E.B: Bir konuda uzmanlaşıp o konuda araştırma yapmak ve öğrenmek benim hep ilgimi çekmişti. Teorik çalışmak hoşuma gidiyordu ve bir işin sadece konusuna bakmamak lazım, işin çalışma koşulları da önemli. İnsanlarla iletişim içinde olmak, genç arkadaşlarla beraber olabilmek, yapabilirsem bir şeyler öğretmek ve birilerinin hayatına bir katkım olması benim hoşuma gidiyor.
Viyana Üniversitesi’nde iyi bir profesör arkadaşım var, doktorasını orada yapmış. Ona “Nasıl Viyana’ya gittin? ”diye sormuştum. Bana çok basit bir şey anlatmıştı. Babasının işi dolayısıyla değişik şehirleri dolaşıyordu, ortaokul yaşlarında bir şehre gitmişler, orada bir Almanca hocası varmış. Almanya’dan yeni gelmiş, onlarla çok ilgileniyormuş, o da ilgilenmiş. Almancası çok ilerlemiş, hocası onu desteklemiş ve ondan sonra Viyana’ya gidip orada okumuş. Bir hocanın insan hayatında yaptığı şey. Öyle bir şey yapabildiği zaman insan mutlu oluyor, bunu kendi çocuğun için de yapmak istiyorsun ama daha geniş bir gruba yapabildiğin zaman da etkin oluyor. Tabi olayın biraz daha bencil kısmı da var, mesela meşhur olmak istiyorsun. “Ben bir şeyler yapayım, tüm dünya duysun, bir tek burada belirli bir yerde kalmasın.” Mesela ben endüstride çalışırken benim biraz hoşlanmadığım kısımlarından birisi oydu. İzole hissediyorsun kendini. O şirketin konularıyla ilgileniyorsun, oradaki problemlere yoğunlaşıyorsun, yaptığın şeyler ticari nedenlerden ötürü orada kalıyor. Ben onu yayınlayayım diyorsun, bütün dünyanın duymasını istiyorsun ama olmuyor. Bu konu beni biraz rahatsız ediyordu. İstiyorum ki bütün dünyaya aktarabileyim bu bilgiyi, dediğim gibi “bencil kısmı” da var. Tanınmak istiyorsun, otorite olayım, insanlar beni bilsin, bu konuda çağırsınlar, ben de onlardan bir şeyler öğreneyim. Akademisyen olmaya öyle karar verdim.
Mühendislik alanında ben istediğim bir yerdeyim gerçekten. Neden çünkü talaşlı imalat çok multi disipliner bir konu. Bazı konular vardır tek disiplinden ibarettir. Talaşlı imalatın içinde makine, malzeme, mekatronik, software, elektronik, her şey var. Tabi hepsinde uzman olmak mümkün değil ama hepsi ile ilgileniyorsun. Hepsinden bir şeyler öğreniyorsun. Bu da insanı bayağı tatmin ediyor. Belki daha da önemlisi çok hızlı uygulamaya giden bir şey, yani bazı konularda çalışırsın, belki ömrün yetmez, senden sonra uygulamaya konulur. Ama hani talaşlı imalatta böyle yeni bir teknik bulduğunda, yeni bir yöntem bulduğunda, bir problemi çözecek, bir yerde bir ilerleme sağlayacak bir şey bulduğunda, çok hızlı olarak uygulayabiliyorsun. Çünkü bottom line’a etkisi var, ekonomiye faydalı. Bir şeyin üretimini yarım saatten 20 dakikaya düşürüyorsan bu bir şirket için çok önemli. Kalite problemlerini yüzde birden, binde bire indiriyorsan, bu maliyet açısından çok önemli bir şey. Onun için mühendislik alanında düşünmezdim. En zayıf olduğum konuda isterdim, o da tarih. Benim tarih ile başım hep derde girdi. Lise çağlarında da, üniversite çağlarında da ama yaşım ilerledikçe bir baktım ki çok ilgiliyim, öğrenmek de istiyorum. Bugün niye buradasın, bu dünyanın hali niye böyle, bu ülke niye bu şekilde, işte ne bileyim niye insanlar bu şekilde yaşıyor, bunları anlamak insana çok zevk veriyor.
CE-ŞŞE-EM: Talaşlı imalat için yurtdışı yüksek lisansında hangi ülke ve okulları önerebilirsiniz?
E.B: Talaşlı imalat, diğer mühendislik disiplinleri gibi devrilen, evrilen, gelişen bir konu. Bunun 50 sene önceki imalatta kullanılan tekniklerin ve eğitimin içeriğine ve bugünküne baktığınız zaman çok fark var. Neden? Çünkü bugün çok daha fazla bilgisayar ortamında yapılan işler var. Bugün çok daha fazla mekatronik sistemlerinin içine girildiği bir konu. Endüstri 4 diye büyük bir furya var aslında bu çok uzun zamandır devam eden bir şey. Bunun içinde akıllı imalat sayabilirsiniz, dijitalleşme var. Nedir bu? Gidip bir makine üzerinde işlemi yapmadan önce, hatta makinenin kendisini yapmadan önce bunu bilgisayar ortamında simüle, analiz, optimize etmek gibi konular geliyor gündeme. Çoğu zaman olayın mekanik, malzeme, makine kısmına ek olarak matematik çok önemli. Bunun üzerine bilgisayar programlama ve burada yapacağınız simülasyonlar çok önemli. Sensörler dediğimiz algılayıcılar ve buradan alacağınız veriyi nasıl işleyeceğiniz çok önemli. Yine gündemdeki çok önemli konu; Big Data ya da Data Analytics denilen üretim sistemlerinden de data çıkıyor. Aşağıdaki makinelerin üzerinde biz bir dolu sensörlü veri topluyoruz. Kuvvet, titreşim, sıcaklık verisi topluyoruz. Bu veriyi nasıl analiz edeceğimiz önemli. Bunların hepsini topladığın zaman hangi üniversiteler nerede ortaya çıkıyor? Talaşlı imalatta önde olan ülkeler var, tarihsel olarak; mesela Almanya. Bazı ülkeler var, geçmişte çok ileriydi, mesela İngiltere, Amerika. Bunlar zaman içinde birtakım siyasi, politik kararlardan ötürü biraz yerlerini kaybettiler. İngiltere imalatı kendi ülkesinde yapmak istemediğini söyledi, Çin’de, Hindistan’da yaptırdı. Amerika 90’lı yıllarda bu furyaya katıldı. Şöyle bir sorun ortaya çıkıyor; üretimi başka yerde yaptırıyorsunuz, belki daha ucuza yaptırıyorsunuz fakat istihdamı nasıl sağlayacaksınız? Özellikle Türkiye için bu çok önemli bir konu çünkü genç nüfusu var, alttan geliyor genç insanlar bunlara nasıl iş olanağı sağlayacaksınız? O zaman bir bakıyorsunuz bu sürekli değişiyor.
İngiltere’de 15 sene önce (Sheffield Üniversitesi’nin içinde) Advanced Manufacturing Research Centre (AMRC) kuruldu, birden bire büyüdü ve şu anda dünyadaki en büyük merkezlerden bir tanesi. Bana bu soru 20 sene önce sorulsaydı İngiltere’yi katmazdım, ama şimdi derim ki İngiltere iyi bir durumda olmaya başladı. Almanya klasik olarak hem otomotiv, hem makine sektöründeki liderliğinden ötürü Alman Üniversitelerinin birçoğunda iyi düzeyde araştırma yapılıyor, eğitim veriliyor. Bunların başında Aachen var, Hannover Üniversitesi, Dortmund Üniversitesi var. Bunlar üretim alanında ve talaşlı imalatta önde gelenlerdir. Ama Japonya gibi bir ülke hiçbir zaman için imalatı bırakmadı. Japonya ileri bir ekonomiye sahip, araştırmada önde gelen bir ülke, ama imalat sektörünü hiçbir zaman için terk etmedi. Onun için Japonya üniversitelerinin önde gelen Nagoya, Kobe, Tokyo Üniversitesi’nde bu alanda araştırmalar var. Tabii bir de son 20 yıldır, belki de biraz daha fazla bir zamandır büyük bir dev gelişiyor: o da Çin. Çin’in birçok yerinde artık bu tür araştırmalar var. Bazıları daha yeni gelişiyor, bazıları epey yol kat etti çünkü alt yapıya çok yatırım yapabildiler ekonomik güçlerinden dolayı. Amerika da dediğim gibi çok azaldı, yazılımda ya da tasarımda, malzemede, biyoteknolojide, IT sektöründe Amerika’daki birçok üniversite güçlü; ama özellikle “machining” dediğimiz talaşlı imalat alanı çok azaldı. Birkaç tane üniversiteye düştü. Onun da değişeceğini düşünüyorum. Çünkü Amerika da üretiminin bir kısmını geri alıyor, hatta günlük haberlerde falan duyabilirsiniz. Kanada çok gelişti. Hiçbir zaman için üretimi bırakmayan bir ülke. Ekonomisi için önemli olduğuna inanıyorlar.
Bir üretiminiz olduğu zaman, eğer sağlıklı bir yapı kurulmak isteniyorsa desteklemek için üniversiteyle paralel gitmek zorundasınız. Her sektör için bu doğrudur. Üniversitelerde eleman yetişecek. Sizin gibi genç arkadaşlar modern teknikleri, yöntemleri öğrenecek. Bu üniversiteler araştırma yapacak, sanayiye çözüm üretecek, yeni teknolojiler geliştirecek, bu döngü böyle devam edecek. Yine tek bir cevabı yok bunun. Ama sayabileceğimiz belli başlı ülkeler İngiltere, Almanya, Kanada, Japonya gibi ülkeler. Tabi burada kültürel farklılıklar ortaya giriyor. Alman kültürüne belki biraz daha yakın olabiliriz, uzun zamandır tanıdığımız bir ülke. Japonya biraz daha uzak, biraz daha farklı bir kültür. Bu da bir zenginlik aslında.
Benim genç arkadaşlara dediğim şey “kendinizi farklılaştırmanız gerekiyor artık.” Yani 100 kişilik bir sınıfın içinde sizin bir farkınız olması gerekiyor. Bu bilgi, deneyim, farklı kültürleri tanımak veya dil olabilir. Şu anda Çin’e üretim yapıp bir de Çince bilip Çin’le yakın bağlantıda olduğunuzu düşündüğünüz zaman bu sizi farklı bir yere koyuyor. Bir de talaşlı imalat alanında ne yapmak istiyorsunuz? İyi bir talaşlı imalat mühendisi mi olmak istiyorsunuz? Bu süreçleri bilen gidip aşağıdaki herhangi bir karmaşık makineyi programlayabilen, orada üretim yapabilen, ne tür sorunlar olur onları bilen birisi mi olmak istiyorsunuz yoksa daha derinine gidip, araştırma yapıp ben bu konuda biraz daha ileri seviyede bilgi sahibi olmak istiyorum diyen bir araştırmacı mı olmak istiyorsunuz, ona göre de değişiyor yerler, ülkeler ve üniversiteler.
CE-ŞŞE-EM: Kitap ve film öneriniz var mı?
E.B: En son okuduğum kitap Homodeus, burada yine tarihin başka bir yönü, biliyorsunuzdur zaten. Meşhur bir kitap ve ondan bir şeyler öğrenebildiğime inanıyorum. Bir de yıllar önce okuduğum ve ben de hala çok etkisi olan bir kitap var, yazarı sanırım Dean Hamer idi. Bir biyolog, aslında genetik araştırmacı kitabın ismi Living with Our Genes. Ben bu kitabı 2-3 kere okudum. Birçok soruya cevap bulabildiğimi gördüm. Neden böylesin, neden böyle davranıyorsun sorularının bir kısmı, hani nurture mı nature mı diye bir soru vardır. Yani insanın karakteri yetişmeden mi olur yoksa genetikten mi gelir? Orada aslında birçok şeyin genlerden geldiğini görüyorsun, özellikle unutamıyorum, ikizler üzerinde araştırma yapıyorlar ama doğuştan ayrılmış ikizler üzerinde. Bir tanesi zengin bir aileye evlatlık verilmiş, diğeri sokaklarda fakir bir ailede bulunmuş. İnanılmaz detaylar var, çok ilginç mesela bakıyorsun, ikisinin de köpeği var, kedisi yok. Çok ilginç bir tanesinde köpeklerinin isimleri aynı, aynı marka sigara içiyor. Eşlerine bakıyorlar hemen hemen birbirinin aynı karakterinde eş seçmişler. Araba modelleri aynı seçiyorlar, tatil zevkleri aynı, öyle yaşıyorlar. O zaman bakıyorsun, hakikaten genler bizim hayatımız da epey bir şeyi kontrol ediyor. 30 yaşından sonra genellikle baskın olmaya başladığını anlatıyor ve bu genlerin senin üzerindeki kontrolü çünkü ondan önce biraz gençsin, annen, baban, öğretmenler var ve onların etkisinde kalarak birazcık da olsa etkileniyorsun onlardan. Ama olgunlaşmaya başladığın zaman artık genler kontrol altına alıyor.
Film olarak son yıllarda açıkçası çok fazla film seyredemediğimi itiraf etmem lazım. Zaman da bulamıyorum ama böyle geriye gidip yıllar içinde baktığım zaman Beautiful Life filmi beni çok etkilemişti. Belki ben onu izlediğim yıllarda benim çocuğum da aşağı yukarı aynı yaşlardaydı, ondan dolayı da olabilir.
Müzik olarak da operaya oldum olası 30 yıldır düşkünüm. Mümkün olduğu kadar dinlemek istiyorum. Çünkü bu beni çok etkiliyor. Çünkü işin içinde tiyatronun da olması, orada böyle bir konunun ele alınıyor olması, uzun olması, film ve müzik arasında bir şey gibi olması beni çok etkiliyor. Diyeceksin ki bu konuda bir eğitimin var mı, hayır yok. Bir miktar okudum. Mümkün olduğu kadar takip etmeye çalışıyorum. Oradaki böyle seslerdeki inişler çıkışlar hareketlerdeki değişik şeyler beni etkiliyor. Opera ile ilgiliyim.
Eren Mutlu, Erhan Budak, Şebnem Şevin Eraslan, Cenk EligüzeloğluErhan Budak Kimdir?
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Görevlisi Erhan Budakhakkında detaylı bilgi edinmek için lütfen tıklayın.
#AkademisyeneSor nedir?
Öğretim üyelerimizin kendileri hakkında merak edilen soruları yanıtladığı #AkademisyeneSor Projesi Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 2019 mezunumuz Merve Üre ile Yönetim Bilimleri Fakültesi 2019 mezunumuz Ecem Dinçdal tarafından hayata geçirildi.
#AkademisyeneSor’un yeni döneminde Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği Programı 3.sınıf öğrencisi Cenk Eligüzeloğlu, Endüstri Mühendisliği Programı 2.sınıf öğrencisi Eren Mutlu ve Endüstri Mühendisliği Programı 3.sınıf öğrencisi Şebnem Şevin Eraslan görev alıyor.
Akademisyene Sor, öğretim üyelerimiz ile öğrencilerin sorularını buluştururken, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi’nin değerlerinin tanıtılmasını ve dışarıdan daha iyi anlaşılmasını amaçlıyor. #AkademisyeneSor videolarını Instagram hesabımızdan izleyebilir, öğretim üyelerimize merak ettiklerinizi sorabilirsiniz.