Prof. Stern, ülkelerin, iklim değişikliğine karşı mücadele ederek de ekonomik anlamda bir başarı hikayesi yazabileceğine inanıyor. O nedenle “Hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkeler için, çevre ve iklim sorumlulukları ile ekonomik büyüme arasında bir tercih yapma zorunluluğu yok” diyor.
Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri’nde bu yıl Jüri Özel Ödülü’ne layık görülen London School of Economics and Political Sciences Ekonomi ve Yönetim Profesörü Lord Nicholas Stern, iklim değişikliğine ekonomi merceğinden yaklaşabilen çok özel araştırmacılardan biri. Ekonomi bilimine yaptığı katkının bir nişanesi olarak kendisine Birleşik Kırallık tarafından 2004 yılında “Sir”, 2007 yılında ise “Baron Stern of Brentford” olarak “Lord" unvanı verildi. Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri 2020 Jüri Ödülü almasının arkasında da iklim değişikliğinin ekonomi üzerindeki etkisiyle ilgili yapmış olduğu özel çalışmalar yer alıyor.
Şimdiye kadar 15’ten fazla kitap ve 100’den fazla makale yayınlayan Prof. Stern’in son kitabının adı Why Are We Waiting? The Logic, Urgency, and Promise of Tackling Climate Change (Neden Bekliyoruz? İklim Değişikliğiyle Mücadelenin Mantığı, Aciliyeti ve Vadettiği).
Prof. Stern, ülkelerin, iklim değişikliğine karşı mücadele ederek de ekonomik anlamda bir başarı hikayesi yazabileceğine inanıyor. O nedenle “Hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkeler için, çevre ve iklim sorumlulukları ile ekonomik büyüme arasında bir tercih yapma zorunluluğu yok” diyor.
COVID-19 salgınının ciddi bir küresel depresyon riski yarattığına dikkat çeken Prof. Stern’in gelişmekte olan ülkelere mesajı şu: “Türkiye dahil pek çok ülke turizmde ani düşüşlerle karşılaşıyor. Bu, çok zor bir dönem olacak. Ekonomilerini hızla büyütmek için zengin ülkelere baskı yapmalı, borçların azaltması veya silinmesi için çaba göstermeliler.”
Prof. Stern’in gazeteSU’ya verdiği özel röportajı yayınlıyoruz.
Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümelerinin sınırlanacağı endişesiyle karbon emisyonlarını azaltmaya istekli olmadıkları düşünülüyor. Buna katılıyor musunuz? Bu doğruysa, daha fazla taahhütte bulunmaya nasıl ikna edilebilirler? Gelişmiş ekonomilerde durum nasıl? Onlarda da benzer teşvikler var mı?
Giderek düşük veya sıfır karbona yönelmenin güçlü bir büyüme hikayesi oluşturabileceğini görüyoruz. Bu keşif, yenilik, yatırım ve büyüme dolu bir hikaye. Ayrıca, bu büyüme iş fırsatları açısından da zengin olabilir. Düşük karbonlu temiz teknolojiler yoluyla üretilen elektrik ve yürütülen diğer faaliyetlerin maliyetlerinin zaten fosil yakıtlardan daha düşük olduğunu görüyoruz. 19. ve 20. yüzyılın teknolojileri, sadece modern teknolojilerden daha kirli değil; aynı zamanda modern düşük karbon teknolojilerinden de daha pahalı. Dolayısıyla, hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkeler için, çevre ve iklim sorumlulukları ile ekonomik büyüme arasında bir tercih yapma zorunluluğu yok. Ayrıca dünya daha temiz olan düşük karbon yönünde ilerledikçe, eski kirli teknolojilerle devam etme tercihinin varlıkların atıl kalmasına yol açacağının farkında olmalıyız. Varlıkların atıl kalması, istihdam kaybı anlamına gelir.
Türkiye ve petrol ihraç eden dört büyük ülke, 2015 Paris iklim anlaşmasını henüz onaylamayan sekiz ülke arasında yer alıyor. Halen Birleşmiş Milletlerin anlaşmayı onaylayan 187 ülke listesinde yer alan ABD ise, 2019 yılında anlaşmadan çekilme prosedürünü başlattı ve bu yıl 4 Kasım'da ayrılacak. Bu gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu, ülkelerin iklim değişikliğini durdurmak için gösterdiği çabaların önünde büyük bir engel midir?
Ülkelerin büyük çoğunluğu 2015 Paris Anlaşması’nı onayladı. Plana göre ABD'nin anlaşmadan çekilmesi, bir sonraki başkanlık seçiminin ertesi günü gerçekleşecekti. Öyle ya da böyle, başkanlık 2021'in başında veya daha sonra el değiştirip bir sonraki başkan göreve geldiğinde ABD anlaşmaya yeniden katılacaktır.
Petrol ihraç eden ülkeler, geleceğin düşük karbonda olduğunu ve buna hazırlanıldığını giderek daha fazla fark ediyorlar. Aslında, Paris Anlaşması’na uyum, zor zamanların baskısı dikkate alındığında kayda değer ölçüde sağlam olmuştur. İş dünyası, ekonominin ve teknolojinin nereye gitmesi gerektiğini zamanla fark etti ve bu eyleme liderlik ediyor. Genellikle hükümetlerin önünde gidiyorlar. Dolayısıyla, bazı iniş-çıkışlar olsa da, Paris Anlaşması dinamiğinin giderek güçleneceğini düşünüyorum.
COVID-19'un dünya ekonomisi üzerindeki etkileri hakkındaki görüşlerinizi paylaşabilir misiniz? Hayatımızdaki birçok şeyi değiştirmeye başladı. Bu salgın karşısında iklim değişikliği konusundaki bakış açınızda bir değişiklik oldu mu?
COVID-19’un sağlık üzerindeki etkileri çok büyük. Ekonomi üzerindeki etkileri de öyle. Üretimde tanık olduğumuz düşüşler ekonomi tarihinde gayet olağandışıdır. Ciddi bir küresel depresyon riski var. Tüm dünyada ülkeler kısa vadede (kurtarma dönemi) istihdamı korumalı ve daha sonra güçlü ve sürdürülebilir bir toparlanmaya yatırım yapmalıdır. Sürdürülebilir faaliyet ve yatırımların standart geleneksel faaliyetlerden daha hızlı istihdam sağlayabileceğini, daha emek yoğun olabileceğini ve daha güçlü ekonomik çarpanlar taşıyabildiğini görüyoruz. Böylece, ihtiyaç duyduğumuz toparlanma ve dönüşümsel büyüme, iklim eylemi tarafından yönlendirilebilir ve bunlarla içiçe geçebilir.
İklim değişikliği ve doğal afetler nedeniyle kapitalizmi sorgulama noktasında mıyız?
İklim değişikliğinin ve doğal afetlerin kapitalizmi geçersiz kılacağını düşünmüyorum. Geçen yüzyılda merkezi olarak planlanan ekonomilerin tarihi çevreye büyük zarar verdi. Öte yandan, fiyat sistemi maliyetleri yansıttığında kapitalizm ve piyasaya dayalı ekonomiler en iyi şekilde işlev görür. Bu sistemlerin, örneğin kentsel tasarım ve milli parklar ve koruma alanları gibi stratejik planlama gerektiren birçok yönü de vardır. Dolayısıyla, kapitalist bir sistem içinde, çevre, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik üzerine aktif politikalarımız olmalıdır. Örneğin, sermaye piyasası, Ar-Ge ve politika eylemi gerektiren ağlar gibi alanlarda birçok önemli piyasa başarısızlığı vardır. Sorunların çoğu küresel olduğundan, politikalar uluslararası işbirliği gerektirir.
COVID-19 salgını genel olarak kapitalizm idealini nasıl etkileyecek? Önümüzdeki on yılda hükümetlerin ekonomik mekanizmalarda önemli bir rol oynayacağını düşünüyor musunuz? Yoksa şirketler mi salgın veya iklim değişikliği konusunda daha fazla sosyal sorumluluk alacak?
Salgın hükümetlerin güçlü bir şekilde müdahale etmesini gerektiriyor. Başlangıçtaki kurtarma aşamasında istihdamın korunması gerekiyor. Çoğu ülkede birkaç yıl boyunca aktif istihdam politikası gerekli olacaktır. Ayrıca, devletin verdiği birçok kredinin yönetilebilmesi için hükümetin ekonomiye katılımı gerekecektir. Dolayısıyla, önümüzdeki yıllarda birçok ülkede devletin daha önce gördüğümüzden daha güçlü bir rol oynadığını göreceğiz. Bu sağlık, istihdam, yatırım, eğitim, finans ve diğer bazı alanlarda geçerli olacaktır. Şirketlerin, en azından iyi şirketlerin, çalışanlarının sağlığı için daha büyük sorumluluklar üstlendiğini görüyoruz. Bunların toparlanmada daha başarılı olacak şirketler olduğunu düşünüyorum.
Pandemi sonrası dönemde, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ekonomik toparlanma için önerileriniz var mı? Sizce Türkiye hangi eylem planlarını yürürlüğe sokabilir?
Gelişmekte olan ülkeler ve yükselen piyasa ekonomileri COVID-19 salgınından güçlü bir şekilde etkilendi. Sağlık sistemleri nispeten daha zayıf; sosyal güvenlik sistemleri de öyle. Buna ek olarak, yurtdışından gelen işçi dövizlerinde azalma, sermaye kaçışı ve emtia fiyatlarının düşmesi ile karşı karşıya kalıyorlar. Türkiye dahil pek çok ülke turizmde ani düşüşlerle karşılaşıyor. Bu çok zor bir dönem olacak. Ekonomilerini hızla büyütmek için zengin ülkelere baskı yapmalı, borçların azaltması veya silinmesi için çaba göstermeliler. Aynı zamanda, yatırımcıların geleceğe dönük yönelimi görebilmeleri için açık kurtarma planları oluşturmaya çalışmalıdırlar. Birçok durumda, arazi ve ormanlar da dahil olmak üzere, doğal sermaye programlarında kullanılmayacak olan emeği istihdam etmek için büyük bir potansiyel olacaktır. Kendi içinde sağlayacakları büyük faydaların yanısıra, bu turizm için cazibe merkezlerini artırabilir. Ayrıca, daha zengin ülkelere ihracat için tedarik zincirlerindeki güçlükleri gidermek, girdi sağlamak için bu ülkelerde güven yaratmaya çalışmak da önemlidir. Ancak bunun zor bir dönem olacağına şüphe yok. Bu bağlamda, uluslararası ilişkiler çok önemli olacak ve Avrupa Birliği ve diğer ülkelerle yakın çalışmak esas olacaktır.