20 Ekim 1999 tarihinde ilk öğrencilerine kapılarını açan üniversitemiz 2019 – 2020 Akademik Yılında 20 yılı doldurdu. Biz Sabancı Üniversiteliler üniversitemizin 20.yılını idrak etmiş olmanın heyecanını ve gururunu yaşadık, yaşıyoruz.
20 yıldır… Birlikte yaratıyor ve üretiyoruz. Cesaret ve özgüvenini, bilgi donanımından alan tüm Sabancı Üniversiteliler olarak dünyanın her yerinde geleceğe bakıyor ve onu inşa ediyoruz. 20 Yıldır Geleceğe Bakıyoruz!
Mensubu olmaktan her zaman gurur duyduğumuz Sabancı Üniversitesi’nin kuruluşunda, son derece özgün eğitim sisteminin oluşmasında, kampüsün inşaatında özetle Sabancı Üniversitesi'nin her anlamda inşaasında emeği geçen ve artık aramızda olmayan başta Onursal Başkanımız Sakıp Sabancı, Mütevelli Heyetimizin ilk üyelerinden Işık İnselbağ, Kurucu Rektörümüz Tosun Terzioğlu, Kurucu Genel Sekretemiz Hüsnü Paçacıoğlu, Bilgi Merkezi Kurucu Direktörü Hilmi Çelik, Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyeleri Hakan Orbay, Ziya Boyacıgiller, Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyeleri Erdal İnönü, Şerif Mardin, Dicle Koğacıoğlu, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyeleri Gürsel Sönmez, Plamen Djakov ve Yuda Yürüm, Diller Okulu Öğretim Görevlisi Meral Güçeri ve Bilgi Teknolojileri Yöneticisi Melda Sunman’ı sevgi, saygı ve rahmetle anıyoruz.
Üniversitemizin 20 yılı geride bıraktığı bu süreçte Sabancı Üniversitesi’nin ilk kuruluş yıllarından itibaren görev alan, çalışmaları ile varlığı ile üniversitemize katkıda bulunan akademisyen, idari çalışan ve ilk öğrencilerimiz ile dört sorudan oluşan bir röportaj serisi hazırladık.
Bugün başlayan ve her hafta isme göre alfabetik sıra ile yayınlanacak röportaj serisinin ilk konuğu Ahmet Öncü oldu.
Ahmet Öncü 1 Temmuz 1998 tarihinden beri Sabancı Üniversiteli. 22 yıldır Sabancı Üniversitesi’nde Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi olarak görev yapıyor. Sorduğumuz dört soruya verdiği cevapları aşağıda okuyabilirsiniz…
Sabancı Üniversitesi ile ilk tanıştığınız zamandan aklınızda kalan kısa bir anı/izlenim var mı?
A.Ö: Sabancı Üniversitesi ile ilgili hiç unutamayacağım bir anım aslında onunla ilgili ilk anımdır. 1996 kışında doktoramı tamamlamış, Kanada’dan ailecek ülkemize dönmüş, Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinden biri olan Bilkent Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştım. Önümüzde yeni bir dönem açılıyordu. Öğrencilerim, yeni tanıştığım meslektaşlarım, ülkeye dönmüş olmanın heyecanı, kolaylıkları ve zorluklarıyla günler birbirini izliyordu. 1998 kışına doğru işler yoluna girmiş, yeni hayatımıza uyum sağlamıştık.
Bu arada Sabancı Üniversitesi’nin kuruluş çalışmalarının devam ettiğini, yakın bir gelecekte eğitime kapılarını açacağını duyuyorduk. Rahmetli Hocamız Tosun Terzioğlu’nun adı Kurucu Rektör olarak geçiyor, o zamanki geleneksel isimlendirmesiyle Kurucu İşletme Fakültesi Dekanı olarak da sevgili Hocamız Muhittin Oral’dan söz ediliyordu. İşte o günlerde bir akşam Tosun Hoca’nın Muhittin Hoca ile birlikte benimle görüşmek için beni İstanbul’a beklediklerini bildiren bir telefon aldım. Doğal olarak, durumu eşime aktardım. Ona, “Galiba bana iş teklif edecekler”, dedim. Uzun bir geçiş sürecinden sonra düzene girmiş hayatımızın yeniden rayından çıkacağı kaygısıyla olmalı, eşim yüzüme ülkemiz insanının geleneksel edasıyla, “akşam akşam iş çıkartma” gibisinden baktı. Karışık duygular içinde Tosun ve Muhittin Hocalarla buluştuğumda ne diyeceğimi bilemiyordum. Hiç beklemeden beni de aralarında görmek istediklerini söyleyerek, iş teklifini yaptılar. Yanıt vermemi beklememişlerdi bile! Hemen bu yeni üniversitenin nasıl bir kurum olacağını heyecanla anlatmaya başladılar. Onlar konuştukça daha ortada kampüsün bile olmadığını, bahsi geçen işin bir hayal olduğunu anlıyor, eğer işi kabul edersem eşimi nasıl ikna edebileceğimi düşünüyordum. Kampüs maketinin resmini bana gösterdiklerinde kaygım daha da artmıştı. İçimden kendime “Bu inşaat ne zamana biter ki?” diye soruyordum. Tosun Hoca her zamanki sakin haliyle sanki gerçekmiş gibi Sabancı Üniversitesi’ni anlatmaya devam ediyordu. Söze Muhittin Hoca katılıyor, aralarında olmayan bir şey hakkında görüş alışverişi sürüyordu. Onları hayretle seyrederken şunu anladım: Bu insanlar bir hayalden gerçekmiş gibi konuşuyorlardı; onlar için hayalleri gerçek gerçekten daha gerçekti. Yeni bir şeyi kurduklarını biliyorlardı. Daha o anda içimde bu kuruluşa katılma arzusunu hissetmiştim. Sonunda, “Eee, ne diyorsun, tamam mı?” diye sordular. Şöyle dediğimi hatırlıyorum, “Bence tamam ama bir de eşime sormalıyım”. İkisi de gülerek, “Tabii ki”, dediler. Eşimi ikna etmem zor olmadı. Çünkü Hocalar hayallerini bana çoktan aşılamışlardı.
1999’da kampüs inşaatı büyük ölçüde tamamlanmış, eğitime başlamıştık. İşte o gün bugündür o hayalin peşinden koşuyoruz. Okulumuzun başarılarını her duyduğumda, işte bu anı bir şekilde aklıma gelir. Hayalleri olmayanların geleceği olmaz, derim. Gelecek bir şekilde gelecektir. Ancak onun inşasına katılanlar ona hazır olurlar. Daha ilk günden Sabancı Üniversitesi’nin bunu başaracağı belliydi. Yani karar doğruydu.
20 yıl önceki haliniz ile 20 yıl sonraki haliniz arasındaki fark ve bu süre içinde Sabancı Üniversitesi'nin size kattıklarını anlatır mısınız?
A.Ö: 20 yıl önceki halimi artık hayal bile edemiyorum. 22 yıllık bir üyesi olarak Sabancı Üniversitesi’ne bakınca bana kattıklarına dair o kadar çok şey görüyorum ki, ne desem eksik kalır. Ancak şunları söyleyebilirim: Saygı kazanmak için saygılı olmak; özgüvenli olabilmek için bilgili olmak; mutlu olabilmek için sevgi dolu olmak; barış içinde olabilmek için ötekinin arzusunu kabul etmek ve son olarak yaratmak için asla yılmamak.
20 yıl sonra Sabancı Üniversitesi dendiğinde aklınıza gelen nedir? Bundan 20 yıl sonra Sabancı Üniversitesi için hayaliniz nedir? Kendinize ilişkin hayaliniz nedir?
A.Ö: 20 yıl sonra bu dünyada olur muyum bilemiyorum. Ama o zaman da Sabancı Üniversiteli olarak bilineceğimi biliyorum. Sabancı Üniversitesi’ne gelince, onun da orada olacağını ve yine o tarihte de geleceği hayal edeceğini tahmin ediyorum.
Yolunuz Sabancı Üniversitesi ile kesişmeseydi nerede ve nasıl olurdunuz?
A.Ö: Bu tür soruları yanıtlamada her zaman zorlanırım. Sözü Nietzsche’ye bırakıp, onu yardıma çağırayım: “Kaderini sev çünkü hayatın bu”!