“4+4+4” Sonrasında...

“4+4+4” Sonrasında Okulöncesi Eğitimde Neler Oluyor?



- Eğitim sisteminde “4+4+4 “düzenlemesinin uygulamaya konulduğu yeni eğitim yılına ilişkin ilk veriler; Türkiye’de toplumun okulöncesi eğitime talebinin artarak devam ettiğini ve bütüncül olarak bakıldığında 36-72 ay yaş grubunda okullulaşma oranlarının yükseldiğini gösteriyor.

- Öte yandan, bu yükselişin, yeni düzenlemeyle birlikte zorunlu eğitim kapsamına alınan ve kayıtları ilkokula yapılan çocukları da kapsadığının altını çizmek önemlidir.

- Çocukların daha erken yaşta okula gitmesi, bilimsel çalışmaların önemini ortaya koyduğu ve toplumun esas talebi olan okulöncesi eğitimin ihtiyaç sahiplerince erişilebilir olduğu anlamına gelmiyor. 

- 5 yaş grubunda olan ve gelecek yıl ilkokula başlayacak her 10 çocuktan 4’ünün, gelişimleri için kritik önemi olan okulöncesi eğitimin dışında olduğu görülüyor.

- Bu durum, “4+4+4” düzenlemesinin, MEB’in 60-72 ay yaş grubunda % 100 okullulaşma hedefine ulaşma gayretlerini zorlaştırdığını gösteriyor.

Rapor için tıklayınız

Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) ve Eğitim Reformu Girişimi (ERG), “4+4+4” düzenlemesini takiben, yeni eğitim yılındaki okullulaşma oranlarını da dikkate alarak bir rapor hazırladı. “Erken Çocukluk Eğitimi ve ‘4+4+4’ Düzenlemesi” başlıklı rapor Türkiye’de okulöncesi eğitime ilişkin son durumu ve çözüm önerilerini ortaya koyuyor.

Raporda, “4+4+4” düzenlemesi sonucunda 48-60 ay yaş grubunun da öncelik haline geldiğine ve bu yaş grubunda 2012-2013 eğitim-öğretim yılındaki okullulaşma oranının bir yıl öncekine göre 13,2 yüzde puanlık bir artışla % 35,6’ya yükseldiğine değiniliyor. 2012’deki düzenlemenin katkı yaptığı bu kayda değer artışın, toplumda okulöncesi eğitime olan talebi göstermesi açısından da çok önemli olduğu vurgulanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın % 100 okullulaşma hedefini tutturmak için kamunun daha fazla irade göstermesine ve yatırım yapmasına ihtiyaç olduğu belirtiliyor. 
Rapordaki verilere göre, velilerin isteğine bağlı olarak ilkokula kaydına izin verilen okulöncesi 5 yaş çağ nüfusunun sadece % 14’ü ilkokula başlamış. Bu yaş grubunda okulöncesi eğitime kayıt yapan öğrenci oranı ise % 48. Bu da velilerin bu yaş grubunda çocuklarını ilkokul yerine okulöncesi eğitime yönlendirmeyi tercih ettiklerini gösteriyor.

Ek olarak, bu veriler ışığında, geriye kalan % 38’lik dilimdeki çocukların eğitim sisteminin dışında olduklarına ve önümüzdeki eğitim-öğretim döneminde okulöncesi eğitim almadan ilkokula başlayacaklarına dikkat çekiliyor.
Oysa toplumsal refaha ve ekonomik kalkınmaya orta ve uzun vadedeki katkıları araştırmalarla tereddütsüz biçimde ortaya konmuş olan kaliteli okulöncesi eğitimin yaygınlaşması ve ülkemizdeki her çocuğa sunulması gerekiyor. Okulöncesi eğitim yaşama başlarken eşit bir fırsat sunuyor, risk grubundaki ya da özel gereksinimi olan çocukların gelişimine büyük katkı sağlıyor ve hükümetler tarafından desteklenmesi önem arz ediyor. Buna karşın, raporda Türkiye’nin Avrupa’da okulöncesi eğitimin hem ücretli olduğu hem de aileye bu alanda herhangi desteğin sağlanmadığı tek ülke konumunda olduğu belirtiliyor.

Raporda, eğitime başlama yaşındaki yeni düzenlemelerin ardından yapılan uygulamalardan elde edilen verilerin ışığında okulöncesi eğitim ile ilgili çeşitli önerilere de yer veriliyor. Bunlar arasında en dikkat çekici olan; ilköğretim öncesi (4 ya da 5 yaş) en az bir yıl okulöncesi eğitimin zorunlu olması. Rapor, okulöncesi eğitime erişimle doğrudan ilişkili olan kritik bir sorun alanını ödenebilirlik olarak tanımlıyor. Türkiye’de anaokulu/anasınıfı ücretlerinin kaldırılması (okulöncesi eğitimin ücretsiz olması), yoksul ailelere koşullu destek sağlanması ve çalışan annelerin çocuklarının okulöncesi eğitime erişebilmesi için kupon benzeri modellerin tasarlanması, ödenebilirlik kaynaklı sorunların üstesinden gelinmesi için dikkate alınması gereken politika seçenekleri olarak sunuluyor.

Raporda ayrıca, okulöncesi eğitimin farklı hizmet modelleri üzerinden yaygınlaştırılması, toplum temelli uygulamaların önünün açılması, nitelikli bir okulöncesi eğitim için standartların belirlenmesi ve kurumların teşvik edilmesi gibi önerilere de yer veriliyor. Okulöncesi eğitimin niteliği ile ilişkili bir diğer kritik nokta olarak öğretmen niteliği üzerinde duran rapor, anaokulu/anasınıflarında hizmet veren öğretmenlerin üçte birinin okulöncesi öğretmenliğine zemin oluşturan bir formasyona sahip olmadığına işaret ediyor.

Öğretmenlerin yetkinliği erken dönemde özel eğitimde de hızla ilerleme sağlanması gereken bir alan olarak öne sürülüyor. Bu nedenle anaokulu/anasınıflarında ve erken özel eğitimde öğretmenlere kaliteli hizmetiçi eğitim olanaklarının sağlanmasının önemi vurgulanıyor.