#AkademisyeneSor'un yeni konuğu Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Ali Rana Atılgan oldu.
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Ali Rana Atılgan
CE-EM-ST-ŞŞE: Merhaba, mühendisliğe ilgi duyan lise öğrencileri için hangi programları önerirsiniz?
ARA: Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’ndeki bütün programların lisedeki arkadaşlara uygun olduğunu düşünüyorum. Bunun nedeni şu, aslında bilim, mühendislik ve teknoloji, bir ekosistem. Bu ekosistemin içinde bazen bilim soruları soruyor mühendisler cevap veriyor. Bazen mühendisler soru soruyor, özellikle neden, niçin sorularını ve bunlara da temel bilimlerle, doğa bilimleri ile uğraşan bilim insanlarımız cevap veriyor. Böyle bir kaynaşmanın başka bir örneğini hatırlamıyorum. Bu yüzden bu ekosistemin spektrumunu, bütün renklerini taşımak istiyorlarsa Sabancı Üniversitesi’nin mühendislik programlarını öneririm.
CE-EM-ST-ŞŞE: Hazırlık sınıfı öğrencisi olarak lisans derslerine girebilir miyim?
ARA: Güzel bir soru. Bütün derslere girmelerini çok önermem. Çünkü dersleri takip edebilmek için öncelik, sonralık sırası gerekiyor. Fakat nasıl bir şey olduklarını anlamaları için biz bütün öğrencilerimizi istedikleri zaman derslerimize davet ediyoruz. Gelip misafir olmalarını isterim.
“İlgi duyduğum alanların ortak özelliği
bir takım çalışması halinde yapılıyor olması”
CE-EM-ST-ŞŞE: Hangi alandaki çalışmaları heyecanla takip ediyorsunuz?
ARA: Sizlere daha önceden yazdığım yazıda görülebileceği gibi ilgi alanlarım genişmiş gibi duruyor. Fakat bunların aslında son derece yalın bir temeli var. Böyle baktığım zaman aslında benim ilgi duyduğum alanların ortak özelliği bir takım çalışması halinde yapılıyor olması. Örneğin, antibiyotik direnci hakkındaki çalışmalarımızı Burak Uçuk, Canan Atılgan ile Amerika’daki University of South Western Texas’taki Ercan hocayla yapıyoruz. Burada takım olmanın, deney yapmanın, deney sonuçlarını yorumlamanın ve bunları modellemenin heyecanını yaşıyoruz. O yüzden tabii ki bağlaşık problemleri çözmekten çok hoşlanıyorum. Fakat bunlardan çok hoşlanmamda takımla birlikte çalışmanın da katkısı olduğunu düşünüyorum.
Aynı şekilde, ince filmleri sıraya dizerek aslında reflectence ile oynayabiliyoruz. Yani istediğiniz kadar reflect etsin, istemediğinizi reflect etmesin. O zaman tabakaları A-B-C olarak değil de B-C-A veya B-C-D olarak dizmeye kalktığımızda bunların sonuçlarına bakıyoruz. İşte burada da bunların nasıl üretildiğini bilmek önemli. Sabancı Üniversitesi mezunu Osman Burak Okan arkadaşımız Şişecam’da çalışıyor. O bize aynı zamanda bunların nasıl üretildiğini, üretim sırasında yaşanan güçlükleri, insanların piyasada neler istediklerini, onların niye bu üretimleri yaptıklarını anlatıyor. Aslında neye gereksinim duyduklarını söylüyor. Böylece üniversitenin ne kadar geçirgen olduğunu, yani piyasa ve endüstriyel ilişkilerinin çok temel merakla anlaşıp ulaşabildiğini görüyoruz.
Bunu şöyle özetleyeyim aslında, İstanbul’daki Bilim Akademisi’nde Ethem Erdem diye tarihçi bir hocamız var. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmaya gittik. Konuşmada tarihle ilgili söylediği bir şey çok hoşuma gitti. Dedi ki ‘ Eğer soru soruyorsanız ve sorunun yarısında insanlar işte bu diyorsa, bu pek önemli bir şey olmayabilir.’ Aslında belki de tarihin bilimiyle uğraşmanın en önemli kısmı öyle bir soru sormak ve o soruları öyle bir araya getirmek ki, aslında ne kadar bulanık olduğu, farklı tarafların farklı şekillerde görebildiği, belli verilerin eksik olduğu için yorumlanamadığı ortaya çıksın ve o soru üzerine insanlar uzun uzun düşünebilsinler.
Şimdi demin konuştuğumuz antibiyotik direnci ile ilgili her şeyi biliyoruz. İnsanlığın başının ne kadar dertte olduğunu veya yansımayla ilgili görünürlük/görünmezlik problemleri, aynı anda hem ışığa engel olabilmeniz hem de ışığa engel olurken telefonlarınızın düzgün çalışmasıyla ilgili problemler ortaya çıkıyor. Bu aslında tam olarak soru değil. Aslında bu insanların istekleriyle ilgili bir durum. Böyle bir şey olmasını istiyorlar, sıkıntı çekiyorlar. Şimdi bu sıkıntının içindeki soruları nasıl ayıklayacağız? Buradan soruları nasıl üreteceğim? Bu soruları üretmekle ilgili uğraşı aslında en çok hoşuma giden şeylerden bir tanesi. Peki sıraya dizerken, sırayı değiştirmemin nasıl bir önemi olabilir? Birisinden geçtikten sonra ötekine geldiğinde bu, bunun özelliklerini değiştiriyor mu? Kaç değişik şekilde sıraya dizerim? Bu gibi soruları arka arkaya sorduğunuzda bir takıma ihtiyaç duyuyorsunuz. Takımdaki arkadaşlar sizi besledikçe merakınız artıyor. Merakınız arttıkça daha fazla soru soruyorsunuz. Daha fazla soru sordukça aslında orada daha bulanık noktaları ortaya çıkarıyorsunuz. Böylece ne kadar fazla bulanık nokta olduğunu görüyorum. Takım halinde çalışıyoruz ve bu noktalar ciddi bir şekilde ilgimi çekiyor.
CE-EM-ST-ŞŞE: Çalışmalarında ilham almak isteyen öğrencilere ne tavsiye edebilirsiniz?
ARA: Kant’ın aslında sokak sokak dolaşıp ders vermek için kendisine öğrenci aradığıyla ilgili bir rivayet duydum, herhangi bir yerde bunu doğrulatamadım. Enterasan, o yüzyıllara bakıyorum, çok az şey biliniyor. O zaman aslında siz bir şeyler biliyorsunuz. Bilmenin ötesinde güzel sorularınız var. Ve o soruları sorma ve sıraya dizmeyle ilgili insanlara bir şeyler anlatmak istiyorsunuz. Fakat öyle bir talep yok. Şimdi bu yönden baktığımda öğretim üyeliği çok hoş, sınıfa giriyorsunuz talep orada. Yani herkes sizi bekliyor orada. Şimdi 21.yüzyıla geldiğimizde bu enteresan bir hal aldı. Acaba bize ihtiyaç var mı? Aslında cümleleri kurabildiğiniz anda teknolojik aletlerden epey bir şey indirebiliyorsunuz.
Şimdi bir tarafta kimse bir şey merak etmiyor, diğer tarafta da merak edenler de çok değişik kanallardan, değişik şekillerde hızlıca cevapları bulabiliyor. Bu ikisi, aslında iki uç ama bana çok benzer geliyor. Bir tanesinde önce onları meraklandırmanız ve sonrasında bildiklerinizi anlatmanız gerekiyor. Diğerinde ise tamam bu doğru, buradan onu okudunuz, oradan onu dinlediniz ama birisinin size onları sentezlemesi gerekiyor. Siz aslında onları merak ettikten sonra nasıl bir katkıda bulunabilirim diye düşünüyorsunuz. O katkıda bulunabilmek ile ilgili bir şeyi yapmak için bir desteğe, bir koça ihtiyaç duyuyorsunuz. O yüzden günümüzdeki öğretim görevlilerinin en önemli görevlerinden bir tanesi anlattıkları şeye girişmeden evvel, bir araştırma yapmaları, neler gördüklerine bakmaları ve aslında o görülenleri nasıl toplarım diyebilmeleri.
Bilimle uğraşmak istiyen kişinin büyük ihtimalle çok değişik konularda merakı vardır. Eminim ki merakıyla ilgili bir kaç şey sorgulamıştır. O yüzden illa ya lisede ya da üniversiteye ilk geldiğinde bu soruları sormaya başlamıştır ki biliyorsunuz Sabancı Üniversitesi’nde öğrencilere kapımız her zaman açık. Öğrencilerimizin dersle ilgili ve ders dışındaki tüm sorularına her zaman kapımız açık. Sorularını sorduklarında görecekler ki, bu bir düğme gibi oradaki iplik çekildiğinde öğretim üyesinden bir şeyler alacak ve bu konuyla ilgili nereye yönelmesi, neleri nasıl yapması gerektiğini öğrenecek, nereye odaklanacağını görecek ve daha da meraklanacak. Önerim bunları paylaşmaya girişmeniz.
Sabancı Üniversitesi’ndeyse ben bunu bir çiftlik olarak görüyorum. Hani sadece öğretim üyesinden öğrendiğiniz bir çiftlik değil, arkadaşlarınızdan da öğrendiğiniz bir çiftlik. Yani hem öğretim üyelerinin kendi aralarında bir etkileşimi var. Öğretim üyesi öğrenci etkileşimi var. Öğrencinin öğrenci ile etkileşimi var ki bu bence çok önemli. O yüzden öğrencinin merakını arkadaşlarıyla paylaşması, örneğin hemen bir 201 projesi almak yerine bu merakını giderip ondan sonra 201 projesi almaya karar vermesi veya bir PURE projesini arkadaşıyla değerlendirdikten sonra, "Ben bunu merak ettim, bunu yapıyorum" demesini aslında daha çok isterim.
CE-EM-ST-ŞŞE: Havacılık mühendisliği malzeme bilimi ve nanomühendislik çalışma alanlarınıza nasıl yansıyor?
ARA: Tam anlamıyla benim aslında kronolojik hikayem. Ben aslında uçak malzemeleri üstüne TÜBİTAK doktora bursu aldım. O yıllarda direkt doktora programları veriliyordu. Orada kompozit malzemeler alanında çalışıyordum. O zamanlar kompozit malzemelerin iç yapılarıyla ilgileniyoruz derken, mikro yapılarıyla ilgileniyoruz diye söylerdik. O dönemde nano kelimesi fazla yoktu, ama fark ettiğimiz şeylerden biri şuydu. Mesela benim ilk çalıştığım problem enteresan bir problemdi. O dönem havacılıkta bir uçak vardı. Uçağın en önemli özelliği motor ve pervane kısmı uçak kalkarken yukarı doğru bakmasıydı. Aynı helikopterin çalıştığı gibi. Kalktıktan sonra ileri uçuşta motorlar dönüyor ve ileri doğru gidiyordu. Yani uçağı, hem helikopter gibi kalkışta hem de düz uçuşta kullanabiliyordunuz. Ama işin enterasan tarafı kanat yapılarına içeriden baktığınızda kanadı gövdeye bağlanırken doksan derece yapmaz ki bunun tutma açısı ve şekli önemlidir. Pervane dönerken bu nasıl şekil değiştirir, önüne hangi engeller gelir? Öyle bir şey yapacaksınız ki çektiğinde açınız değişsin. Melih hocamızla şu anda da yürüttüğümüz bir proje var, fiberların yönünü ona göre belirlemelisiniz. Eti keserken zayıf yerden keserken daha kolay kesilmesi gibi fiberleri de o yönden kestiğinizi düşünün. İlk başta yapmaya çalıştığımız şey fiberleri orient edip onu çektiği anda yönünün değişimini sağlamaktı. Bunları becerdik ama sonra soru olarak şu gelmeye başladı: acaba belli bir irtifadan sonraki buzlanmaya engel olabilir miyiz? Şimdi orda buzlanmanın olması için bir sıvının olması ve bu sıvıyı sevmeyip atmanız gerek. Bunun nasıl bir yapısı olabilir? Bu dönemde daha aşağı bir yapıya inmeye başladık: Nano yapılar. Bakılıyor ki bazı yapılar suyu sevmiyorlar. NS derslerinden biliyorsunuzdur: fidrofilik hidrofobik. Peki bunların iç yapıları nasıl? Biz bu yapıların benzerini yapabilir miyiz? Bunun için daha çok iç yapıyla oynadık. Oynadıkça da biyolojiye girmeye başladık. Bir anda mikro yapılar önem kazanmaya başladı. Burada da benim hayat hikayem çıkmaya başladı.
CE-EM-ST-ŞŞE: Fitoterapi ve ilaç sektörünün geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
ARA: Fitoterapiyi duymadım ama ilaç sektörünün geleceği hakkında düşüncelerimi söyleyebilirim. Galiba ABD'de özel şirketlerin araştırmalara ayırdığı paranın devleti geçtiği yer ilk defa ilaç sektörü oldu ve bunun başladığı yıllar 90’ların başı. Bu yüzden ne kadar daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyduğumuz ortaya çıkıyor. Elbette bu daha devam ediyor. Ukalalık saymazsanız burada birkaç tane kanal var. Bir tanesi yaptığınız ilacın elinizde patenti olması ve bunu sadece bir markanın kullanması. Bu özel olarak panellerde tartışmamız gereken bir şey. Bunun tekelini elinizde bulundurmak, ihtiyacı olana vermemek ile ilgili ayrı bir alan var ve bunun ciddi tartışılması gerek. Bu biraz haddim değil, bunun biraz daha etik hocalarının tartışması gerekebilir. İlaç firmalarının tartışması gerekebilir. Benim daha çok bakacağım şeyler nano formlar, fonksiyonlar, laboratuvar ve bilimsel tarafı olur. Beni hep şu challenge ediyor. 20. yüzyıldaki en önemli gelişme ne diye sorsalar şunu derdim: Her şeyin daha küçülmesi ve gözümle göremediğim şeyleri gözümle görebileceğim aletlerin yapıyor olması. Burada enteresan bir döngü var. Görüp ölçüyorsam, daha çok soru sorarım. Daha çok soru sorabiliyorsam, sorularım daha çok derine gider. İlaçla, insan sağlığı ile, yaşayan bir organizmayla ilgili en büyük sorunlardan birisi yaptığınız modelleme ve bilgi birikiminin genelleştirilebilir olup olmadığı. Çünkü o bu durumda böyle ama başka durumda çalışmayabilir. Şunu göremiyoruz aslında aynı shape i aynı şekilde bir milyon defa açsam aynı şekilde düşer. Bizim doğa bilimlerinde en fazla hoşumuza giden şey tekrarlanabilirlik. Peki canlılarla ilgili olaylardaki en önemli konu tekrarlayabiliyor muyuz? Laboratuvarlarda doğada gözlemlenebilir şeylerin tekrarlanabilirliğini yapmak çok challenging bir şey. Mesela Erdal Toprak hocayla birlikte çalışmaktan en çok zevk aldığım konu oldukça yalın bir deney aleti yapıyor. Antibiyotiklerle ilgili bir deney aleti ama bakterilerin ilaç altında davranımlarını nasıl değiştirdiklerini laboratuvarda gözlemleyebiliyor. Yanlışlayıp doğrulabileceğiniz ortamı hazırlıyor. O zaman bütün bu ilaç sektörüyle ilgili en temel biologic araştırmanın, dışarıda gözlemleyip açıklayamadığımız şeylerin laboratuvarda tekrarlanabilir halde, sorduğumuz sorulara verdiğimiz cevapları yanlışlanabilir halde yapabilmek olduğu düşünüyorum. Bunu tekrarlayabilir şekilde yapınca aynı zamanda bilgisayarda simulatif şekilde tekrarlayabiliyoruz. Evrimi laboratuvar ve bilgisayarda simule edebilmek şu anda en büyük challengelardan birisi. İyisini yapabiliyoruz. Daha iyisini yapmamız gerekiyor.
Akademisyene Sor: Ali Rana Atılgan
Ali Rana Atılgan Kimdir?
Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Ali Rana Atılgan hakkında detaylı bilgi edinmek için lütfen tıklayın.
#AkademisyeneSor nedir?
Öğretim üyelerimizin kendileri hakkında merak edilen soruları yanıtladığı #AkademisyeneSor Projesi Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 2019 mezunumuz Merve Üre ile Yönetim Bilimleri Fakültesi 2019 mezunumuz Ecem Dinçdal tarafından hayata geçirildi. #AkademisyeneSor’un yeni döneminde Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği Programı 3.sınıf öğrencisi Cenk Eligüzeloğlu, Endüstri Mühendisliği Programı 2.sınıf öğrencisi Eren Mutlu, Endüstri Mühendisliği Programı 4.sınıf öğrencisi Selin Tümer ve Endüstri Mühendisliği Programı 3.sınıf öğrencisi Şebnem Şevin Eraslan görev alıyor.
Akademisyene Sor, öğretim üyelerimiz ile öğrencilerin sorularını buluştururken, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi’nin değerlerinin tanıtılmasını ve dışarıdan daha iyi anlaşılmasını amaçlıyor. #AkademisyeneSor videolarını Instagram hesabımızdan izleyebilir, öğretim üyelerimize merak ettiklerinizi sorabilirsiniz.