Bahri Yılmaz: “Göçmen (muhacir) olmanın ekonomik ve sosyal sıkıntılarını iyi bilirim. Tüm mal varlığınızı ve çevrenizi oralarda bırakarak, yeni bir düzen kurmanın güçlüğünü ailemle birlikte yaşayarak öğrendim.”
Çarşamba Sohbetlerinin yeni konuğu Bahri Yılmaz. İlk öğrencilerine 15 yıl önce kapılarını açan okulumuzda 1998 yılından beri Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi olan Bahri Bey, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi’nde onursal bir atama olan; seçkin bir akademik kariyere sahip, üniversite ve toplum için üstün hizmette bulunmuş öğretim üyelerine verilen “Emeritus Öğretim Üyesi” unvanına da sahip.
40 yıllık başarılı kariyerine rağmen egosu yüksek olmayan, mütevazı, güler yüzlü, hoş sohbet, herkesle rahat iletişim kurabilen Bahri Beyin bu söyleşide anlattıklarını ilginç bulacağınızı düşünüyorum. Bugün okuyacağınız ilk bölümde Sabancı Üniversitesinde geçirdiği 16 yıllık anılarını, konuk öğretim üyeliği yaptığı Cambridge ve Harvard üniversitelerindeki izlenimlerinden yola çıkarak “dünya üniversitesi” olmak için nelerin gerektiğine ilişkin düşüncelerini okuyacaksınız. Gelecek hafta ise Türkiye’yi temsil ettiği “Uluslararası Holokost Nazi Altınları Komisyonu”nundaki heyecanlı çalışmalarını öğreneceksiniz.
Biz sizinle hemşehriyiz Bahri Bey, benim babam ile aynı topraklardansınız.
Evet, ailem ve ben Bulgaristan göçmeniyiz.
Babamdan da çok duyduğum ve genellikle Bulgaristan’dan göç edenlerin kullandığı şekliyle “muhacir”likten söz etsek?
Bu söz bizim evde de çok geçerdi. Evet Bulgaristan göçmeniyiz. Bir başka deyişle, "Elveda Rumeli" dizisinin son oyuncuları ve Osmanlının Balkanlardaki insan varlığının geriye kalan bir bölümünden. Bu nedenle de göçmen (muhacir) olmanın ekonomik ve sosyal sıkıntılarını iyi bilirim. Tüm mal varlığınızı ve çevrenizi oralarda bırakarak, yeni bir düzen kurmanın güçlüğünü ailemle birlikte yaşayarak öğrendim. Rumeli tarihi ve anıları ile birlikte büyüdüm. Bu nedenle de, "suyun öbür tarafı"na yaptığım seyahatler her zaman beni duygulandırır ve keyif verir.
Bahri Bey sizi 15 yıldır tanıyorum, 1998’de Sabancı Üniversitesi’ne girmişsiniz, Üniversitenin ilk kadrolarındansınız…
Evet, ilk grup üyelerinden birisi sayılırım. Aslında Sabancı Üniversitesi ile ilişkim 1996’daki arama konferansıyla başladı. O sırada Bilkent’te öğretim üyesiydim. Bu arama konferansları değişik üniversitelerden değişik akademik alanlardan gelen birçok akademisyenin katılımıyla belirli aralıklarla üniversitenin kurulduğu tarihe kadar devam etti. Ben ise 1 Haziran 1998’de Sabancı Üniversitesi’nde şimdiki Karaköy İletişim Merkezi’nde göreve başladım.
Sabancı Üniversitesi’nde 16 yılı doldurdunuz yani
Evet, aralıksız 16 yıl.
Eşiniz Ayşe Yılmaz da Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi
Evet, biz karı koca Bilkent Üniversitesi’nden birlikte transfer olduk Sabancı’ya. İkimiz de 16 yıldır burada ders veriyoruz.
Çalışma alanınız ekonomi.
Evet.
İstanbul Üniversitesi’ni 1966 yılında bitirmişsiniz, yüksek lisans ve doktorayı da Almanya’da Bonn Üniversitesi’nde ekonomi alanında yapmış ve 1973’te bitirmişsiniz. Sonrasını sizden dinlesek?
Doktoradan sonra Cambridge Üniversitesi, Wolfson College’a doktora üstü çalışmalarımı yürütmek üzere gittim. 1,5 yıl orada kaldım. Sonra Türkiye’ye döndüm. Yurtdışında devlet bursu ile okuduğum için (O zamanlar böyle bir devlet bursu vardı.) Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde mecburi hizmetimi tamamlamak üzere akademisyen olarak çalışmaya başladım. Daha sonra Alexander von Humbolt bursu ile gittiğim Münster Üniversitesi’nde bir yıl çalıştıktan sonra Münih Üniversitesi’nde 1991 yılına kadar öğretim üyeliğine devam ettim. 1991 – 1998 yılları arasında ise Bilkent Üniversitesi’nde akademik çalışmalarımı sürdürdüm. 1998 yılından beri de Sabancı Üniversitesinin bir üyesiyim..
Bir dönem Türkiye - AB ilişkilerinde Hükümete danışmanlık da yaptınız sanırım.
Evet, 1997–2002 yılları arasında AB ile ilişkiler konusunda Başbakanlık Danışmanı olarak Bülent Ecevit ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’le birlikte çalıştım.
AB çevreleri ile yoğun çalışan bir akademisyensiniz, sizi iyi tanıyorlar, değil mi?
Evet, AB ile ilgili epey eskiye dayanan bir geçmişim var. 2002 yılında Jean Monnet Chair ödülünü aldığımdan beri bu konu çalışma alanlarımdan biri. 2010 yılında Avrupa Birliği Akdeniz ülkeleri ilişkileriyle ilgili AB’nin Danışman Kuruluna seçildim. Yani AB ile ilişkilerim son derece yoğun.
Şimdi ilgi alanlarınız nedir?
Aslında benim çalışma alanım uluslararası iktisat, AB ilişkileri, bir de iktisadi düşünce tarihi. Bu konularla ilgili dersler veriyorum. Bu aralar ise, yeni kalkınmakta olan ülkeler ve Çin üzerine çalışmalarımı yoğunlaştırdım.
Sabancı Üniversitesi’nin ilk yıllarını siz de yaşadınız, o günler ile ilgili anılarınızı paylaşır mısınız?
Sabancı Üniversitesi ile ilişkimin 1996’da arama konferansı ile başladığını söylemiştim. 1998’de buraya geldiğimde Üniversite kuruluş yıllarındaydı ve kampus inşaat halindeydi. Hatta ilk Rektörlük mangal partisi şimdiki Rektörlük Evinin yakınındaki ormanlığın oradaki küçük kulübenin yakınında yapıldı. Sadece şimdiki binaların temellerinin atılmakta olduğu geniş bir arazi o zamanlar hiç de şimdiki yerleşkemizi andıracak izler taşımıyordu. Bu mangal partisi sadece benim değil o günkü ilk çalışanlar grubunun belleğinde de güzel ve samimi bir anı olarak hep kalacak. Başlangıçta Karaköy’deydik, daha sonra buraya, inşaatını tamamlanmış olan Bilgi Merkezi’ne tüm akademik birimler olarak yerleştik. Yani Sabancı Üniversitesinin nerdeyse inşaat sürecinin her aşamasına tanıklık ettim denebilir. Tabii çok heyecanlı bir başlangıçtı. Özellikle Sakıp Bey’in ve Güler Hanım’ın üniversite için yaptıklarını hiçbir zaman unutamam. Gerçekten Sakıp Bey’in bu kadar işin içinde olması, ciddi bir zamanını vermesinden şu anlaşılıyor ki: Sabancı Üniversitesinin kuruluşuna tabii aile hep birlikte karar verdi ama bu işi en çok savunanlardan bir tanesi Sakıp Bey. Sakıp Bey hep annesinin kendisinin üniversite fikrini desteklediğini söylemişti.
Öyle mi?
Tabii. “Anneme sordum” demişti hatta annesinin her şeyini verebileceğini, yani her türlü maddi katkıda bulunabileceğini söylediğini söylemişti Sakıp Bey, yani annesinden onay almışlar. Ondan sonra Güler Hanım da Sakıp Bey adına, aile adına başından beri katkıda bulunmuştur. Arama konferanslarına da katılarak gelişmeleri bizzat kendisi izlemiştir. Üniversitenin bugünkü konumuna gelmesinde ve gelişmesinde çok büyük katkıları olmuş ve “Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı” olarak katkıda bulunmaya da devam ediyor.
Akademik kariyerinizi kaç yıldır sürdürüyorsunuz?
Öğretim üyesi olarak başlangıç yılım 1975, demek ki neredeyse 40 yıl olmuş.
40 yıllık bir akademik geçmişin neredeyse yarısı Sabancı Üniversitesinde geçmiştir diyebiliriz, değil mi?
Evet yarısı burada geçti. Bu zaman zarfında her geçen gün ve yıl üniversitemizin sadece Türkiye’nin değil Dünya’nın da seçkin eğitim kurumları arasında yer alması için diğer meslektaşlarım gibi ben de gayret ettim. Gerek akademik araştırmalarımızla olsun gerek akademik duruşumuzla olsun üniversitemizin vizyonuna ve kimliğine katkıda bulunmaktayız. Çünkü bir üniversiteyi yaşatan o üniversitenin kültürüdür, kimliğidir. Üniversitede yalnız dersler, yani bir bilgi aktarımı olmuyor, aynı zamanda üniversitenin vermek istediği kültürü de öğreniyor öğrenciler. Bir üniversiteyi yüksek okuldan ayıran en önemli unsur bu kültür meselesidir bana göre. Sabancı Üniversitesinin de şimdiye kadar kendi kimliği ve kültürü oluşmuştur. Zaman içersinde daha da gelişeceğini düşünüyorum.
Son derece köklü kurumlar olan Cambridge ve Harvard gibi dünya çapındaki üniversitelerde bulundunuz, konuk öğretim üyeliği yaptınız. Buradan yola çıkarak üniversite kültürü ve evrensel değerlere ilişkin görüşlerinizi söyler misiniz?
Küreselleşme ortamında aşağı yukarı bütün üniversitelerde öğrenciler aynı ders kitaplarını okuyor ve benzer kaynakları kullanıyor. Sabancı Üniversitesi’ndeki ders kitapları ile Harvard, Cambridge veya Oxford’da okutulan ders kitapları aynı. Cambridge’in farklılıklarından biri kurumsal kültürü. Bütün sistem gelenekler üzerine kurulmuş. 800 yıllık bir birikim var. O birikimi bugün de devam ettiriyorlar. Çağımız seçkinci üniversitelerin çağı. Nerede olursa olsun en iyi öğrencileri bulacaksınız, onlara burs vereceksiniz. En iyi araştırmacı ve akademisyenleri istihdam edeceksiniz. En iyi fiziksel koşulları sağlayacaksınız. Öğrencilerinize, eğitimin ötesinde bazı sosyal becerileri vereceksiniz. Sosyal beceriler çok önemli. İş dünyası masaya oturduğu zaman, yalnız işinden söz eden değil, şarap içmekten tutun da tarihten politikadan, doğadan, çevreden, edebiyattan söz eden sosyal yönü güçlü insanlar arıyor.
Bana göre bir üniversitenin dünya üniversitesi olabilmesi için, öncelikle uluslararası düzeyde rekabet için gerekli donanıma sahip olması, kurumsal kültürünü oluşturması, karşılaştırmalı üstünlüğünü önce Türkiye’de, daha sonra bölgede ve uzun dönemde de uluslararası eğitim kurumları arasında kabul ettirmesi gerekir. Bunlara ekleyebileceğim bir diğer nokta da; maddi kaynaklarını büyük ölçüde üniversitenin kendisinin yaratabilmesinin yollarını sağlaması lazım.
Bahri Bey, tek çocuğunuz mu var?
Evet. Bir kızım var, o da hukukçu.
Hukukçu, Türkiye’de mi?
Şimdi Fransa’da uluslararası bir kuruluşta çalışıyor
Devam edecek