Üniversitemizin 20 yılı geride bıraktığı bu süreçte Sabancı Üniversitesi’nin ilk kuruluş yıllarından itibaren görev alan, çalışmaları ile varlığı ile üniversitemize katkıda bulunan akademisyen, idari çalışan ve ilk öğrencilerimize yönelttiğimiz dört sorudan oluşan röportaj serisi hazırladık. “20 Yılın Hikayesi”ni kendi pencerelerinden anlatıyorlar.
Her hafta isme göre alfabetik sıra ile yer verdiğimiz röportaj serisi “20 Yılın Hikayesi”nin konuğu bu kez Tülay Artan oldu.
Tülay Artan 5 Temmuz 1999 tarihinden beri Sabancı Üniversiteli. 21 yıldır Sabancı Üniversitesi’nde Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi (SSBF) Öğretim Üyesi olarak görev yapıyor.
Tülay Artan’ın, sorduğumuz dört soruya verdiği cevaplarını aşağıda okuyabilirsiniz…
Sabancı Üniversitesi ile ilk tanıştığınız zamandan aklınızda kalan kısa bir anı/izlenim var mı?
T.A: Minerva Han ve sonrasında Bilgi Merkezi’ne geçici olarak yerleştiğimiz ilk yılımızda günlerimiz çok sayıda ve uzun toplantılarla geçti. Bir üniversite, bir fakülte ve bir yüksek lisans-doktora programı inşa etmenin sorumluluğuyla, üstelik (Bilgi Merkezi’nin ikinci katında) gerçekten “tek çatı altında” geçirilen günlerden bir çok anı unutamamışım. Biz akademiklerin birbirimizi tanımamız için mükemmel bir ortamdı doğrusu, sonraki yıllara o anılarla devam ettik denilebilir.
İlk yıl tanıştığımız öğrencilerimiz, özellikle lisans öğrencileri, “birlikte yaratmak ve geliştirmek” ilkesini gerçekten benimsemişlerdi. O grup arasından hâlâ çok canlı olarak gençliklerini hatırladıklarımın, hatta hâlâ iletişimde olduğum bazılarının bulunması ve lisans üstü öğrencilerimiz arasından bazılarının da artık meslektaşlarımız olması Sabancı Üniversitesi’nin kuruluş ruhunun bir başarısıdır.
Kuruluş ruhu deyince tabii ilk dönemden benim en önemli kazancımın Tosun Terzioğlu gibi nev-i şahsına münhasır bir rektörü tanımak, onunla çalışmak, ona güvenmek ve onun da güvendiğini hissetmek olduğunu söylemeliyim.
Unutamadıklarım arasında bir de ilk yıl(lar)da her gün, ama hergün, üniversite çevresinin verdiği yoksunluk/mahrumiyet baskısıyla olmalı, kampüse daha adım atar atmaz dayanılmaz bir açlık hissi duymaya başlamam ve etrafta bu açlığı bastırabilecek hiçbir imkan bulunmamasından sürekli şikayetlerim bulunuyor.
20 yıl önceki haliniz ile 20 yıl sonraki haliniz arasındaki fark ve bu süre içinde Sabancı Üniversitesinin size kattıklarını anlatır mısınız?
T.A: 20 yıl önce Türkiye’de bir sosyal bilimci olarak Sabancı Üniversitesi’nin bize sunduğu imkânlarla en iyiyi yapma isteğim çok güçlüydü. Ülkemiz koşullarında uzun sayılabilecek bir süre en iyiyi yapabildik. İlk günden bugüne Sabancı Üniversitesi Tarih Programı’nın müthiş deneyiminin parçası olmayı büyük bir ayrıcalık olarak görüyorum.
Öncelikle öğrencilerimizle gurur duymanın ayrıcalığını yaşayabildik. “Birlikte yaratmak ve geliştirmek” ilkesini özel olarak Tarih Programında paylaşmak çok değerli arkadaşlıklara yol açtı. Belki de benim için Sabancı Üniversitesi deneyimini en değerli kılan bu arkadaşlıklardır. Üstelik de birlikte çok eğlenmişizdir. Diğer yandan, kendi akademik gelişimim açısından, jurnalistik ve sansasyonel olmayan ve çok uzun zamanda sonuç alınabilecek bir alanda çalışan bir araştırmacı olarak pek kolay bulunamayacak derecede verimli koşullarda araştırma yapma ve yazma imkânını Sabancı Üniversitesi’nde bulabilmenin de bir ayrıcalık olduğunu söylemeliyim.
20 yıl sonra Sabancı Üniversitesi dendiğinde aklınıza gelen nedir? Bundan 20 yıl sonra Sabancı Üniversitesi için hayaliniz nedir? Kendinize ilişkin hayaliniz nedir?
T.A: 20 yıl sonra Sabancı Üniversitesi dendiğinde aklıma uygulamalı fen bilimleri alanında hangi çerçeve (dünya-Asya-Türkiye ?) hedef alınırsa alınsın saygın bir yer edinmiş bir üniversite geliyor. Maalesef 20 yıl sonrası için bir öngörüde bulunamayacağım. Ben tabii projelerime devam etmeyi ve kitaplarımı tamamlamayı planlıyorum.
Yolunuz Sabancı Üniversitesi ile kesişmeseydi nerede ve nasıl olurdunuz?
T.A: ABD’ye dönmüş olurdum.