Türkiye’de ve dünyada vatandaşlık raporu

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ve Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, Uluslararası Sosyal Saha Çalışmaları Programı (International Social Survey Program-ISSP) kapsamında, “Türkiye’de ve Dünyada Vatandaşlık” başlıklı bir rapor hazırladılar. Söz konusu raporda temel olarak, “İşleyen bir demokraside ne tür bir vatandaşlık olmalıdır” sorusuna cevap arandı. 

Uluslararası Sosyal Saha Çalışmaları Programı (ISSP)  2014 yılı alan taramasına dayalı araştırması 58 ilde 1509 denek ile yapılan yüz yüze görüşmelerle 13 Şubat  –  6 Nisan 2015 tarihleri arasında tamamlandı. Türkiye’de vatandaşlık, birey – devlet ilişkilerinin algılanması, bu husustaki tutumlar, beklentiler ve algılar hakkında ortaya çıkan başlıca bulguları kamuoyunun dikkatine sunmak amacıyla bir basın toplantısı gerçekleştirildi. 

CNN Türk "Ne Oluyor" programı canlı yayın kaydını izlemek için tıklayın

43 ülkede gerçekleştirilen araştırmanın Türkiye ölçeğinde; vatandaşlığı tanımlayan, vergi verme, yasalara saygı, farklılıklara hoşgörü, seçimlere destek, dayanışma v.b. hususlardaki, tutum, eğilim ve algılara ilişkin sorulara cevap vermeyi amaçlayan “Türkiye’de ve Dünyada Vatandaşlık” başlıklı çalışmadaki bulguların sunumu ve araştırmanın değerlendirmesi Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu tarafından yapıldı. Buna göre raporda vurgulanan noktalar şu şekilde özetlenebilir: 

Türkiye'de saptanılan iyi vatandaşlık olgusu, vatandaşın kendi gözünde ve ifadesiyle: 

1. seçimlere katılmaya büyük özen gösteren,

2. vergi kaçırmamaya vurgu yapan, 

3. yasal mevzuata uygun yaşamayı ön planda tutan, 

4. etik değerlere ve farklılıklara hoşgörü ile yaklaşan, 

5. maddi bakımdan kendisinden daha kötü olanlara yardım edilmesini önemseyen bir içerikte.  

Vatandaşlık olgusunun siyasetteki temel yansıması olan siyasal katılma etkinlikleri açısından daha yakından bakıldığında, ISSP ülkeleri içinde ABD, Britanya, İsviçre, İskandinav ülkeleri v.b. yerleşik demokrasilerden çok farklı bir manzara ortaya çıkıyor. Türkiye’de doğrudan ve olağandışı katılma içeriğini belirleyen toplu dilekçe vermek, toplantı ve gösteriye katılmak gibi protesto içerikli katılma eğilimi fevkalade düşük.

Kamu yetkilileri ile temas gibi olağan siyasal katılma türünden etkinlikler içinde de yer almaktan çekinen çok geniş bir kitleye sahip olan Türkiye’de, yukarıda sayılan tutumlarla uyumlu olarak gerçekleştiği düşünülebilecek olan tek davranışın seçimden seçime sandık başına gitmek olduğu saptanmış. Olağan siyasal katılma eylemleri içinde sadece oy kullanma pratiğinin yaygın olduğu diğer siyasal katılma türlerinin ise Türkiye’de yerleşik demokrasilere göre oldukça düşük bir düzeyde seyrettiği görülüyor.

Raporda, sivil toplum etkinliklerini oluşturmakta kritik rol oynayan dernekleşme ve genelleştirilmiş kişisel güven (generalized interpersonal trust) gibi olgular konusundaki bulgular da Türkiye’de bu tutum ve davranışların yerleşik demokrasilere oranla son derecede düşük düzeyde olduğunu gösteriyor.  Örneğin, Türkiye'de toplumsal ve siyasal birliklere, gönüllü kuruluş ve derneklere üye olup onlarda faal olan seçmen yaşı nüfus ortalaması % 4 - 8 arasında bir yerde dururken, hiçbir gönüllü kuruluşa üye olmayan denek oranının ise % 90 civarında olduğu görülüyor. 

Ayrıca Türkiye’de toplumsal temas ve bağlar göz önünde bulundurulduğunda bireylerin oldukça az sayıda birbirleriyle etkileşim içinde olunduğu da saptanmış. Güvene dayalı ilişkilerin sığlığı ile uyumlu olan bu bulgular, Türkiye'de vatandaşlık olgusunun toplumsal sermaye geliştirmek için sosyal ağlar ve temasa dayalı ortaklıklar oluşturma konusunda oldukça sınırlı bir kapasiteye sahip olduğuna işaret ettiği görülüyor. Hal böyle olunca ortaklıklar kurma ve dernekleşme zorlaşmakta, bu tür girişimler uzun ömürlü olamamakta. Bu durumda da siyasal katılmanın etkili olmasını sağlayacak bir toplumsal sermaye altyapısı cılız kaldığından, sadece seçimlere katılmada kitleselleşen bir siyasal hayat Türkiye’de vatandaş için standart siyasal etkinlik halini almış bulunuyor. 

Siyasal katılma büyük ölçüde sadece düzenli olarak seçimlere katılma düzeyinde kalmış olsa bile Türkiye’deki seçmenin siyasal etkinlik duygusunun oldukça yüksek düzeyde, daha çok yerleşik demokrasilerde görülen bir içerik ve seviyede olması da ilginç bir nokta olarak dikkat çekiyor. Bu tür bir duygunun varlığını açıklayan bir çeşitlilik ve etkililikte olan bir vatandaş – siyasetçi etkileşimi olmamasına karşın bu tür bir siyasal etkinlik duygusunun mevcudiyetinin, olsa olsa “milli irade” diye romantik popüler bir içerikte sürekli olarak medyada vurgulanan seçim sonuçlarından kaynaklanıyor olabileceği ileri sürülüyor. Yoksa, siyasal etkinlik duygusunun temelinde yer alan adil olmayan bir yasanın bir vatandaşın başlattığı girişimlerle değiştirilebileceğini gösteren bir inanca tekabül edebilecek bir verinin de, bunun olabileceğini beyan eden pek fazla deneğin de bulunmadığının altı çiziliyor. 

Siyasal partiler ve seçimlere siyasal temsil kurumları olarak yapılan vurgu ISSP üyesi yerleşik demokrasilerde 2004 yılından itibaren azalıyormuş gibi görünmekte. Buna karşılık temsili demokrasinin temel kurumu olan siyasal partilere olan teveccüh azalırken doğrudan katılma kurumu olan referanduma gösterilen ilgi ve destek, özellikle pekişmiş Avrupa, Kuzey Amerika ve Okyanusya demokrasilerinde artmakta. Böylece siyasal katılma güçlenirken temsili demokrasinin zayıflamakta olduğu ve doğrudan demokrasiye doğru bir eğilimin güçlendiği görülmekte. Türkiye'de de benzer bir sürecin, henüz 2014 yılında demokrasileri pekişmiş ülkelerde olduğu kadar güçlü olmamakla birlikte, yine de mevcut olduğu raporda saptanmış. 

Raporda dikkat çekilen bir diğer bulgu da, Türkiye'de siyasetçilerin kamu çıkarını kendi kişisel çıkarlarından önde gördüğünü ifade eden denek sayısının çoğu ISSP ülkesinden çok olmasıdır. Özellikle yolsuzluk konusunda yapılan tartışmaların yoğun yaşandığı bir dönemde bu tür yanıtların aslında bu tartışmaların pek de dikkate alınmadığının bir işareti olduğu görülüyor. Bu oranların benzer olarak Brezilya, Bulgaristan, Güney Afrika, Macaristan ve Rusya'da da çok düşük olması, bu sorunun sadece siyasetçiye olan güveni ölçmediğini de düşündürtebilir. Üstelik siyasetin görece olarak daha az yolsuzluk suçlamalarına konu olduğu İskandinav ülkeleri, ABD, Britanya, İsviçre, Batı Almanya, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde ise bu siyasetçinin sadece kendi çıkarı için çalıştığı algısının da Türkiye ve benzeri ülkelerden daha yüksek düzeylerde olması ilginç bir tezat teşkil etmekte.  Bu bulguların da temsili demokrasinin temel aktörü olan seçilmiş politikacılara olan güvenin pekişmiş demokrasilerde de azaldığına bir başka kanıt oluşturduğu düşünülmeli. Seçim olgusunu çok önemseyen Türkiye’deki vatandaşın gözünde, onun sonucu olan temsilcileri aracılığıyla yönetim henüz Britanya, İsviçre, Fransa, ABD’nde olduğu gibi düzey ve güven yitirmemiş gibi görünmekte. 

Demokrasinin genel işleyişi konusundaki vatandaş değerlendirmelerine dönülecek olursa, ortaya farklı bir manzaranın çıktığı da görülüyor. Türkiye’deki demokrasinin kötü işlediğini düşünenlerin oranı ile iyi işlediğini düşünenlerin oranı hemen hemen aynı; (her ikisi de %40 civarındadır).  On yıl öncesine göre bu algılarda belirgin (%9 kadar) bir iyileşme var. Ancak gelecek on yılda demokrasinin daha iyi veya kötü olacağı konusundaki beklentilerle karşılaştırıldığında bu konuda fazla bir değişiklik olması da beklenmemekte. ISSP ülkeleriyle ve özellikle pekişmiş demokrasilerle karşılaştırıldığında Türkiye’deki demokrasi işleyişi algısının daha kötü bir düzeyde olduğu gayet bariz bir biçimde görülmekte. Bu durumun da Türkiye’de demokrasinin kalitesinin yükseltilmesi için önümüzde on yıl boyunca bazı taleplere yol açması şaşırtıcı olmamalıdır.