“ya, bu gençlerle beraber olmak ne güzel, sen çok şanslısın”
Sakıp Sabancı:
“Şu güzelim dünyadan göçüp giderken
Arkamızda hoş bir seda,
Bir gülüş, bir sevgi sıcaklığı bırakalım”
SAKIP SABANCI FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ!
Sabancı Üniversitesi’nin Onursal Başkanı Sakıp Sabancı 10 Nisan 2004’de vefat etti. Ardında bıraktığı eserlerin içinde en önemlisi Sabancı Üniversitesi…
Vefatının onuncu yıldönümünde gerçekleştirdiğimiz bu özel röportajda, Onursal Başkanımızı Kurucu Rektörümüz Tosun Terzioğlu’ndan dinliyoruz.
Sakıp Bey ile tanışmanızdan başlasak?
Sakıp Bey ile ilk kez 1993 yılında TÜBİTAK Başkanı iken davetli olarak gittiğim Koç Üniversitesi’nin açılış töreninde karşılaştık. Sonra tabii 1997’de Sabancı Üniversitesine Rektör olmadan önce, Mütevelli Heyeti Başkanımız Güler Hanım beni Hacı Sabancı ve Sakıp Sabancı ile tanıştırdı. Sakıp Bey ve Hacı Bey her ikisi de bu üniversitenin kurulması için, bütün gayretlerini ortaya koymuşlardı. İkisi de üniversitenin açılmasını çok istiyordu. Hacı Bey açılışı maalesef göremedi ama Sakıp Bey gördü ve açılış töreni, ilk mezuniyet töreni, şenlik, ağaç dikme töreni gibi üniversitedeki bazı etkinliklere büyük bir heyecan ve coşkuyla katıldı.
Öğrencilerin 2002 yılında düzenlediği “AB İçin Bir Gün” etkinliğine geldiğini hatırlıyorum. Öğrencilerle birarada olmak çok hoşuna gidiyor, çok neşeli görünüyordu.
Okulun yeni açıldığı sırada bir gün Sakıp Bey ile kampüs içinde dolaşırken bir grup öğrenci ile karşılaştık, benimle konuşurken birden hızla öğrencilerin arasına karışıverdi. Ben de arkasından gitmeye çalışırken Güler Hanım bana işaret ederek, bırakın dedi, amcam öğrencilerle konuşmak istiyor. Sakıp Bey bir süre öğrencilerle konuştu, onlarla şakalaştı, karşılıklı gülüşmeler oldu. Sonra yanımıza geldi ve bana; “ya bu gençlerle beraber olmak ne güzel, sen çok şanslısın” dedi, çok hoşuna gitmişti. Bir de, tek başına oturan bir öğrencinin yanına gidip “nasılsın aslanım dedim” dedi. O da “Bomba gibiyim” demiş. Bu iyi bir şey mi hocam diye bana sordu Sakıp Bey. İyi bir şey dedim, yani onun keyfi yerinde. “Öyle bir durgun duruyor da, bir sorayım dedim” dedi. Öğrencilerle bir arada olmayı, onların arasına karışmayı çok severdi.
2001 yılındaki ilk lisansüstü mezuniyet törenimizin sonunda salona bir bandonun çok coşkulu bir müzik çalarak girmesine karar verdik. Kimsenin haberi yoktu bundan tamamen sürpriz olarak hazırlamıştık. Güler Hanım, Sakıp Bey mezunlarımızla birlikte fotoğraf çektirmek için sahnedeydi, beni de çağırdılar, ben de sahneye geldim ve bando girdi. Sakıp Beyin müthiş hoşuna gitti bu sürpriz, hoş bir tesadüf bandonun çaldığı müzik çok sevdiği bir parçaymış. Sakıp Bey şöyle bir etrafına baktı yanında mezun kızlarımızdan birini gördü ve onu hemen dansa kaldırdı sahnede. Sonra uzun süre mezun kızlarımızın çoğu ile dans etti. Çok mutlu ve gururluydu.
Hatırlıyorum o görüntüyü, çok güzeldi.
Sakıp Bey çok coşkulu, çok sevecen bir insandı ve her zaman kendini samimiyetle ifade eden birisiydi, o bakımdan da ülke çapında çok sevildi. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de zengin insanlar göze batar, kıskanılır. Ama Sakıp Bey öyle değildi, samimiyeti, doğallığı, sıradan bir insan gibi davranması, açık sözlülüğü toplumun her kesiminden insanların onu içlerinden biri gibi görmesine neden oluyordu. Çok heyecanlı bir insandı ve o heyecanı başkalarına da sirayet ederdi. Hiperaktif çocuklar gibi yerinde duramazdı.
Sakıp Beyin el ele tutuşma alışkanlığı vardı. Birine bir şey göstermek istediğinde elinden tutup yürürdü.
Evet, çok yerde bana da olmuştu, yani ilkokul çocukları gibi biz el ele tutuşup birbirimizi kaybetmeden dolaşırdık.
Ve 20 Ekim 1999’da açılış töreni yapılacak. Açık alanda yapacağız tabii çünkü binaların büyük kısmının inşaatı devam ediyordu gösterebileceğimiz bir bina bilgi merkezi var, bir de diller okulu binası var.
Bir de kule var.
Bir de kule var. Sakıp Bey açılış töreninin hazırlıkları ile de yakından ilgilendi. Törenin tüm detaylarını çok büyük titizlikle ele alarak bizimle birlikte organizasyonu adım adım gözden geçirdi. Bir çok kez törenin provasını yaptırarak, şu gelirse onu kim karşılayacak, nereden karşılayacak gibi en son ayrıntısına kadar defalarca üstünden geçtik.
Üniversitenin açılışı için büyük bir heyecan duyuyormuş.
Evet çok heyecanlıydı ve çok ilgiliydi. Hazırlıklar ile ilgili her şeyi defalarca tekrar ettirmesi ile ilgili de çok nazik bir şekilde “kusura bakmayın çok tekrar ettiriyorum ama ben hata yapmak istemiyorum” derdi ama asıl olarak, tören kusursuz bir şekilde gerçekleşsin hiçbirimiz hata yapmayalım, en küçük bir şeyi atlamayalım diye bize hatırlatmak istiyordu. Açılış töreni Sakıp Beyin çok önem verdiği bir hayalinin üniversitenin gerçeğe dönüşmesi, somutlaşmasıydı. Törendeki konuşmasında o kadar çok heyecanlıydı ki, bir şey olacak diye endişe edildi. Sağlığı için heyecanlanmaması gerekiyordu çünkü. Kurdele kesiminden sonra , başta Cumhurbaşkanı Demirel olmak üzere hep beraber misafirlerini kuleye çıkardı. O kadar kalabalıktı ki ben de ikinci partide çıkabildim ancak.
Evet hatırlıyorum başta Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı olmak üzere çok kalabalık bir davetli vardı açılış töreninde.
Kulenin asansörünü de denemiş olduk böylelikle.
Ondan sonra ben orada anlattım, Sakıp Bey de zaten anlatıyordu, oradaki inşaat ne olacak, şu ne olacak, bu mu olacak falan diye. Büyük bir heyecandı onun için, üniversite ile gerçekten çok da gurur duyuyordu.
Sakıp Bey Sabancı Üniversitesi projesinin şampiyonuydu muhakkak ki, proje olarak emanet ettiği Mütevelli Heyeti Başkanımız Güler Hanım da bu işin şampiyonuydu, benim tanıdığım kadar Hacı Bey de öyleydi. Ben işe başlamadan önce henüz TÜBİTAK Başkanıyken resmen tanıştığım ilk kişi, bir nevi görücüye çıkmam Hacı Beye idi. Güler Hanım beni ilk olarak Hacı Sabancı ile tanıştırdı.
Sakıp Bey 2003’teki ilk lisans mezuniyet törenine katılamadı.
Evet, ona gelemeyecekti Sakıp Bey, çok az insan biliyordu gelemeyeceğini, çünkü rahatsızdı, yurt dışına gitmişti. Onun için törende göstermek üzere bir video çekimi yaptık Holdingde. Zaten o mezuniyetin büyük heyecanı da vardı hepimizde, ilk defa böyle bir tören yapıyoruz falan, her şey güzel gitti. Tören sonrasında Güler Hanım, Amerika’ya telefon edip Sakıp Beyin kızı Sevil Sabancı’ya törenin nasıl olduğunu anlatmış. Fakat anlaşılan, Sakıp Bey hasta yatağında telefonu kaptığı gibi tören ile ilgili sorular sormaya başlamış Güler Hanıma. Heyecanla anlattığı için bir bakmış ki Güler Hanım 40 dakika falan Amerika’da hastanede yatan amcasıyla mezuniyet törenini konuşmuş. Biraz vakit geçirdikten sonra amcasının nasıl olduğunu sormak için Sevil’e gene telefon ettim dedi Güler Hanım. Sevil Hanım da vallahi demiş manzara şu: Sakıp Bey ayakta, bir hemşire serumunu tutuyor, yürüyor, doktorlar ikna etmeye çalışıyorlar yatağına dön diye, o ise heyecanla doktorlara üniversiteyi anlatıyor.
Sakıp Beyin üniversite kurma düşüncesi 80’li yıllara kadar gidiyor değil mi?
80’li yıllardan beri varmış. Ve işte ilk Bilkent kurulunca vakıf üniversitesi olarak onu da çok yakından takip etmiş. Çünkü öncü olmak çok isterdi, çok severdi Sakıp Bey.
Sakıp Beyin vefat haberini çok garip bir yerde aldım, kampüste bir toplantımız vardı ve ben eğitim hakkında bir sunuş yapacaktım sabahleyin…
Eğitimde İyi Örnekler Konferansı vardı.
Evet, iyi örnekler konferansı, onun başında aldım haberi ve konferanstaki katılımcılara da söyledim, aktardım, ama devam ettik. Çünkü Sakıp Bey hakikaten öyle şeylere devam etmemizi, aksamamasını isterdi. Yani onun da anısına saygısızlık olurdu benim sunuşumu yapmamam.
Fatih Camii’nde cenaze töreni olacak, ben de gideceğim tabii. Öğrenci temsilcileri odama geldi ve biz de gitmek istiyoruz ama, bizim oraya gidebilmemiz, cenazeye yaklaşabilmemiz imkânsız. Benimle gelin, ben resmi araba ile gideceğim dedim. Temsilci olan üç öğrenci arkaya oturdu, ben öne oturdum. Yol boyunca öğrencilerle konuştuğum için etrafıma dikkat etmedim. Araba bir yerde durdu, gitmiyor. Sürücüm Fikri bir polise “bu resmi plakalı araba, Sabancı Üniversitesi Rektörü, bize yol açamaz mısın?” diye sordu. Ama durduğumuz yer daha Şehzadebaşı’ndan bile önce Atatürk Bulvarı’ndayız. Fatih Camii’ne gitmeye çalışıyoruz. Polis imkânsız, etrafınıza bakın dedi. Gerçekten etrafımızda bir insan seli duruyordu, heryer dolmuştu. Arabadan indik ve öğrencilerle birlikte Şehzadebaşı’ndan yürümeye başladık. Müthiş bir kalabalık, trafik falan işlemiyor, hiçbir şey kıpırdamıyor, insanlar sessizce duruyorlar. Onların arasından adım adım ilerleyerek camiye gittik. İşte cami avlusu, cami avlusunu saran duvarlar falan heryer salkım saçak insan dolu, etraftaki evlerin balkonları, pencereleri insan dolu. Sakıp Beyin cenaze töreni devlet töreni değil, halk töreniydi. Oradaki insanların hepsi sanki yakınları, akrabaları ölmüş gibiydi.
Kendilerinden, aileden birini kaybetmişler gibi…
Evet, kendilerinden birisi gibi gördüler. Çünkü Sakıp Bey bazı söyleşilerinde falan coşkusunu, heyecanını, sevincini paylaştığı gibi üzüntüsünü de içtenlikle paylaşırdı, kişisel sıkıntılarını bile ifade ederdi.
Sakıp Beyin üniversitenin işleyişine ilişkin bir müdahalesi oldu mu?
Asla olmadı. Şöyle bir örnek verebilirim: Şu meşhur Ermeni konferansı dolayısıyla, tabii yerli-yersiz tepkiler Sakıp Beye de yansımıştır. Ve Sakıp Beyin onlara verdiği cevap şudur: Burası benim şirketim değil, burası üniversite, ben karışamam diye orada gösterdiği olgunluk ve bilgelik hakikaten muhteşemdir. Çünkü bizde şöyledir tabii adet: Hani şuna çatayım, olmadı, onun amirine çatayım, olmadı, onun patronunu tenkit edeyim falan, hiçbirine asla tevessül etmemiştir. Yani burası şirket değil, burası bir üniversite, burada her şey tartışılır, konuşulur, kendi içerisindedir bu, ben dışarıdan karışamam diye hakikaten birçok insana ders olabilecek, birçok okumuş, doktorası olan, profesör olan insana ders olabilecek bir bilgeliği göstermiştir, bu davranışı ile.
Bilime, uzmanlığa saygı gösteriyordu.
Evet. En çok merak ettiği ve görmek istediği mezunların ne olacağıydı. Başarılı olmalarını ve onların başarısıyla övünmeyi çok isterdi. Bu onun için çok önemliydi. Yani acaba bu çocuklar ne olur, iş insanı olan olur mu içlerinde, bilim yapan olur mu, doktora yapanlar olur mu falan, tüm bunları çok çok merak ederdi. Sanırım mezunlarımıza kendi içinden bir başarı çıtası koymuştu, onların başarısını bilse, görebilse memnun olurdu.
Sakıp Bey kendisini topluma karşı sorumlu hissediyordu. Bu duyguyu taşıdığını yaptığı çalışmalardan görebiliyoruz değil mi?
Onun hep söylediği bir şey vardır, vakıf için de aynı şeyi söyler, biz bu topraklardan bu parayı kazandık, buraya borcumuz var.
Öncülük çok hoşuna giderdi. Bununla ilgili hatırladığım bir şeyi paylaşmak isterim. Sakıp Bey, bir müze açma fikrini Atlı Köşk’te bir yemekte o dönemdeki Genel Sekreterimiz Hüsnü Paçacıoğlu ile oturduğumuz masaya gelerek söyledi. Güler Hanım başka masadaydı, yemekte yabancı misafirlerimiz var. Güler Hanım da yanımıza geldi. Bir müddet sonra, biz bir an önce misafirlerimiz gitsin de bunu konuşmaya başlayalım diye baktık. Misafirler gittikten sonra biz dört kişi saatlerce gece yarısına kadar bu konuyu konuştuk. Sakıp Bey heyecan içerisinde, şöyle mi yapsak, böyle mi yapsak diye konuşuyordu ama kendi kafasında karar verdi, yani üniversiteye bağlı bir şekilde bir müze olacak.
Yani yıllardır ailesiyle oturduğu, çocuklarının, yeğenlerinin, kardeşlerinin büyüdüğü evi müze yaparak halka açmaya karar verdi.
Evet. Yani bu başka şey: Zengin bir insan diyebilir ki, alın size şu kadar milyon dolar, bir müze kurun ama öyle yapmadı. Sakıp Bey kendi evini veriyor. Sonra gece geç saatte ayrılırken, birden döndü hepimize “görün bakın bu müzeyi kuralım, arkasından herkes müze kuracak, ama bu da çok güzel bir şey” dedi. Hakikaten de öyle oldu.
Üniversiteye bağlı özel bir müze, Türkiye’de ilk değil mi?
Evet evet. Rahmi Koç Teknoloji Müzesidir, ama sanat olarak ondan sonra işte Pera Müzesi açıldı, İstanbul Modern açıldı…Ve onunla ilgili de “bakın bizi taklit ediyorlar… biz güzel bir şey yapacağız ve bizi taklit edecekler” dedi. Müze konusunda da başarı çıtası hep yüksekti, Nazan Hanım (Nazan Ölçer) her zaman söyler, başkaları da bilir onu. Sakıp Bey; “yani biz öyle bir müze yapacağız ki, buraya Picasso gelir değil mi?” derdi. Yani o kalitede bir müze olacak.
Yani bir de şey çok hoştu, bir süre sonra yurtların yetmeyeceği anlaşıldı ilk baştaki planda bin kişilik yurt kapasitesi vardı ama yetmiyor. Biz planı aşarak her sene yüzümüzü kızartarak Hüsnü (Paçacıoğlu) ile ben Güler Hanım’ın desteğiyle Sakıp Bey’e anlatırdık ve ek bütçe alırdık. Şimdi biz gene ek maddi destek isteyeceğiz, ama planlanan bütçe aşıldığı için hiçbir şey söylemiyoruz. Bir bahar şenliğine Sakıp Bey geldi, arabayla kampüsü dolaşıyoruz, bilgi veriyoruz. Yurtların yanında boş bir yerden geçtiğimizde bana döndü “burayı ağaçlandırmamışız Hocam” dedi, ne olur ne olmaz kalsın dedim ben. Halbuki, bizim planımız oraya yurt yapmak, onun için ağaçlandırmadık. Sakıp Bey “ama yurtlar bitti değil mi” dedi, evet falan diye geçiştirmeye çalıştım. Sakıp Bey ısrarla, “peki, burayı neden ağaçlandırmadık biz, burada spor sahası falan da olmayacak” dedi. Biz bir şeyler gevelerken “anladım anladım, kaç para lazım daha” dedi? Ek yurt binası ile ilgili sıkılıp bir şey söyleyemediğimizi hemen sezdi. Plan dışı olmasına rağmen onu da sağladı.
Ek yurtların daha erken yapılmasını sağladı… Hatırlıyorum da Sakıp Bey vefatından çok kısa bir süre öncesine kadar toplum yararına gördüğü çeşitli konulara maddi destek vermeye devam etti. Hastanede yatarken yaptı bunları. Mesela Kandilli Kız Lisesi için Türkan Saylan’ı hastaneye çağırdığını basından duymuştuk.
Evet, Kandilli Kız Lisesi yatakhanesi yani Adile Sultan Sarayı için para verdi.
Para verişini falan hatırlıyorum peki üniversiteye de böyle son dakika bir katkısı olmuş muydu?
Zaten üniversite onun mirasçısı, yani Sakıp Bey hisse senetlerinin epey bir kısmını üniversiteye bağışladı, başka şeyler de var, örneğin müzeye bağışladı ve öncelikleri vardı orada, birinci öncelik öğrencidir. Başarılı lisans öğrencilerine burs vermektir.
Sabancı Üniversitesi öğrencileri Sakıp Beyin mirasçıları diyebiliriz.
Evet, üniversiteye bağışladığı hisse senetlerinin geliri ile başarılı öğrencilere burs veriliyor, fakülte birincilerine ödül veriliyor.
Sakıp Bey kamu yararına yaptığı herşeyde “halkıma söz verdim” derdi. Evini de Sabancı Üniversitesi’ne bağlı müze olması için bırakırken aynı şekilde “halkıma söz verdim” diyerek başka bir yere taşındı.
Bu özel sohbet için teşekkür ederim Tosun Bey. Sayın Sakıp Sabancı’yı saygı, sevgi ve şükranla anıyoruz.