Öğrencilerimizle Hong Kong’da Buluştuk

Öğrencilerimizle Hong Kong’da Buluştuk

HK PolyU’nun 80. yıldönümü kutlamaları kapsamında Hong Kong’u ziyaret eden rektör yardımcımız Sondan Durukanoğlu Feyiz ve Değişim ve İşbirlikleri Ofisi yöneticimiz Evrim Güngör Devecioğlu Hong Kong’da değişimde olan öğrencilerimizle biraraya geldi.


Hong Kong University of Science and Technology’de değişim dönemine devam eden Atakan, İpek ve İrem  oldukça keyifli geçen buluşmanın ardından tecrübelerini bizlerle paylaştılar:

Ahmet Atakan Demir, Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği 3. Sınıf Öğrencisi

Sondan hoca ve Evrim hanımla Hong Kong'ta buluşunca kendimizi Survivor'da hissettik :D Sağolsunlar bize simit ve peynir de getirmişler, ben burada yemeklerle ilgili ilginç sorunlar yaşarken gelmeleri böyle Survivor'daki yemek ödülü ve aileyle görüşme günü gibi oldu :D

Geçtiğimiz sene exchange konusunu düşünürken Sondan hoca desteklemişti beni Hong Kong konusunda, şimdi dönüp baktığımda harika bir karar verdiğimi düşünüyorum. 100 üzerinden 100'ü hak eden exchange hayatını herkese öneriyorum!

HKUST'un en sevdiğim yanları:
-450'yi aşkın exchange öğrencisi var:
Ekvador'dan Kanada'ya, İsviçre'den Sri Lanka'ya kadar dünyanın dört bir yanından arkadaşınız oluyor.
-Eğitim sistemi Sabancı'ya çok çok benziyor.
-Deniz kenarında kocaman bir kampüsü var:
Sırf manzarası için bile gelinir bu okula!

Hong Kong'un en sevdiğim yanları:
-Yükselen dolar ve euro'ya karşın, diğer ülkelere nazaran burada öğrenci hayatı yaşamak daha hesaplı
-Buradan Filipinler, Tayvan, Japonya, Tayland, Kamboçya, Vietnam, Çin, Macau, Myanmar, Laos, Malezya, Singapur, Kore, Endonezya'yı gezmek oldukça kolay!
-Dünyanın öbür ucunda, batı kültüründen bambaşka bir yerde yaşadığınızı hissediyorsunuz gerçekten.

Bana bu güzel imkanı sunan tüm güzel insanlara teşekkürler! 

İpek Köse, Üretim Mühendisliği 3. Sınıf Öğrencisi

Asya benim için çocukken izlediğim animeler çizgi filmler sayesinde hep gizem dolu bir yer olmuştu. Biraz da bu gizemi çözmek için seçtim Hong Kong'u. Asya’yı gezmek, keşfedilmeyen yerleri keşfetmek için. 

Hong Kong, gerçekten çok farklı dünyaların buluştuğu bir yer. Bir sokağında dünyanın en pahalı restoranlarını bulurken hemen arka sokağında en yoksul sokaklarını görebiliyorsunuz. Beni en çok şaşırtan yanlarından birisi doğası oldu. O koskoca gökdelenlerin aralarından başlayan, sonu şelalere ulaşan yürüyüşler yapabilirsiniz.

En zorlayıcı yanı ise sevdiklerden çoook çook uzaklarda olmak. Sevdikleri arkadaşları aileyi bırakmak çok zormuş. İkinci zorlayıcı şey diğer arkadaşlarım için yemek oldu fakat ben çok çabuk alıştım. Hatta canım artık noodle , düz pilav ve diğer garip yemeklerinden çekiyor. 

Exchange kesinlikle insanı geliştiren olgunlaştıran bir dönem. Buraya geldiğimden beri yapmak istediğimiz her şeyi gerçekleştirme fırsatına sahip olduğumuzu fark ettim. Yaşayabileceğimiz çok farklı hayatlar var , görmediğimiz bilmediğimiz hayalini bile kuramadığımız hayatlar yaşayabiliriz. 

İyi ki böyle bir fırsatım oldu. Tanıdığım kültürler, insanlarla daha da bir insan oldum. 

Keşfedilecek daha çok şey var.

Böyle bir fırsat için teşekkür ederim!

İrem Arık, Üretim Mühendisliği 3. Sınıf Öğrencisi

Bana Hong Kong'da exchange çok şey kattı, çok şey öğretti. Öncelikle bu kadar uzak bir yerde ve alışkın olduğumuzdan çok daha farklı bir kültürde yaşamak benim için gerçek bir challenge oldu. Kendimi ve farklı hayatları tanıma fırsatı buldum. Hong Kong'dan Asya'daki diğer ülkelere gitmek çok kolay ve kampanyaları takip edersen uygun fiyata geliyor. Böylelikle asla gitmeyeceğimi düşündüğüm yerlere gittim, hiç bilmediğim şeyler öğrendim ve bir türlü cevaplayamadığım; "Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?" sorusunun cevabını "Çok gezen bilir" olarak buldum. Ayrıca hem Hong Kong'da exchange öğrencileri ile konuşarak Avrupa ve onların Türkiye ve Türklere bakış açısını daha iyi öğrendim, bu sayede hem onların hem kendimin ön yargılarını daha çok yıktım. Diğer lokal insanlarla tanışarak da bana başta çok farklı gelen şeylere alıştım ve aslında hem Avrupa hem Asya insanlarının kültürlerinin bize ne kadar benzediğini gördüm. Genel olarak Hong Kong'daki exchange hayatım ve Asya'daki küçük gezilerim beni hep çok şaşırttı, çok şey öğretti ve hayata olan bakış açımı çok değiştirdi.

Arada çok zorlansam da Hong Kong'a değişime gelmek hayatımda verdiğim en iyi kararlardandı.

İsmail Çakmak 2016 IPNI Bilim Ödülü'nü kazandı

İsmail Çakmak 2016 IPNI Bilim Ödülü'nü kazandı

Uluslararası Bitki Beslenmesi Enstitüsü (IPNI - The International Plant Nutrition Institute) tarafından; araştırma, yaygınlaştırma ve eğitimde üst düzeydeki başarılara verilen, 2016 IPNI Bilim Ödülü'ne Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyemiz İsmail Çakmak layık görüldü. 

Araştırma, yaygınlaştırma ve eğitim alanlarında  üst düzeydeki  başarılara verilen IPNI Bilim Ödülü, bitki besinlerinin etkin kullanımı  ve bitkisel verimi  arttırma potansiyeline odaklanmaktadır. Son dokuz yıldan beri her yıl  bir araştırıcıya verilmekte olan  ödülü geçen yıl Kanada’dan  Dr Cynthia  Grant kazanmıştı. Kazananlar uluslararası uzmanlardan oluşan bir kurul tarafından seçilmektedir.

Çakmak'a plaketinin yanı sıra 5.000 USD tutarında nakit ödül takdim edilecek.

“Dr. Çakmak'ı bu yılki IPNI Bilim Ödülü'nü kazanmasından ötürü kutlarız" diyen IPNI Başkanı Dr. Terry Roberts, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dr. Çakmak, gelişmekte olan ülkelerde mikro besin yetersizliği sorununu (gizli açlığı) gidermede araştırmalarıyla  öncü bir rol oynamış ve bu alandaki bilgi birikimine büyük katkılarda bulunmuştur. Tahılların çinko bakımından zenginleştirilmesi  yönündeki çalışmaları uluslararası  düzeyde takdir toplamaktadır.

Ayıntılı bilgi için: http://www.ipni.net/article/IPNI-3447

THE "BRICS ve Hızlı Gelişen Ekonomilerdeki En İyi Üniversiteler 2017” Sıralamasında 18. olduk

THE "BRICS ve Hızlı Gelişen Ekonomilerdeki En İyi Üniversiteler 2017” Sıralamasında 18. olduk

Sabancı Üniversitesi, Times Higher Education (THE) “BRICS ve Hızlı Gelişen Ekonomilerdeki En İyi Üniversiteler 2017” Sıralamasında 4 basamak yükselerek 18. oldu

"BRICS ülkeleri ve Hızlı Gelişen Ekonomilerdeki En İyi Üniversiteler 2017 Listesi”nde, Türkiye'den bu yıl 16 üniversite yer aldı.


BRICS ülkelerini oluşturan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika ve dünyanın hızlı gelişen ekonomileri olarak gösterilen Türkiye gibi ülkelerdeki üniversitelerin, toplam 300 yükseköğretim kurumunun sıralandığı sistemde, Sabancı Üniversitesi 4 basamak yükselerek 18.sırada yer aldı.

Rektör Vekili Ayşe Kadıoğlu konu ile ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, “Sabancı Üniversitesi olarak sürdürülebilir ilerleme göstererek, geçen yıla göre 4 sıra yükselmiş olmamızdan mutluluk duyuyoruz. Başarımızı önümüzdeki süreçlerde daha da artıracağımıza inanıyoruz. Söz konusu yükselişte sıralama metodolojisindeki 5 ana değerlendirme kriterinin (Eğitim, Araştırma, Atıf, Uluslararası Görünüm ve Sanayi Geliri) hepsinde puanımızın yükselmesi; özellikle Atıf ve Sanayi Geliri başlıklarında belirgin fark yaratmamız, işbirlikleri ve araştırmaya verdiğimiz önemi de göstermektedir. ” dedi.

Rektör Vekili Kadıoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Sabancı Üniversitesinin bu başarısı, lisans ve lisansüstü öğrencilerinin, öğretim üyelerinin, çalışanlarının, destekçilerinin ve dostlarının özverisi ve çalışmaları sayesinde olmuştur.  Öğrencilerimize, öğretim üyelerimize, çalışanlarımıza yönelik insan odaklı; performans ve liyakat endeksli; eğitim ve araştırmada en önde hizmet ve hep iyileştirme amaçlı; hep sorgulayan ve özgür ruhlu süreçlerimiz sayesindedir.  Aynı zamanda, Türkiye’deki birçok üniversitenin dünya sıralamalarında yer almasından mutluluk duyuyoruz.

Söz konusu sıralamanın metodolojisi, Dünya Üniversiteler Sıralaması’nda olduğu gibi Eğitim, Araştırma, Atıf, Uluslararası Görünüm ve Sanayi Gelirleri boyutlarını kapsayan 13 göstergeden oluşuyor.

Türkiye’den, 18. sırada yer alan Sabancı Üniversitesi ile birlikte “BRICS ve Hızlı Gelişen Ekonomilerdeki En İyi Üniversiteler 2017” sıralamasında Koç Üniversitesi 15., Bilkent Üniversitesi 37., Boğaziçi Üniversitesi 39., İTÜ 51., Atılım Üniversitesi 62., ODTÜ 80., İstanbul Üniversitesi 138., Hacettepe Üniversitesi 164., İzmir Teknoloji Enstitüsü 193. sırada yer alırken, Erciyes, TOBB ve Yıldız Teknik Üniversiteleri 201-250 aralığı, Anadolu,  Ankara ve Gazi Üniversiteleri ise 251-300 aralığında yer aldı.  

 

Melsa Ararat, sürdürülebilir gelecek için ekonomi ve iklim yönetimini anlattı

Melsa Ararat, sürdürülebilir gelecek için ekonomi ve iklim yönetimini anlattı

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Melsa Ararat, 1 Aralık 2016 tarihinde Bursa’da düzenlenen Sürdürülebilir Yaşam Konferansı’nda konuşmacı oldu.

Melsa Ararat, konferansta “Sürdürülebilir Gelecek İçin Ekonomiyi ve İklimi Yönetenler Burada” başlıklı oturumda konuştu. Oturum başkanlığını İTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve SÜT-D Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Filiz Karaosmanoğlu yaptı.

Melsa Ararat konuşmasında; sürdürülebilirlik ve sosyal ve ekonomik refah ilişkisinin dinamiği, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ve gelişmekte olan ülkeler, raporlama eğilimleri, iki temel boyut: kadınlar ve iklim değişikliği, bir değişim ajansı olarak şirketler ve iş örgütleri başlıklarını ele aldı.

Melsa Ararat “Sürdürülebilir kalkınma  insan yapısı yapay sistemler ile doğal sistemler arasındaki dinamik dengeyi gözetir ve insanlığın yaşam kalitesinde arzu edilen gelişmeleri; zarar vermeden, tüketmeden ve yok etmeden sağlar. Kavramın temelinde ’nasıl bir dünya istiyoruz?’ sorusuna verdiğimiz cevap vardır.” dedi.

İklim değişikliğini finansal sistemik bir risk olarak ele alan Melsa Ararat, sürdürülebilirli[‘ ve karar kalitesi için katılımcı karar mekanizmaları, işbirlikçi karar süreçleri ile farklı perspektiflerin önemine vurgu yaptı. Karar kalitesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği arasındaki bağın da altını çizdi.

 

 

Kansere karşı Türk patentli cihaz SUTAB

Kansere karşı Türk patentli cihaz SUTAB

SUTAB (Sabancı Universitesi Tissue Ablating Bubbles, SU Tabancası) araştırmasını yürüten Sabancı Üniversiteli bilim insanları Prof. Dr. Ali Koşar ve Doç. Dr. Devrim Gözüaçık ses getiren projeyi bir kez de dosya haberimiz için anlattı:

Doç Dr. Devrim Gözüaçık: “Türkiye patentli, orijinal, kanser ve taş hastalığı gibi başka hastalıklarda da kullanılabilecek milli cihazımız üzerine emek harcıyoruz. Umarım sürecimiz sona erdiğinde uygulamaya geçtiğini göreceğiz.”

Prof. Dr. Ali Koşar: “SUTAB fikri bir gazoz reklamı vesilesiyle aklıma geldi. O reklamdan esinlenerek, ‘küçük kabarcıklar çıkartıp bunları biyomedikal uygulamalarda niye kullanmayalım?’ diye düşündüm.”

 

soldan sağa: Devrim Gözüaçık ve Ali Koşar

Röportaj: Melek Sarı

‘TÜMÖR HÜCRELERİNİ ÖLDÜRDÜĞÜNÜ GÖRDÜK’

4 yıldır SUTAB projesi üzerine çalışıyorsunuz. Bu projeyle medyada da geniş yer aldınız. Geliştirdiğiniz prototipin daha da kullanışlı bir hale gelebilmesi için 4-5 yıllık bir zaman planlıyorsunuz. Nasıl bir süreç öngörüyorsunuz?

Devrim Gözüaçık: SUTAB projesinin hikayesi şöyle: Ali Koşar mühendislik fakültesi mekatronik bölümündeki saygın hocalarından biridir biliyorsunuz. Onun aklına şöyle orijinal bir fikir geldi; fizikte pek de sevilmeyen ve zararlı görülen bir olay var, hidrodinamik kavitasyon. Basınç altındaki sıvıda kaynama benzeri bir etki oluyor ve baloncuklar oluşuyor. Bu baloncuklar patladığı zaman çok büyük bir enerji yayılıyor ortaya. Hidrodinamik aletlerde, cihazlarda, makinelerde genelde istenmeyen bir şeydir bu çünkü mesela arabada yağı sıkıştıran pistonlarda gerçekleşen kavitasyon arabanın pistonlarına zarar verir, pistonları aşındırır. Aynı durum gemi pervanelerinde de geçerli. O yüzden önlenmesiyle ilgili çok çalışma vardı. Ali, ‘Acaba bunu tıbbi tedavide kullanabilir miyiz?’ diye düşündü ve dünya patentini aldı bunun tıbbi kullanımının. O zamanlarda kendisiyle bir sohbet sırasında dedik ki ‘Bunu bir cihaza çevirebilir miyiz? Tıbbi kullanımı olabilir mi bunun?’ Ali ile bunu test etmeye başladık, bir sürü makalemiz çıktı bununla ilgili. Tümör hücreleri üzerine denedik ve gerçekten de öldürebildiğini gördük. Hacettepe Tıp Fakültesi'nden sınıf arkadaşlarım Sinan Ekici ve Işın Doğan-Ekici projeye klinik açıdan detek sağladılar. Ondan sonra böbrek taşlarına üzerine denedik ve böbrek taşlarını kırabildiğini gördük. Prostat hastalığında prostatı parçalayabildiğimizi gördük. Kısacası çok büyük bir potansiyeli var. Mustafa Ünel, Hüseyin Üvet, Asıf Şabanoviç hocalarımızla beraber bunu bir endoskopik cihaz haline getirmek konusunda bir proje verdik ve kabul edildi. Şu anda o endoskopik cihazı oluşturma aşamasındayız. Endoskopik cihazın oluşturulması sonrasında öncelikle burada gördüğümüz deney sonuçlarını bir kez daha teyit edeceğiz ve biraz daha iyileştirmeye çalışacağız. Bir sonraki aşamada hayvan deneylerine ve sonrasında klinik insan deneylerine geçme imkanı olacaktır diye ümit ediyorum. Türkiye patentli, orijinal, kanser ve taş hastalığı gibi başka hastalıklarda da kullanılabilecek tamamen milli cihazımız üretmek için emek harcıyoruz, umarım deneysel süreç sona erdiğinde uygulamaya geçtiğini de göreceğiz.

‘REKLAMDAN ESİNLENDİM’

Mekatronik mühendisliği son dönemde tıpta çok önemli gelişmelere imza atıyor. SUTAB da bu başarılı örneklerden biri. Projenin ortaya çıkışını anlatabilir misiniz?

Ali Koşar: Bu fikir aklıma bir gazoz reklamı vesilesiyle geldi. Seneler önce ‘On yüz bin baloncuk yuttum’ diyen bir kız çocuğunun oynadığı gazoz reklamı vardı.  O reklamdan esinlenerek, ‘küçük kabarcıklar çıkartıp bunları biyomedikal uygulamalarda niye kullanmayalım’ diye düşündüm. Devrim Gözüaçık hocaya fikrimi anlattım. O da heyecanlanınca işe giriştik. Olumlu sonuçlar elde edince işi daha da büyüttük ve ‘Niye ulusal bir cihaz geliştirmeyelim?’ dedik. İşleri daha da büyüterek araştırma grubunu genişlettik. Sinan Ekici, Işın Doğan-Ekici, Mustafa Ünel, Hüseyin Üvet, Asıf Şabanoviç hocalarımızla beraber bunu bir endoskopik cihaz haline getirmek konusunda proje aldık ve yoğun şekilde çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

‘PATENT BİZDE, BU BÜYÜK BİR GÜÇ’

SUTAB Türk patentli olduğu için maliyetinin diğer tedavi yöntemlerine göre daha düşük olması mümkün olacak mı?

Devrim Gözüaçık: Sık kullanılan yöntemlerin, mesela ultrason bazlı olanların maliyeti çok yüksek. SUTAB’ın temeli sıvı basıncın değiştirilmesine dayanıyor ve tabi ki bu cihaz entegrasyonunun bir maliyeti var ama yurt dışında ultrasyon işini kontrol eden firmaların tekelinde olmayacağız. Türkiye bazlı bir şey olacağı için tabii ki Türkiye’de çok daha ucuz olmasını hedefliyoruz. SUTAB, şu an kullanılan cihazlar kadar sık kullanılabilecek ve bunlara alternatif oluşturabilecek bir cihaz olarak kendisini gösterecek.

SUTAB konusunda yaşadığınız, Türkiye’ye özgü yasal problemler oluyor mu?

Devrim Gözüaçık: SUTAB’ın henüz uygulamayla ilgili onaylarını ve izinlerini alma aşamasına gelmedik. Şu ana kadarki deneyimimizle hem etik onaylar, hem çalışmayla ilgili onaylar söz konusu olduğunda büyük sorunlar yaşanmadığını söyleyebilirim. Hatta tam tersine Türkiye’de belki bazı çalışmaların yapılması daha da kolay olabilir ABD ve diğer ülkelere göre. Öte yandan temel bilimsel araştırmalarla ilgili sıkıntılar oluyor çünkü burada da görüldüğü gibi bütün bu teknolojik ürünler veya çalışmalar aslında temel bilginin, bilimin ürünü ve temel bilgi ve bilim bizde olduğu takdirde ancak patentini alabiliyoruz. Herhangi bir yerden birinin kalkıp ‘Ben SUTAB’ın aynısını yapacağım’ demesi olanaksız, patent hakkı bizde ve bu çok büyük bir güç. O açıdan temel bilimsel çalışmalara çok büyük önem vermek lazım, çünkü asıl teknolojinin temeli orası ve bizim orada sorunlarımız var. Mesela temel bilim desteklerinin çok düşük miktarlarda olması, döviz kurları karşısında erimesine karşın ayarlama yapılmaması, gümrük ücretleri ve vergiler, proje paralarında gecikmeler, proje geçiş dönemlerinde güvenlik ağı şeklinde, projenin durmasını engelleyecek bir yapılanma olmaması veya bazı yönetsel durumlarda ortaya çıkan gecikmeler vs. bu tarz sorunlar var. Biz bu çalışmaları tüm bu sorunlarla mücadele ederek ve belli oranda üstesinden gelerek gerçekleştiriyoruz. Yine de Türkiye'nin Batı ile yarışması için bu sorunların devlet kurumları ve üniversiteler bazında çözülmesi, temel bilimlere çok önemli destekler verilmesi ve yatırımlar yapılması lazım. Öte yandan, araştırmacılar olarak kendimize güvenmemiz, inanmamız ve zorluklardan yılmamamız gerekiyor.

‘ENGELLERİ AŞIP DEVAM EDİYORUZ’

SUTAB’ın bir tedavi biçimi olarak kullanılması için hangi aşamalara ihtiyacı var?

Ali Koşar: Prototipin oluşturulmasından sonra klinik araştırma safhası başlayacak. Bu safhada da olumlu sonuçlar alınırsa ticari ürünün önü açılacaktır. Oluşturacağımız prototipi kendi kuracağımız start-up şirket veya bir biyomedikal mühendislik şirketi vasıtasıyla piyasaya sunmayı planlıyoruz.

SUTAB’la ilgili nasıl tepkiler aldınız çevrenizden?

Ocak 2015'te yapılan SUTAB lansmanına basın yoğun ilgi göstermişti.

Devrim Gözüaçık: Bana sürekli mektuplar geliyor ve bunların bir kısmı liselilerden geliyor. Liselilere Sabancı Lise Yaz Okulu'nda her yıl 2-4 hafta boyunca ders veriyorum, çok hevesli çok istekliler. Onlara da anlatıyoruz yaptığımız çalışmaları ve buradaki imkanları, projeleri. Örnek teşkil ediyor. En önemli şeylerden bir tanesi insanları motive edecek, milli bilim ve teknolojiye inançlarını pekiştirecek iyi örnekler oluşturmak ve bu iyi örnekleri desteklemek. Çok fazla örnek yok aslında maalesef, çünkü birçok insan zorlukların çeşitli aşamalarında yılıyor ve vazgeçiyor veya yavaşlıyor, hevesi kırılıyor. Biz sinirlerimizi aldırmışcasına, önümüze yeni bir engel konuldukça arkasından dönüyoruz veya üzerinden atlıyoruz moralimizi bozmamaya çalışıyoruz. Zorlukların gözünün içine bakıp gülüyoruz, mücadeleden zevk almaya çalışıyoruz. Her zaman kolay değil, ama böyle bir başarı hikayesine imza atan insanlar olması, diğer hevesli insanları da motive ediyor. Öğrenciler diyor ki, ‘Hocam sizin SUTAB projenizi gördük ve Türkiye’de bir şey yapılmıyor sanıyorduk.’ Halbuki SUTAB, bizim üniversitede yaptığımız bir sürü projeden yalnızca bir tanesi. Bizim dışımızda da çok iyi çalışmalar yapan arkadaşlarımız da var elbette.

Mekatronik ve tıp bağlantılı farklı çalışmalarınız var mı?

Ali Koşar: Tabii ki var. Örneğin ilaç sevkiyatı sistemleri üzerinde yoğun çalışmalarımız var. Buna ek olarak ilaç taşıyıcı manyetik nanopartiküller ve manyetik manipülasyonları konusunda Funda Yağcı ve Devrim Gözüaçık ile projemiz sürüyor. Ayrıca hücre ayırma işlemleri için mikro akışkan sistem tasarım ve geliştirmeleri yapıyoruz. Bu konularda birçok makalemizin yanında patent başvurularımız da mevcut.

‘ARA ELEMAN EKSİĞİMİZ VAR’

SUTAB dışında farklı çalışmalarınız var mı?

Devrim Gözüaçık: Çok sayıda ve çok ilginç birçok çalışmamız var. Mesela Parkinson hastalığıyla ilgili yaptığımız çalışmalar, genetik ve ölümcül hasatlıklarla ilgili yaptığımız çalışmalar ve bulduğumuz çok önemli sonuçlar var. Hastalıklara karşı, milli ve yenilikçi tanı ve tedavi önerilerimiz var. SUTAB projesi birçok insanı heveslendirdi ve motive etti. Daha önce yapılmamış şeylerin yapılabildiğini görmek büyük bir motivasyon. Mesela Aziz Sancar’ın Nobel Ödülü alması normal bir şey olmalı aslında. Bir Türk neden Nobel Ödülünü almasın ki? Fakat daha önce yapılmadığından, bu bir ilk olduğundan şaşkınız. Aziz Hocamız çok büyük katkılar sağladı ve çok örnek bir kişiliği var. Böyle değerli bir örnek olması şimdi benzer konularla ilgilenen arkadaşlarımızın motivasyonu artıyor. ‘Bir sonraki Nobel Ödülü alan kişi neden ben olmayayım ki’ diye düşünebiliyor insan. İyi örneklerin öne çıkarılması ve desteklenmesi lazım ve de gerçekten iyi şeyler yapan insanlar var Türkiye’de. Umarım, Türkiye'de yapılmış işler sonucunda alınmış bir Nobel Ödülümüz de olur.

Türkiye’nin biyoteknolojide geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yurt dışında gelişmelerle rekabet edebilmemiz için neler yapmamız gerekiyor?

Ali Koşar: Bence şu an bulunduğumuz nokta Türkiye’nin potansiyelini yansıtmıyor. Kaynakların çok daha verimli kullanılması gerektiğini düşünüyorum.  Yurt dışındaki gelişmelerle rekabet edebilmemiz için başarılarıyla ön plana çıkmış, bilimselliği ve derinliği yüksek bilim insanlarına kaynakların akıtılması gerekiyor.  Yurt dışında kendini kanıtlamış başarılı bilim insanlarına her türlü destek yapılıyor. Türkiye’de de yüksek kalibreli bilim insanlarına her türlü destek verilmeli. Yurt dışında olan bir şeyi Türkiye’ye olduğu gibi getirmek yerine özgünlüğü yüksek, yüksek risk-yüksek etkili projeler desteklenmeli. Bu tür araştırmalar için ara elemanlar olan mühendis ve teknisyenlere çok gereksinim var.  Ara eleman eksikliğini kapatıcı politikalar uygulanmalı. Bu tip pozisyonların üniversitelerde açılması gerektiğini, ara elemanların sayısının öğretim üyesi sayısıyla uyumlu olması gerektiğini düşünüyorum.

‘TÜRKİYE PATENTLİ YENİ İLAÇLAR’

Türkiye’de biyoteknolojiye verilmesi gereken önemli ilgili neler söylemek istersiniz?

Devrim Gözüaçık: Ben Türkiye’ye ilk geldiğimde ‘Bazı şeyler Türkiye’de yapılamaz’, ‘Treni kaçırdık’ diyorlardı. Öyle bir şey söz konusu değil. Çok uzun süreler yurt dışında kaldıktan sonra Türkiye’ye döndüğüm için bunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Gerçekten insan kendisine inanıyorsa, koşullar biraz daha iyileştirilirse durum o kadar da kötü değil. Herkes bilimsel çabalara elinden gelen katkıda bulunacak ve bu işler böyle ilerleyecek. İnovatif projeler ve Türkiye patentli yeni ilaçlar yapılması lazım. Sayı şimdilik az ama çok başarılı ve çok çalışan arkadaşlarımız var, çok büyük bir eğitimli insan potansiyel var fakat çoğu yurtdışına göçüyor, oralara hizmet ediyor. Bilim evrensel ama milli ve yerli başarılar da çok önemli. Akıllı gençlerin, bilim insanlığının bir kariyer olarak seçilmesi için özendirme çalışmalarının artarak devam etmesi lazım.

Çalışmaların artacağını düşünüyor musunuz?

Devrim Gözüaçık: Ben ümitliyim, bence iyiye doğru bir gidiş var ama bunun çok daha hızlı ve çok daha organize bir şekilde, çok daha vizyonu keskin bir şekilde yapılmasının mümkün olduğunu düşünüyorum. Destekler biraz dalgalı ve tereddütlü şekilde sağlanıyor sanki. Ayrıca tıbbi araştırmalar özelinde şöyle bir durum söz konusu: Her ülkede, hatta her bölgede görülen hastalık tipi farklı olabiliyor. Şimdi büyük ilaç firmalarının yatırım yaptıkları hastalıklar daha çok gelişmiş ülkelerde yaygın olarak görülen hastalıklar. Mesela en klasik örnek, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi viral bir hastalık. Buna baktığımız zaman aslında moleküler açıdan yapılmış çok az çalışma var. Neden? Çünkü bir Avrupa, Amerika problemi değil. Bu nedenle bu konu hakkında araştırma yapma görevi Türkiye’ye düşüyor. Çok yakında gerçekleşen bir Ebola örneği var. Ebola yakın zamana kadar bir Afrika hastalığıydı. Neden? Çok ölümcül bir hastalık, yayılamadan hastalar ölüyor o yüzden köylerin dışına çıkamıyordu. Ne oldu? Günümüz dünyasında insanların ulaşım imkanlarının artması nedeniyle seyahat sonucu birden yayılmaya başladı Batı'ya. O zaman panik halinde 1,5-2 sene içinde aşılar çıkmaya başladı. Ebola on yıllardır var ve büyük bir Afrika problemi iken kimse neden ilgilenmedi? Buradan şu sonuç çıkıyor; sizi ilgilendiren, bu ülkenin öncelikli sorunlarını da ele almak lazım. Birçok önemli konu yanında, ülkenin öncelikleri doğrultusunda da araştırma yapacak merkezler olması lazım. Her konuda olduğu gibi biyoteknoloji konusunda da dışa bağımlılıktan kurtulmak gerekiyor. Dünyada en önemli bir devrim yaşanmakta: "Biyoteknoloji ve Biyomühendislik Devrimi". Türkiye'nin Sanayi, Elektronik, Bilgisayar vb gibi Dünya'yı sarsan devrim niteliğinde gelişmelere seyirci kaldığı ve ancak kullanıcı düzeyinde katıldığı bir gerçek. En büyük dileğim, bu yüzyıla damga vuracak olan, sağlık, enerji, ekonomi, çevre ve daha birçok alanı doğrudan etkilecek olan bu yeni devrimi, Biyoteknoloji ve Biyomühendislik Devrimi'ni kaçırmamız...

Projenizle gurur duyuyoruz, büyük bir başarı bizler için. Çok tebrik ediyoruz sizleri!

Çok teşekkürler. Ayrıca ElginkanTeknoloji Ödülü var, bütün grup, SUTAB takımı olarak 2015 Elginkan Vakfı Teknoloji Ödülü’ne layık görüldük.

Proje ekibinde Ali KoşarAsıf ŞabanoviçDevrim GözüaçıkHüseyin ÜvetMustafa Ünel ve Sinan Ekici öğretim üyesi olarak yer alıyor. Projede Cenk Kığ ve Özlem Oral doktora sonrası araştırmacı olarak, Ayşe IlgınoğluCanberk SözerDilara YılmazGökhan Alcan ve Morteza Ghorbani ise lisansüstü öğrenciler olarak çalışıyor. Doğan ÜzüşenMuhsincan ŞeşenYavuz Perk ve Zeynep Itah ise projede daha önce çalışmış Sabancı Üniversitesi mezunlarıdır.

Sabancı Üniversitesi Kanser Araştırmaları Dosyası Haber dizimize ait tüm röportajları buradan okuyabilirsiniz. 

CDP Türkiye 2016 İklim Değişikliği Raporu Açıklandı

CDP Türkiye 2016 İklim Değişikliği Raporu Açıklandı

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından Çimsa’nın ana sponsorluğu ve Deloitte Türkiye’nin derecelendirme ve raporlama desteği ile yürütülen CDP Türkiye 2016 İklim Değişikliği Programı Raporu açıklandı. Rapor, 30 Kasım 2016, Çarşamba günü, Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde Zorlu Holding’in desteği ile gerçekleştirilen etkinlik ile kamuoyuna duyuruldu.

Şirketlerin iklim değişikliğine yönelik stratejilerini uluslararası kurumsal yatırımcıların bilgisine sunabileceği bir platform sağlayan CDP, dünyanın en prestijli ve yaygın çevre girişimi olarak kabul ediliyor. CDP Türkiye 2016 İklim Değişikliği Raporu, CDP’ye Türkiye’den dahil olan 50 şirketin verdikleri yanıtların analizini içeriyor.


BIST-100 şirketlerinin toplam piyasa değerinin %50’sini oluşturan şirketler CDP platformu aracılığı ile iklim değişikliği risklerini ve yarattığı fırsatları nasıl yönettiklerini yatırmcılara ve diğer paydaşlarına açıkladılar. Bu şirketlerin %91’i iklim değişikliğini iş stratejilerine entegre ettiğini, %94’ü de iklim değişikliğini üst düzey ve yönetim kurulu seviyesinde ele aldığını belirtti. 

“CDP Küresel A listesi" ve "CDP Türkiye İklim Liderleri" Ödülleri de etkinlikte sahiplerini buldu. Dünyada CDP’ye yanıt veren ve  iklim değişikliği ile mücadelede başı çeken 193 şirketin yer aldığı “CDP Küresel A Listesi” içerisinde bu sene Türkiye’den iki  şirket yer aldı: Arçelik ve Garanti Bankası. Bu iki şirket etkinlik sırasında liderlik ödüllerini teslim aldı.  CDP Türkiye İklim Liderleri Ödülleri”ne ise Brisa, Coca-Cola İçecek, Çimsa, Ekoten Tekstil, Migros, Pınar Süt ve Tofaş layık görüldüler. 

Etkinlikte, Posta Gazetesi Ankara Temsilcisi ve CNN Türk Haftasonu Programı Sunucusu Hakan Çelik’in moderatörülüğünde gerçekleşen “CDP A Listesi CEO Paneli”nde, CDP Küresel A Listesi’nde yer alan Arçelik’in CEO’su Hakan Bulgurlu ve Garanti Bankası’nın CEO’su Fuat Erbil konuşmacı oldular. 

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından, CDP İklim Değişikliği Programı’nın 2016 Türkiye sonuçları raporu, 30 Kasım 2016, Çarşamba günü Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde düzenlenen etkinlik ile kamuoyu ile paylaşıldı. Etkinlikte CDP Küresel A listesi Ödülleri ve CDP Türkiye İklim Liderleri Ödülleri de sahiplerini buldu. 

Nevra Özhatay

Etkinlik CDP Başkanı Paul Dickinson’ın yer aldığı video mesaj ile başladı. Ardından Çimsa Genel Müdürü Nevra Özhatay açılış konuşmasını yaptı. Etkinliğin ana tema konuşmacısı Uluslararası Kurumsal Yönetim Ağı (International Corporate Governance Network – ICGN) Politika Direktörü George Dallas oldu.

George Dallas

Gerçekleştirilen canlı bağlantı ile CDP Başkan Yardımcısı Sue Howells CDP Küresel İklim Değişikliği 2016 Rapor Sonuçları’nı sundu. Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu ve CDP Türkiye Direktörü Melsa AraratCDP Türkiye 2016 İklim Değişikliği Raporu” sonuçlarını açıkladı.

Melsa Ararat

Rapor sunumlarından sonra Posta Gazetesi Ankara Temsilcisi ve CNN  Türk Hafta Sonu Programı Sunucusu Hakan Çelik’in moderatörülüğünde gerçekleşen “CDP A Listesi CEO Paneli”ne geçildi. Arçelik CEO’su Hakan Bulgurlu ve Garanti Bankası CEO’su Fuat Erbil panelde konuşmacı oldular.

Hakan Çelik, Arçelik CEO’su Hakan Bulgurlu ve Garanti Bankası CEO’su Fuat Erbil

CDP Küresel A Listesi Liderleri ve CDP Türkiye İklim Liderleri ödüllendirildi

Toplantı CDP Küresel A Listesi ve CDP Türkiye İklim Liderleri Ödül Töreni ile son buldu. İklim değişikliği ile mücadele konusunda üstün performans göstererek CDP Küresel A Listesi’nde yer alan 193 şirket 25 Kasım’da CDP Londra Merkez ofisi tarafından açıklanmıştı. Türkiye’den ise sadece iki şirket, Arçelik ve Garanti Bankası, 2016 yılında bu listeye girmeye hak kazandı. Ödülleri; Arçelik adına CEO Hakan Bulgurlu, Garanti Bankası adına ise CEO Fuat Erbil teslim aldı.

CDP Türkiye İklim Liderleri Ödülleri”ne ise bu sene toplam 7 şirket layık görüldü. Ödülleri; Brisa adına İnsan Kaynakları ve Kurumsal Gelişim Direktörü Nilgün Özkan, Coca-Cola İçecek adına Kurumsal İlişkiler Direktörü Atilla Yerlikaya, Çimsa adına Genel Müdür Nevra Özhatay, Ekoten Tekstil adına Genel Müdür İshak Aydın Öztürk, Migros adına İnsan Kaynakları ve Endüstri İlişkileri Genel Müdür Yardımcısı Demir Aytaç, Pınar Süt adına Genel Müdür Gürkan Hekimoğlu ve Tofaş adına Dış İlişkiler Direktörü Güray Karacar aldılar.

Kazanan şirketler ödüllerini Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sondan Durukanoğlu Feyiz ve Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Menceloğlu’ndan teslim aldılar.

CDP Türkiye 2016 İklim Değişikliği Raporu Bulguları

  • İklim değişikliği konusunda şirketlerin sorumluluk algısı CDP Türkiye’nin faaliyetine başladığı 2010 yılından bu yana artmaya devam etti. 2010 yılında yanıt veren şirket sayısı 11 iken, bu yıl toplam 50 şirket yanıt verdi. Yanıt veren şirketlerin 38’i BIST 100 içindendi. CDP derecelendirme metodolojisine göre Türkiye’den toplam dokuz şirket A ve A- bandında yer aldı.
  • Daha fazla şirket emisyonlarını azaltmak için hedef belirledi. Bu yıl kendilerine mutlak hedef belirleyen şirketlerin oranı yüzde 41’e yükseldi. 2015 yılında bu oran yüzde 25’ti. Yoğunluk hedefi belirleyen şirketlerin oranı ise yüzde 29’dan yüzde 35’e yükseldi.
  • Artık daha fazla şirket emisyon azaltımı için inisiyatif almaya başladı. Yanıt veren şirketlerin yüzde 85’i en az bir emisyon azaltım inisiyatifi belirlediğini raporladı. Bu inisiyatiflerin yüzde 70’i ise enerji tasarrufu süreçleri ile ilgili. Bu alanda şirketler tarafından toplamda 72 adet inisiyatif raporlandı.
  • Bazı sektörlerdeki şirketlerin yanıt verme oranı yükselirken enerji yoğun sektörler geride kaldı.
  • Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi küresel ölçekteki işletmeler üzerinde harekete geçirici bir etkiye sahip oldu, ancak Türkiye'de düşük karbonlu ekonomiye geçiş hızı beklenenden yavaş. Küresel CDP raporunda yanıt veren şirketlerin yüzde 85’i emisyon azaltım hedefi koyarken, Türkiye’de bu oran yüzde 79. Küresel raporda şirketlerin yüzde 55’i emisyon azaltım hedeflerini 2020 ve sonrası için belirlerken, Türkiye’deki şirketlerin sadece yüzde 32’si aynı zaman dilimi için hedef koyuyor. Buna ek olarak küresel raporda yer alan şirketlerin yüzde 29’u iklim risklerini ve fırsatlarını yönetmek için karbon fiyatlandırması uygularken Türkiye’de bu oran yüzde 18.
  • Şirketlerin büyük bir bölümü enerji verimliliğini artırarak maliyetlerini ciddi oranda düşürebileceklerini farketti. Yanıt veren şirketlerin yüzde 50’si 1 yıldan az bir zamanda geri dönüşü olacağını belirttikleri girişimler başlattılar.
  • Gelişmiş emisyon raporlaması:  2016 yılında, yanıt veren şirketlerin yüzde 79’u doğrudan (Kapsam 1) ve dolaylı (Kapsam 2) emisyon verilerini açıkladı. Şirketlerin yüzde 62’sinin ise emisyon rakamları geçen seneye oranla arttı. 2016’da yanıt veren şirketlerin yüzde 68’i Kapsam 3 emisyonlarını da raporladı.
  • Daha çok şirket emisyon rakamlarını doğrulatmaya başladı ancak Kapsam 3 emisyonları için oranlar hala düşük. 2016’da yanıt veren şirketlerin doğrulattıkları emisyon paylarına baktığımızda Kapsam 1 doğrulatma oranı yüzde 96 fakat bu oran Kapsam 3 için sadece yüzde 37.  
  • İklim yönetimini iş stratejilerine entegre eden şirket sayısı artıyor: Şirketlerin yüzde 91’i iklim değişikliğini iş stratejilerine entegre etti. Şirketlerin yüzde 79’u ise emisyonlarını düşürmek üzere hedef belirledi. 2016 yılında yanıt veren şirketlerin yüzde 24’ü yenilenebilir enerji hedefleri olduğunu belirtti.
  • İklim değişikliği ile ilgili konuların şirketlerin üst yönetimlerde ele alınması oranında artış yaşandı. Şirketlerin yüzde 94’ü iklim değişikliği konusunu üst düzey ve yönetim kurulu seviyesinde ele aldıklarını belirtti.
  • Şirketlerin risk olarak gördükleri konular; itibar (yüzde 59), enerji / petrol fiyatları ve diğer düzenlemeler (yüzde 50), değişen sıcaklık dereceleri, sağanak yağışlar ve kuraklık ve değişen tüketici davranışları olarak belirtildi.
  • Şirketlerin fırsat olarak gördükleri konular ise; itibar (yüzde 50), değişen tüketici davranışları (yüzde 44), ticaret sistemi, sıcaklıktaki sıra dışı değişiklikler ve uluslararası anlaşmalar.

Özetle, iklim değişikliği ile ilgili konular Türkiye’de şirketlerin üst yönetimleri tarafından izleniyor, Türkiye’deki şirketler itibar konusunda oldukça duyarlılar, değişen tüketici davranışları ve yeni ticaret sisteminin fırsalar yaratabileceğini düşünüyorlar, emisyonlarını düşürmek üzere hedefler belirliyorlar.

CDP 2016 Küresel İklim Değişikliği Raporu Bulguları

CDP iklim değişikliği konusunda iş dünyasındaki gelişmelerin izlenmesi kapsamında We Mean Business koalisyonu ile birlikte yeni bir küresel rapor serisinin ilkini yayınladı. Bu rapor piyasa değeri ve çevresel etkisi bakımından küresel düzeyde en önemli şirketleri temsil edecek şekilde seçilmiş 1839 şirketten oluşan bir örneklem listesinin analizlerini içeriyor. Bu şirketlerin 1089'u CDP’ye yanıt verdi ve bu şirketler Paris Anlaşması’nın hedeflerine paralel olarak iklim değişikliği konusunda aldıkları aksiyonlara göre incelendi.  

Rapora göre:

  • Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi düşük karbonlu ekonomiye geçişi hızlandırdı; kürsel iş dünyası şimdiden bu geçiş için çalışmalarına başladı. Şirketlerin yüzde 85’i emisyonlarını azaltmak üzere hedefler belirledi. Şirketlerin yüzde 55’i 2020 ya da sonrası için hedefler belirledi. Şirketlerin yüzde 29’u iklim risklerini ve fırsatlarını yönetmede yardımcı olması için dahili karbon fiyatlandırması kullanıyor. 2017 itibariyle örneklemin yaklaşık yarısı karbon fiyatlandırması uygulamasına başlamayı taahhüt etti.
  • Bazı şirketler iklim konusunda erken harekete geçmenin olumlu ticari sonuçları olduğunu belirtti. Beş yıllık dönemde 62 şirket emisyonlarını yüzde 10 ya da üzerinde azaltırken gelirlerini aynı marjda artırmayı başardı. Telekom sektörü dışındaki tüm sektörlerde şirketlerin bu gruba dahil olması en yüksek emisyona sahip, en enerji yoğun şirketlerde bile ayrışmanın mümkün olduğunu gösteriyor.
  • İş dünyası potansiyelini gerçekleştirmek ve emisyon açığını kapatmak için azimli olmalı. Şirketlerin yüzde 85’inin emisyon azaltım hedefi olmasına rağmen, sadece yüzde 14’ü 2030 yılı ya da sonrası için azaltım hedeflerini belirledi. Şirketlerin sadece yüzde 9’u emisyon azaltım hedeflerini Paris Anlaşması’nda da belirtilen küresel ısınmanın 2 derecenin altında tutulması hedefi doğrultusunda yerine getireceğini belirtti.
  • Daha fazla sayıda şirket Paris Anlaşması’nın tavsiyelerini uygulamaya başladıkça, şirketler tarafından önümüzdeki yıllarda daha uzun vadeli, daha bilimsel temellere dayalı hedefler konması bekleniyor. Yüzlerde şirket (600’ün üzerinde) CDP’ye Paris Anlaşması’nın da etkileriyle iş yapış yöntemlerinde köklü değişiklikler olmasını öngördüklerini açıkladılar. CDP, şirketler tarafından taahhüt edilen emisyon azaltım miktarlarının 2011-2015 arasında, Paris Anlaşması’nın ek olarak sağladığı itici güç olmadan da düzenli olarak arttığını tespit etti.
  • CDP’nin ‘İklim değişikliği konusundaki kurumsal aksiyonlarda gelişmelerin izlenmesi’ dizisi önümüzdeki yıllarda kurumsal ilerlemenin boyutlarını görebilmek için bir araç olacak. Rapor 1089 şirketin emisyon verilerini içeriyor. Bu da toplam küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 12’sini temsil ediyor. Paris Anlaşması hedeflerine paralel olarak şirketlerin emisyon azaltımı konusunda sağlayacakları ilerleme gelecekte yayınlanacak küresel CDP raporlarında takip edilecek.
  • Paris sonrasında, yatırımcılar düşük karbona geçiş konusunda kazananlara ve kaybedenlere eskisinden çok daha fazla dikkat ediyorlar. CDP aracılığıyla, 100 trilyon Dolar varlığı yöneten 800’den fazla kurumsal yatırımcı, şirketlerden iklim değişikliğinin neden olduğu riskleri nasıl yönettiklerini açıklamalarını talep ediyor. Bu yıl iklim değişikliği ile mücadele konusunda tavsiyelerini yayınlacak olan Financial Stability Board, İklimle İlişkili Finansal Beyanlar Görev Grubu’nun varlığı, şirketlere iklim değişikliğinden nasıl etkileneceklerini açıklamaları yönünde uygulanacak baskının artmasının beklendiğine işaret ediyor. Örneklemde yer alan her üç şirketten ikisi halihazırda CDP’ye çevresel verilerini açıklıyor ancak geriye kalan üçte birlik kısım gelecekte yatırımcıların şeffaflık taleplerine cevap verip veremedikleri konusunda takibe alınacak.

CDP Küresel A Listesi

Bu yılın CDP Küresel A Listesi düşük karbonlu gelecek ve iklim değişikliği ile mücadelede  ön saflarında yer alan şirketleri belirliyor.

  • CDP 2016 Küresel İklim Değişikliği Raporu’nda bu yıl A Listesi’ne 193 şirket girdi. Bu yıl A Listesi’ne Türkiye’den, Arçelik ve Garanti Bankası olmak üzere iki şirket girdi.

Kotasyonlar:

Çimsa Genel Müdürü Nevra Özhatay açılış konuşmasında, “Bağımsız, uluslararası bir kuruluş olan CDP, on yıldan fazla süredir iklim değişikliğiyle mücadele ederek, şirketlerin sera gazı emisyonları, enerji kullanımları ve iklim değişikliği risklerine yönelik çalışmalarını raporluyor ve toplumsal farkındalığı artırıyor. Yapılan bu ölçümler ve şeffaf raporlama süreçleri sayesinde şirketler karbon yönetiminde ve iklim değişikliği risklerinden kendilerini korumada daha başarılı oluyorlar. Biz de Çimsa olarak, CDP’yi desteklemenin toplumumuz ve ülkemize katkı sağlayacağına yürekten inanıyoruz.” dedi.

Uluslararası Kurumsal Yönetim Ağı (International Corporate Governance Network – ICGN) Politika Direktörü George Dallas konuşmasında “ICGN, CDP Türkiye’yi iklim değişikliğini odağına alan bu başarılı konferanstan ötürü kutlar. Şirketleri, yönetim kurullarını ve yatırımcıları yakından ilgilendiren bu konu biliyoruz ki finans dünyası ve dünya ekonomisi için kritik bir öneme sahip. ICGN olarak bizler ve üye yatırımcılarımız, yönetim kurullarında iklim değişikliği farkındalığının artmasını teşvik ediyor ve CDP gibi güçlü ve güvenilir kurumlar aracılığı ile iklim değişikliği ile mücadele konusundaki stratejilerini açıklamalarını bekliyoruz.” dedi. 

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu ve CDP Türkiye Direktörü Melsa Ararat konuşmasında “2016 yılında borsanın işlem hacmi ve piyasa değeri açısından yaklaşık yüzde 85’ini oluşturan BIST-100 şirketlerinin toplam piyasa değerinin yüzde 50’sini oluşturan şirketler CDP platformu aracılığı ile iklim değişikliği risklerini ve yarattığı fırsatları nasıl yönettiklerini yatırmcılara ve diğer paydaşlarına açıkladılar. Bu rakam özel sektörümüzün lider şirketlerinin önemli bir bölümünün iklim değişikliğini yeniden tanımlandığının ve küresel rekabet ortamına hazır olduklarının sinyalini vermektedir.” dedi.

Panelde konuşan Arçelik CEO’su Hakan Bulgurlu “Sürdürülebilirlik, Arçelik iş modelinin önemli bir parçasını oluşturuyor. Dünyamızın sürdürülebilir geleceği için iklim değişikliği ile mücadele eden ve düşük karbon çözümlerini uygulayan bir çalışma modeli benimsiyoruz. Karbon ayak izimizi azaltmak, inovatif ve enerji verimli ürünler geliştirmek ve ürünlerimizin yaşam döngüsünü iyileştirmek için sürekli yatırım yapıyoruz.” dedi.

Panelin diğer konuşmacısı Garanti Bankası CEO’su Fuat Erbil “CDP İklim Değişikliği A Listesi’nde üst üste ikinci kez yer almaktan büyük gurur duyuyoruz. İklim değişikliği konularında Türkiye’deki öncü şirketlerden biri olarak, bu ödül, hem doğrudan hem de dolaylı çevresel etkilerimizi azaltmak için gösterdiğimiz üstün çabayı bir kere daha kanıtlamış oldu.” dedi.

CDP Hakkında

Kâr amacı gütmeyen Londra merkezli uluslararası bir kuruluş olan CDP, halka açık şirketlerin doğal kaynakları ve doğal sermayeyi nasıl kullanıldıklarını, faaliyetleriyle sınırlı kaynakların yeniden üretimini nasıl etkilediklerini ve bu alandaki risklerini nasıl yönettiklerini yatırımcılara raporlamalarına aracılık ediyor. Yaklaşık 100 ülkeden 5.000 civarında şirket, CDP programları aracılığıyla iklim değişikliği, su kaynakları ve ormansızlaşmaya neden olan ürünlerin faaliyetleriyle etkileşiminin sonuçlarını ve karşı karşıya oldukları riskleri ölçüyor ve yatırımcılara açıklıyor. CDP, şirket raporlarını karşılaştırılabilir hale getiriyor ve ilgi alanındaki uluslararası raporlama standartlarını geliştirmeyi hedefliyor.  Harvard Business Review tarafından dünyanın en güçlü yeşil Sivil Toplum Kuruluşu olarak tanınan CDP, iklim değişikliği konusunda özel sektörün sorumluluk alması gerekliliğine inanıyor ve bu sorumluluğu yerine getirmelerini teşvik etmek amacıyla iklim değişikliği politikaları ve suya yönelik stratejilerini şeffaf bir şekilde açıklayabilecekleri bir platform sunuyor. CDP, 2016 yılı itibariyle, 100 trilyon dolar değerindeki varlığı yöneten 827 uluslararası yatırımcı adına hareket etmekte ve dünyanın önde gelen şirketlerine çevresel politikalarını açıklamaları adına çağrıda bulunmaktadır.

http://cdpturkey.sabanciuniv.edu    www.cdp.net

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu (SU CGFT) Hakkında

CGFT 2003 yılında TÜSİAD ve Sabancı Üniversitesinin ortak çabasıyla kuruldu ve 2004 yılı sonuna kadar ortak bir girişim olarak devam etti. Forum 2005 yılından itibaren araştırma ve bilgi üretme üzerine yoğunlaştı. 2009 yılı Forum’un uygulamaya ve şirketlerin yönetişim politikalarını ve uygulamalarını gözden geçirmeye teşvik edecek saha çalışmalarına odaklandığı dönemin başlangıcıdır. CGFT bugün disiplinler arası bir akademik girişim olarak Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi ev sahipliğinde çalışmalarını sürdürmekte ve Yönetişim ve Sürdürülebilir Kalkınma arasındaki bağlantı üzerine odaklanmaktadır. Forum, saha çalışmalarına 2009 yılında dünyanın en kapsamlı ve en prestijli çevre projesi kabul edilen ve uluslararası kurumsal yatırımcılar adına hareket eden CDP’nin Türkiye operasyonunu üstlenerek başladı. CDP Türkiye operasyonu bugün hem CDP İklim Değişikliği programlarını hem de CDP Su programını yürütmektedir.

 

                                   http://cgft.sabanciuniv.edu

Devrim Gözüaçık'tan kanserden korunmak için küçük sırlar

Devrim Gözüaçık'tan kanserden korunmak için küçük sırlar

Devrim Gözüaçık'la sohbetimiz kaldığı yerden devam ediyor...

“Ömür uzadıkça kanser riski artıyor”

Kanser her geçen sene daha mı çok yayılıyor?

Dediğim gibi kanser, hayat olan her yerde var. Yıllar önce dinozorlarda da vardı, günümüzde de var. Çok yayılıyor gibi olmasının en önemli nedenlerinden birisi daha hassas yöntemlerle ‘tanı’ konulması. Son yıllardaki imkanlar sayesinde tanı konulmaya başlayınca ‘Aaa ne kadar sıkmış’ deniyor. İkinci sebebi ,ortalama ömrün dünya genelinde artmış olması. Yaş ilerledikçe, özellikle 50-60 yaşlarından itibaren kanser oranı artıyor. Bunun da çeşitli nedenleri var. İlerleyen yaşlarda hem bağışıklık sisteminin zamanla zayıflaması, hem de bazı onarım ve yenileme mekanizmalarının daha kötü çalışması gibi. 

A. Atakan Demir ve Devrim Gözüaçık

Röportaj: A. Atakan Demir / Sabancı Üniversitesi Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği öğrencisi

Fotoğraflar: Ece Naz Kırkıl / Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri öğrencisi

Yani yaşam süresinin uzaması ve tanı bize kanser oranının hızla arttığını düşündürüyor…

Evet, özellikle gelişmekte olan ve gelişmiş toplumlarda ömür uzuyor. Eskiden, 1940’lar öncesinde insanların birçoğu enfeksiyon hastalıklarından ölürken, antibiyotiklerin keşfi sayesinde enfeksiyon hastalıklarından ölmemeye başladılar. Kalp-damar hastalıkları da artık ilaçla tedavi edilebiliyor. Böylece son yıllarda ömür giderek uzuyor. Türkiye’de de bu gözle görülür bir şekilde oluyor. Çocukluğumda 60 yaşında bir insan çok yaşlı olarak düşünülüyordu. Şimdi 70'e kadar orta yaş, ülkemizde 80-90 yaşlarına varanlar var rahatlıkla. Fakat ömür uzadıkça da kanser riski artıyor. O yüzden biraz daha görünür olabiliyor kanserle ilgili konular.

Diğer taraftan, ilk bahsettiğim noktaya değinecek olursak tanı yöntemleri daha hassas şimdi. Artık daha küçük tümörleri de yakalama şansı var. Patolojiler, biyopsiler, mamografiler, yeni CT ve MR yöntemleri tanı oranlarını artırmakta. Mesela kolonoskopiler çok daha yaygın yapılıyor ileri yaşlarda. Kanserin erken tanısı için kullanılabilecek bazı belirteçlerin sayısı artmakta, bunlar kanda tetkik edilebiliyor. Biz de Sabancı Üniversitesi'nde, öğretim üyeleri Ali Koşar, Burç Mısırlıoğlu ve diğer bazı arkadaşlarımızla, kansere erken tanı koyabilmek amacıyla nano teknolojik yöntemler geliştirecek ve EFSUN adını verdiğimiz yeni bir mükemmeliyet merkezi kurduk. Bütün bu yeni ve ileri tetkikler sayesinde biraz daha da erken yakalamaya başlıyoruz birçok kanseri. Bilimsel çalışmalar sayesinde tanı alanındaki başarılar daha da artacaktır. Böyle olunca da sanki kanser çok yaygınlaşmış gibi görünüyor. Ama aslında sadece aynı sayıda bulunan kansere, daha fazla tanı koyuyoruz, daha fazla yakalıyoruz, yoksa kanser birden bire çoğalmıyor. Erken tanı, kanserin yayılmadan yakalanması ve tedavi başarısı için çok ama çok önemli tabi ki.

 

“Bazı baharatlar kanser riskini azaltıyor”

Kansere yakalanma olasılığını en aza indirmek için neler yapılabilir?

Sağlıklı beslenmek başta gelen şeylerden biri. Spor da aynı şekilde… Kişi bir fiziksel olarak aktifse, spor yapıyorsa, kilosuna dikkat ederse kanserden daha iyi korunabilir. Başka ipuçları da var, onları da söyleyebilirim. Onlar biraz daha mesleki sırlar (Gülüyor).

Değinebilir miyiz mesleki sırlarınıza da hocam?

Mesela bazı baharatlar, besin maddeleri var… Bunları tükettiğiniz zaman kanser riski gerçekten bir miktar düşüyor. Mesela 30-35 yaşlarından sonra alınan düşük doz aspirinin kolon (kalın bağırsak) kanserini önlediği biliniyor. Kurkumin diye bir madde var, nerede bulunur bu kurkumin? Zerdeçalda! Bununla ilgili birçok yayında da aktarılmış olduğu gibi kanserli hücreleri intihara sürüklediği düşünülüyor. Yemeklere bir parça zerdeçal serpiştirdiğiniz zaman kanser riskinizi düşürüyor! Kanserle savaşta antioksidan içeren sebzeler meyveler tüketilebilir. 

Ben sebze tüketmiyorum hocam üç yaşımdan beri.

Ama meyve yiyorsundur?

Evet meyve yiyorum.

Dengelemek lazım bir şekilde. İhtiyacın olan vitaminleri (özellikle A ve D vitaminleri), mineralleri dengeledikten sonra sorun yok. Dengelemenin ötesinde bazı aktif maddeleri tüketmekte de yarar var. Mesela yeşil çay! Yeşil çayla ilgili de çok çalışma var. Biz normal çay içiyoruz, antioksidanlar onda da var. Ama yeşil çay içinde, özellikle fermente yeşil çay veya beyaz çay denilen bazı çaylar içinde çok etkili polifenoller, antikanser maddeler olduğu düşünülüyor. Amerikan Kanser Kurumu’nun anti kanser olarak duyurduğu 20 besin arasında bir tane Türk yemeği var. Hangisi olduğunu tahmin edemezsin bile.

Hangisi hocam?

Mercimekli köfte!

Gerçekten mi?

Evet, neden? Çünkü hem proteinden zengin, hem içinde baharatlar var, hem de yeşillik, soğan, maydanoz içeriyor. Bir de limon sıkıyorsun üzerine! Bu nedenle Türkiye’den anti kanser yiyecek olarak mercimekli köfte seçilmiş. Benim de en sevdiğim yemeklerden bir tanesidir. Geleneksel tarzda kebaplardan bahsetmiyorum ama sebze, meyve, baharatlar, balık açısından Türk mutfağının geleneksel tatları anti kanserdir genellikle. Ama vurgulayım ki yüzde yüz garantisi yok hiçbir şeyin kanser konusunda, şans faktörü de hakim.

Gözüaçık Lab'da araştırmalar devam ediyor...

“Erkeklerde akciğer, kadınlarda meme kanseri birinci sırada”

Erken tanı için neler önerirsiniz?

Ailesel olarak akrabalarda çok yaygın görülen kanser tipleri varsa, bu bir yatkınlığa işaret ediyor olabilir, orada yakın takip gerekir. Ama ailede bir sağlık problemi ve herhangi bir bireysel şikayet yoksa çok da kafaya takmamak lazım öyle söyleyeyim. Ama ilerleyen yaşlarda, mesela sigara tiryakisiyse öncelikle sigarayı bırakması ve sürekli kontrole gitmesi lazım insanın. Siroz veya kronik hepatit (sarılık) hastası olanların düzenli olarak kontrole gitmesi lazım özellikle karaciğer kanseri açısından. Erkeklerde en çok akciğer kanseri, ondan sonra kolon kanseri, prostat kanseri diye gidiyor görülme sıklığı. Kadınlarda birinci sırada meme kanseri var. 8 kadından 1 tanesi ömrü boyunca kanser geliştiriyor. Muayene ve mamografiler belli bir yaştan sonra düzenli yapılmalı.

Hangi belirtileri dikkate almak gerekiyor? 

Kansızlık, anormal bir kitle, ağrı, kanama, gece ateşleri-terlemeleri, kısa zamanda kilo kaybı, güçsüzlük, halsizlik gibi uzun süren belirtiler bir kanserden dolayı ortaya çıkıyor da olabilir. Vücutta daha önce olmayan bir yerde kitle tespiti özellikle çok önemlidir. Eğer bu tip sorunlar yoksa, düzenli check-up yaptırmak lazım ama sürekli çok ufak ihtimalleri düşünerek kafaya çok takmamak lazım. Tıp fakültesine ilk girdiği zaman insan birden böyle hastalık hastası oluyor. Sürekli bir yerlerini muayene etmeye ve bir de hastanede erişim olduğu için gidip sürekli testler yapmaya başlıyor. Ama sağlıklıysanız çok da kafaya takmamak gerekiyor tekrar vurgulayayım. Şunu unutmamak gerekir ki ne olursa olsun bağışıklık sistemini en çok etkileyen şeylerden bir tanesi insanın psikolojik durumu, morali yüksek tutmak önemli. Sağlıklı besleniyorsa, spor yapıyorsa, ailede böyle bir yatkınlık yoksa, bir şikayeti de yoksa kanseri düşünmemeli insan. Ama belli bir yaştan sonra tabi ki check-up kontrolüne gitmek lazım, kadınlar için mamografi, pap smear, erkekler için prostat muayenesi önemli… 

“Dünyadaki tekniklerin çoğu Türkiye’de de kullanılıyor”

Kanser konusunda ülkemizde yapılan yatırımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de inanılmaz bir potansiyel var! Çok iyi eğitimli doktorlar, çok iyi hastaneler var. Dünyada kullanılan tekniklerin birçoğu Türkiye’de de çok kısa zamanda kullanılmaya başlanıyor. Hatta SGK da karşılıyor birçoğunu. Son dönemde araştırmalarla ilgili çok büyük yatırımlar da yapıldı ve bu atılımlar devam ediyor. Mesela 1-2 yıldır devam eden ve son dönemde hızlanan bir durum var… Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) kuruldu, şimdi onun altında Kanser Araştırmaları Enstitüsü dahil bazı enstitüler kuruluyor. Devlet tarafından bu enstitülere çok büyük destekler verilecek. İlaç şirketleri için de çok büyük teşvikler, destekler ve AR-GE merkezleri açma konusunda çok büyük kolaylıklar söz konusu. Tabii ki 80 milyona yakın nüfusa sahip olan bir ülkede birçok kanser enstitüsü bulunması gerekiyor, çok daha fazla araştırma ve buluş yapılması gerekiyor. Bina ve alet sağlamak da yetmez: Batı düzeyine ulaşmak için, kaliteli bilim insanı ve tıbbi araştırmacı sayısının artırılması ve bunların çalışma koşul ve imkanlarının en üst düzeye taşınması lazım.

Yatırımların ve sözünü ettiğiniz çalışmaların zamanı hakkındaki düşünceleriniz neler?

Biraz geç kalındı ama potansiyelimizin yüksek olmasından dolayı inanılmaz bir ilerleme mevcut. Çok değerli hocalarımız var temel çalışmalar yapan fakat projelerde bazı aksaklıklar söz konusu olabiliyor. Bir eksiklik hayvan deneyleri yapılamamasıydı. Bizim üniversitede çok uğraştık ama hayvan laboratuvarı kurduramadık. Fakat İstanbul’daki başka üniversitelerin imkanlarından faydalanmak bir yere kadar mümkün olabiliyor. Hayvan deneyleri tıbbi araştırmalar için çok önemli. Karaciğer kanserli, akciğer kanserli, hatta Alzheimer’lı, Parkinsonlu aklına gelebilecek her türlü hastalığın hayvan modeli var ve bunların birçoğu genetiği değiştirilmiş fareler. İnsandaki hastalığı hayvanda taklit ediyorsun ki ilaç tedavisini hayvanlarda geliştirebilesin. İnsanlara deneysel olarak ilaç vermek etik olarak mümkün değil. Hayvanlarda ümit veren ilaçları klinik aşamalarda test ediyorsun. O yüzden hayvanlar vazgeçilmez derecede önemli.

Artık Türkiye’den temin edilebiliyor mu bu hayvanlar?

Yurtdışından Türkiye’ye getirip üretiyorlar. Türkiye’de genetiği değiştirilmiş ‘hastalık modeli’ hayvan yapmak için birkaç girişim oldu ama göze batan bir örnek yok. Zahmetli bir yol da olsa, ABD’den hayvan modellerini buraya getirtip çalışmak mümkün. Hayvanseverlerin bize kızmaması için altını çizmeliyim ki bunların hepsi etik kurallar, etik onaylar ve belli çalışma kuralları dahilinde, hayvanlara eziyet etmeden, insanlık adına yapılan çalışmalar.

“Hedef çok iyi laboratuvarlar düzeyine gelmek”

Laboratuvar imkanlarınız nasıl?

Bizim laboratuvar imkanlarımız Avrupa’daki, ABD’deki, Japonya’daki herhangi bir laboratuvarın imkanlarından az değil. Bazı çok özel, pahalı yöntemler, teknikler, cihazlar var ama onları da zaten her gün kullanmıyoruz, işbirlikleri ile idare ediyoruz. Mesela, Almanya’da bir arkadaşım var, ihtiyacımıza göre bazı asistanımlarımı oraya gönderiyorum, 1-2 ay o pahalı cihazları ve altyapıyı kullanıyor, sonuçları alıp geliyor. Fakat altını çizeyim: Projelerimizin en önemli ve ağır kısımlarını burada çalışıyoruz. Mesela, bir asistanımı Hollanda’ya gönderdim orada 1-2 ay kaldı ve oradaki bir imkanı kullandı. Elde ettiği sonuçlarla geri döndü ve asıl çalışmayı Sabancı Üniversitesi'nde yaptık. Başka bazı teknikler, yöntemler var, para vererek hizmet alımı olarak satın alabiliyorsunuz. Dünyada da artık herkes herşeyi kendi yapmıyor. Mesela tüm genom analizleri gibi rutin ve ağır analizler gerektiren işleri şirketlere yaptırıp, önemli sonuçları en yoğun şekilde kendi laboratuvarlarında inceliyorlar. Böylece iş gücü, vakit ve enerjiden kazanılıyor. Bizim üniversitede en çok önem verilen, öncelikli hedef alanlardan birisi biyoteknoloji ve sağlık araştırmaları olmalı, bu potansiyel mevcut. Etki, yankı ve topluma yönelik çıktıları en güçlü ve önemli olan alanlar bunlar. Maddi ve manevi getirileri çok yüksek olabilir. Gözüaçık Laboratuvarı olarak bu alanlarda güçlüyüz, yayınlarımızla dünyadaki iyi laboratuvarlar düzeyindeyiz. Uluslararası konferanslara, derneklere davet ediliyoruz, önemli dergilere editörlük yapıyoruz. Batı'daki en meşhur üniversitelerdeki, enstitülerdeki en üst düzey laboratuvarlar ile hem işbirliği yapıyor, hem de yarışıyoruz.

Laboratuvarda hangi imkanların olmasını önemsiyorsunuz?

Laboratuvarımız çok iyi durumda. Fakat daha çok başarılı öğrenci ve doktora sonrası araştırmacılar çekebilmemiz lazım. Çalışan ve başarılı hocalara-araştırmacılara daha iyi imkanlar sağlanması gerekiyor. Yurtdışına hem öğrenci hem de hoca düzeyinde beyin göçü büyük sorun. Daha cazip çalışma koşulları gerek. Üniversitede hayvan laboratuvarı gibi imkanlar da sağlamak gerekir. Programda ve fakültede eksik cihazların sağlanması, bozulan cihazların tamiri veya yerine yenilerinin alınması, teknisyen sayısının artırılması gibi üzerine gidilmesi ve iyileştirilmesi gereken bazı konular da mevcut. Bozulan cihazların tamiri büyük problem. Hem bütçe hem de hzılı tamir konusunda sorunlar var. Cihazların yedekli olması bir çözüm olabilir.Biraz önce bahsettiğim EFSUN mükemmeliyet merkezi YÖK'ten onay aldı, kuruluşu Resmi Gazete'de yayınlandı, şu an aktif. Kanser ve diğer hastalıkların erken tanısı ile ilgili yeni bilgi ve yeni teknolojiler üretme hedefimiz var. Çok interdisipliner bir grup. Büyümesi, gelişmesi ve başarılı olması için her açıdan destek olunması lazım. EFSUN üniversitenin en önemli ve örnek projelerinden birisi olma potansiyeline sahip.

Şu an kaç öğrenciniz var doktora ve lisansüstü?

Şimdi benimle çalışan yedi tane doktora öğrencisi, üç tane master öğrencisi, iki tane de doktora sonrası araştırmacı var. Şimdiye kadar on doktora sonrası araştırmacı yetiştirdik, üç doktora mezunumuz oldu, sekiz de master öğrencisi mezun ettik. Çok sayıda lise öğrencisi geldi, stajyer öğrenciler geldi. Hem yurtiçinden, hem yurtdışından yaz stajlarına geldiler. Zaten laboratuvarlarımız ve çalışmalarımız lisans öğrencilerine fiziki ve maddi imkanlar dahilinde açık. Toplamda hepsine bakarsan son 10 sene içinde, lisans öğrencilerimizin yanı sıra, en az 100-150 öğrencinin hayatına değmişizdir. Mezunların hepsi çok başarılı oldu. Gözüaçık Laboratuvarı mezunlarından çeşitli üniversitelerde hoca, araştırmacı olanlar var, ilaç firmalarında önemli görevlerde çalışanlar var.

Devrim Gözüaçık'a bu keyifli sohbet için teşekkür ederiz...

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde yarın:

Ali Koşar ve Devrim Gözüaçık'la "Kansere karşı Türk patentli cihaz SUTAB"

Diğer röportajları buradan okuyabilirsiniz:

 

 

Teachers Are Human'da yeni konuk Albert Levi

Teachers Are Human'da yeni konuk Albert Levi

RadyoSU'nun en sevilen yayınlarından "Teachers Are Human" 5 Aralık Pazartesi akşam saat 20.00'de Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyemiz Albert Levi'yi konuk ediyor. RadyoSU'yu dinleyicilerini bu keyifli sohbete davet ediyor. 

Radyosu dinleyicileri gelecek programlarda sohbetini dinlemek istediği konukları Speak'ten, Campusnet'ten, RadyoSU sosyal medya hesaplarından paylaşabilir. Aynı zamanda dinleyiciler program esnasında "sesini duyur" köşesinden veya kampüs içi 9475 dahili hattan arayarak sorularını gönderebilir.

RadyoSU’yu nereden dinlerim?

radyosu.sabanciuniv.edu , Speak - on air, Mysu, TuneIn, RadyoSU App

Devrim Gözüaçık: “En az 400 kanser tipi var”

Devrim Gözüaçık: “En az 400 kanser tipi var”

Röportaj: A. Atakan Demir / Sabancı Üniversitesi Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği öğrencisi

Fotoğraflar: Ece Naz Kırkıl / Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri öğrencisi

Sabancı Üniversitesi’nde kanserle ilgili bilimsel araştırmalar yapan Doç. Dr. Devrim Gözüaçık “Kansere yakalanmayan canlı yok. Bitkilerin bile kendi tümörleri, kanserleri var. Hayat olan yerde kanser var, bundan kaçış yok” diyor.

 

Devrim Gözüaçık, Hacettepe İngilizce Tıp Fakültesi'nde öğrenciyken Türkiye'de ve Hollanda'da tek gen bozukluğuna bağlı kalıtsal hastalıklar ve lösemi üzerine çalışmalar yaptı. Paris Ecole Polytechnique'de biyokimya yüksek lisansı sonrası, moleküler biyoloji ve kanser biyolojisi doktorasını Paris Pasteur Enstitüsü'nden aldı. Wezmann Bilim Enstitüsü’nde 5 yıl boyunca kanser araştırmacısı olarak çalıştıktan sonra 2006 yılında Sabancı Üniversitesi’ne geldi. Moleküler tıp araştırmaları ve özellikle kanser, kalıtsal hastalık ve nörodejeneratif hastalık oluşum mekanizmaları ile hücresel stress ve ölüm yanıtları konularında çalışmalarına devam etti. Karşımızda bazen hekim, bazen de hoca kimliğine bürünen ama her daim bilim insanı çizgisini koruyan Doç. Dr. Devrim Gözüaçık ile konuştuk.

Kanser konusuyla ilgilenmeye nasıl başladınız?

Liseden beri bir bilim insanı olma hevesi içindeydim. Tıp fakültesine girdikten sonra da vazgeçmedim. Birinci sınıftan itibaren fakültenin tıbbi biyoloji ve biyokimya bölümlerinden dersler aldım, laboratuvarlara girdim. İlk defa o sırada bilimsel projelerde çalışmaya başladım ve eğitim hayatım boyunca da devam ettim. Tıp fakültesinde bir yandan hastanede klinik çalışmalara devam ederken, diğer taraftan da boş zamanlarımda laboratuvara kaçıyordum. Tıp öğrencisi olarak zorunlu olmamasına rağmen, doktora düzeyinde dersler aldım. Hastanede çalışırken birebir hasta takibi yaparsınız ve ben de yaptığım bütün stajlarda dahiliye, cerrahi, kadın doğum, çocuk hastalıkları olsun hep kanser hastalarını takip etmeyi seçtim. Böylece, kanserin klinik bulgularını daha iyi öğrenmek yanında, bu dramının, hem klinik hem de insani tarafını görerek kanserin yaptığı yıkımı ve tedavi sürecinin hasta ve aileler üzerine etkilerini daha yakından görmüş oldum. Laboratuvarımda yeni kanser tanı ve tedavi yöntemleri ararken, hastalar ve aileler aklımdan çıkmıyor. Şahit olduğum dramın ciddiyetini ve buluşların önem ve aciliyetini hala derinden hissediyorum.

A. Atakan Demir ve Devrim Gözüaçık

“Aslında tıp alanında çok ilkeliz”

Bilimsel araştırmanın size cazip gelen yönleri neler?

En önemli nedenlerden bir tanesi şu: Çağımızda insanlığın vardığı noktayla, uygarlığımızla çok övünüyoruz ama maalesef hala birçok alanda olduğu gibi tıp alanında da aslında çok ilkel durumdayız. Birçok hastalığın nasıl oluştuğu ve birçok ilacın etki mekanizması aslında hala bilinmiyor. Mesela aspirin 1800’lerde keşfedildiği halde etki mekanizmasının tanımı 1980-1990’larda yapıldı ve üzerinde çalışmalar hala devam ediyor. Aslında bazı en basit ilaçların bile nasıl etki yaptığını tam olarak bilemiyoruz. Tıp Fakültesi'nde ders çalışırken benim kafama dank etti ve dedim ki: ‘Biz modern tıp olarak bunları okuyoruz, ezberliyoruz. Bugün hastalıkların tanısı ve tedavisi için kullanılan yöntemler bunlar. Fakat aslında biz aslında hala ampirik dönemdeyiz, yani deneme-yanılma dönemindeyiz. Normal bir vücut nasıl işliyor, normal hücreler nasıl çalışıyor ve hastalıklara hangi bozukluklar yol açıyor? Bunların mekanizmaları nedir, arkasında yatan gerçekler nelerdir? Hala tam bilmiyoruz.’ Çoğu tıp öğrencisi tanı ve tedavileri sorgulamadan ezberlerken, ben asıl bunlara ilgi duyuyordum. Çok merak ediyordum ve daha ayrıntılı olarak anlama isteği ve merak sayesinde bilimsel araştırmalara yoğunlaştım. Tabii ki klinisyen olarak devam edip etmemeye karar verme aşaması çok sancılı oluyor. Çünkü benim arkadaşlarımın yüzde 95’i, belki daha fazlası hekim olmayı tercih etti. Şu an neredeyse hepsi klinisyen, özellikle cerrahi branş seçen çok var ve birçoğu Türkiye ve yurtdışında klinisyen olarak çok önemli başarılara imza attı ve atıyor. Benim yolum biraz daha sıradışı oldu.

Sabancı Üniversitesi’ne geldiğiniz yıl, 2006’da biyobilimin geleceğe yön verecek liderlerinden biri seçildiniz. O yıllardan bu yana kanser konusunda Türkiye’de ve dünyada gelinen nokta nedir?

Temel bilimsel araştırma olarak üzerinde durduğumuz konu hücresel stres ve ölüm mekanizmaları. Aslında kanser biyolojisinin temel alt başlıklarından biri, kanseri ve başka birçok önemli hastalığı anlamakla ilgili. Bu konularla ilgili son yıllarda çok gelişme oldu, bizim de önemli katkılarımız oldu. Biliyorsunuz, 2016 Nobel Tıp Ödülü de otofaji araştırmalarına verildi ve Yoshinori Ohsumi aldı. Ben en başından beri uluslararası düzeyde otofaji alanın aktif üyelerinden biriyim, Ohsumi ve alanın diğer liderleri arkadaşlarımız. Özellikle yoğunlaştığımız otofaji-kanser, otofaji-hastalık bağlantısı konuları dünyada da hala emekleme aşamasında ve Sabancı Üniversitesi'ndeki laboratuvarım alana dünya çapında katkılar yapma çabası içinde: Biz sağlam bir temel bilim altyapısı sonucu ortaya koyduğumuz ve patentlenebilir buluşlarımızdan yola çıkarak sonuçlarımızın hastalık tanı ve tedavisi açısından bir önemi olabilir mi şeklinde yaklaşıyoruz. Yurtdışında çalışmalarımız ve sonuçlarımız nedeniyle çok olumlu geri bildirimler alıyoruz, takdir görüyoruz.

Devrim Gözüaçık, Otofaji üzerine yaptığı çalışmaları ile 2016 Nobel Tıp Ödülü sahibi olan Japon hücre biyoloğu Yoshinori Ohsumi ile birlikteyken.

“Kanserin üç klasik tedavisi var”

Yeni kuşak yaklaşımlar neler?

Hücre ölümü konusunda bazı ilaçlar var, şimdilerde test edilen ve ileride kanser tedavisinde kullanılması düşünülen. Genel olarak baktığımız zaman, az önce bahsettiğim ampirik dönemden bu döneme aslında daha bilinçli, daha hedefli bir şekilde ilerliyoruz. Moleküler biyoloji ve genetik araştırmaları, hedefli ve bilinçli bir şekilde tasarlanmış ilaçlara sahip olmamızı sağlıyor. Yeni kuşak ilaçların hemen hepsi hastalıklarla alakalı proteinleri hedefliyor. Bazı yeni ilaçlar organik kökenli, örneğin antikor yapısında. Kanserin üç tane klasik tedavisi var aslında: Kemoterapi, radyoterapi ve ameliyat, yani operasyon. Tümör eğer sınırlı bir çerçevedeyse tümörü alıp çıkarıyoruz. Asıl problem ana tümörün alınması değil, o tümörden kopan hücrelerin dokulara ve hatta uzak dokulara kan damarları yoluyla ulaşıp oralarda yeni tümörler oluşturması. Biz buna metastaz diyoruz yani kanserin yayılması…

Yani asıl problem metastaz…

Evet, asıl problem bu! Tümör hücreleri çabuk bölünen hücreler olduklarından tedavi yöntemleri de buna göre geliştiriliyor. Radyoterapi dediğimiz radyasyon tedavisi, kemoterapi dediğimiz ilaç tedavisi hızlı bölünen hücreleri hedefliyor. Bu tedavi yöntemleri vücuttaki sağlam hücreleri de etkilediklerinden inanılmaz yan etkileri var. Öncelikle bağışıklık sistemini, kök hücreleri, dokuları etkiliyorlar ve akciğer, mide-bağırsak sistemiyle ilgili de çok ağır yan etkileri oluyor. Bazen tedavi nedeniyle oluşan ikincil kanserler oluyor. Acaba kanser ilaçları ve radyasyonun dozu azaltılabilir mi, dozlar düşürülerek aynı tedavi elde edilebilir mi? Hasta tamamiyle sağlıklı kalacak ama tümör hücreleri ölecek diye ümit ediyorsun.

“Kişinin kanserine özgü tedavi yöntemleri geliyor”

Kişinin kanserine özel tedaviler son dönemde çok konuşuluyor…

Üzerine yoğunlaşılan kanser tedavi yöntemlerinden en önemlilerinden birisi hedefli tedaviler. İlacı sadece tümör hücresini tanıyacak şekilde hedefleyebilir miyiz? Amacımız ilacın normal hücreleri diğer yöntemlere nazaran daha az etkileyip daha çok tümör hücrelerini etkilemesi. Bazı örnekler var ama hala şu anda klasik kemoterapi ilaçlarıyla kombinasyon halinde kullanılmaya çalışılıyor. Ama iki kanser silahı birden kullanıldığı için bu kombinasyon tedavileri, kemoterapinin veya radyoterapinin dozunu düşürme şansı veriyor. Birçok başka gelişme de var. Bağışıklık sistemini güçlendiren tedavilerde de başarı elde edilmeye başlandı. Artık giderek, kişinin kanserine özgü tedavi yöntemleri geliyor ve modern tıbbın bir parçası olma yolunda. 

Kaç çeşit kanser tipi ve kaç çeşit tedavi var diyebiliriz?

Kanser dediğiniz zaman en az 400 hastalıktan bahsediyoruz, en az 400 kanser tipi var. Her hastanın kanseri de birbirinden farklı. 400 kanser tipi içinde her tipin davranışı farklı. Mesela 8-9 çeşit meme kanseri tipi var ve bu meme kanseri tiplerinden bazılarının tedavisinde çok güzel sonuçlar elde edilmeye başlandı. Lösemilerde tanı aşamasına bağlı olarak tedavi yöntemleri var. Kronik lösemiyle ilgili çok etkili ilaçlar ortaya çıktı, artık tedavi edilebiliyor. Öte yandan akciğer kanserinin bazı türleri, karaciğer kanseri, pankreas kanseri gibi bazı kanser tipleri var ki hala tedavide başarı düzeyleri çok düşük. Ama bu konularda da çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Örneğin tedavisi zor olan pankreas kanseriyle ilgili olarak pek çok araştırmaya rastlıyorum. Bu konuda da hem tedavi, hem tanı açısından çalışmalar yoğun bir şekilde sürüyor. Bizim de devam eden tanı ve tedaviye katkıda bulunabileceğini düşündüğümüz çalışmalarımız var.

İnsanların kanser olma sebebi nedir?

Kanserin birçok sebebi olabilir. İlki genetik yatkınlığınız. Bir zamanlar komşunun tavsiyesiyle ilaç alıp ‘Ona yaradı bana yaramadı’ derlerdi. Peki bunun sebebi neydi? Çünkü sizin yapınız ve tedavilere verdiğiniz yanıtlar farklı, genetik yapınız farklı, karaciğer enzimleriniz farklı, bu nedenle de başkasına etki eden şey size etmeyebiliyor. Diğer taraftan mesela sigara içmekle akciğer kanseri arasında kesin bir bağlantı var. Sigara kullanımı azalan ülkelerde akciğer kanseri oranları azalıyor. Solaryuma gitmek ve güneşle deri kanseri arasında bağlantı var. Şişmanlarda, spor yapmayanlarda, aşırı yağlı beslenenlerde, meyve-sebze tüketmeyenlerde kansere yatkınlık riskinin arttığı düşünülüyor. Fakat ilk söylemiş olduğum genetik yatkınlığımız kanserle ilgili olarak en önemli şeydir. O yüzden şimdi tümöre özgü, kansere özgü, kişiye özgü tedaviler geliyor, bunlar da giderek yaygınlaşacaklar. 

Avatar tedavisi

Kişiye özgü tedavi yöntemlerinin belirlenmesinde deneme-yanılma yapmadan ilerlemek mümkün mü?

Bu konuda fütüristik bazı çalışmalar var ve avatar tedavisi bunlardan biri. Tümörden bir örnek alınıyor, önce genom analizleri yapılıyor. Eskiden yıllar süren bu analizler artık günler içerisinde tamamlanabiliyor. Tümörün bütün genlerini analiz etmek ve bozukluklarını görmek mümkün. Örneğin avatar tedavisinde, alınan parçayı 200'e bölüp, 200 tane fareye enjekte edip ondan sonra çeşitli ilaç kombinasyonlarıyla tedavi etmeye çalışıp en iyi sonuç veren kombinasyonu hastaya verme gibi bir yaklaşım da söz konusu. Bu tip yaklaşımların yanında doku mühendisliği ile tümör dokularını çipler üzerinde üretip onların ilaç kombinasyonlarıyla tedavilerini denemek de söz konusu olabiliyor. Geçen yılın en büyük gelişmelerinden biri olan bağışıklı tedavisi de (bağışıklık sisteminin o kişinin kanserine karşı eğiterek kanser hücrelerinin yok edilmesi) çok ümit verici sonuçlar vermeye başladı.                                                                     

“Bitkilerin bile kendi kanserleri var”

Kanser yakalanmamak mümkün olacak mı?

Kanser geliştirmeyen ve buna yatkınlığı olmayan canlılar var, fakat günümüzde onlarda bile bazı kanserlerin olabildiği görülüyor. Kansere yakalanmayan canlı yok. Bitkilerin bile kendi tümörleri, kanserleri var. Hayat olan yerde kanser var, bundan kaçış yok.

Niçin kaçış yok?

Çünkü kanserin ortaya çıkması için milyarlarca hücre arasından bir tek hücrenin çıldırması, genetik kontrolden çıkması yeterli. Aslında kanserli hücreler sürekli olarak, her an vücudumuzun çeşitli yerlerinde oluşuyor. Güneşe çıktığımız zaman yüzlerce kanser hücresi oluşuyor derimizde ama onlar ya onarılıyor ya da yok ediliyor. Yani tamir ve temizleme mekanizmaları var. Eğer DNA hasarı tamir edebiliyorsa kanser ortadan kalkıyor. Tamir edilemediği durumlarda hücrenin intiharı veya eğer bağışıklık sistemi tarafından tanınabilirse yok edilmesi söz konusu. Yoksa kanser ortaya çıkıyor.

Bağışıklık sistemi çok önemli diyebiliriz değil mi?

Kanserin önlenmesi için sağlıklı hücresel mekanizmaların çalışır durumda olması ve bağışıklık sisteminin güçlü olması çok önemli. Ayrıca bir örnek de şu şekilde vereyim: Bir sinema dolusu insan düşünün. Herkes düzen içerisinde filmini izliyor. Sonra aralarından biri ayağa kalkıp düzeni bozmaya başlıyor. Hücrelerde de durup aynen bu şekilde ilerliyor. Dış etkenlerden bağımsız bir şekilde, dokuya zarar verecek halde kontrolden çıkan hücrenin durdurulması gerekiyor. Normal şartlar altında çıldıran hücrenin kendi içindeki kontrol mekanizmaları durumu farkedip ‘En iyi ben intihar edeyim’ diyor. Bunu dedirten sistem bizim çalışma alanımız hücre ölümü mekanizmaları oluyor. Ya da görevlilerin (bağışıklık sistemi) bu kişiyi hizaya sokması lazım. Bu mekanizmalar düzgün çalışmazsa kanser ortaya çıkıyor.

 Devam edecek...

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde yarın:

Devrim Gözüaçık'a sorduk: "Kansere yakalanma olasılığını en aza indirmek için neler yapılabilir?"

Diğer röportajları buradan okuyabilirsiniz:

Abone ol