NS-FUTURE Joint Seminar by Meltem Elitaş

NS-FUTURE Joint Seminar by Meltem Elitaş

What Causes Antibiotic Resistance and Is It a Coming Crisis?

In 1940s Albert Einstein told, “I know not with what weapons World War III will be fought, but World War IV will be fought with sticks and stones.” Why? What has changed since Paul de Kruif’s book “Micro Hunters” where Spallanzani, Koch, Metchnikoff, Paul Ehrlich, and Pasteur were on the stage in 1924? Who is on the stage today, in 2010s? What is the current state-of-the-art for antibiotic development, are we really saturated, why? How seriously antibiotic resistance threat to global public health and how do we contribute it? What is our next plan, What World Health Organization reports? Let’s talk and discuss about antibiotic resistance and its serious risks. 

Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri devam ediyor

Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri devam ediyor

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri devam ediyor.


Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu, eğitim buluşmalarına bu yıl "Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri” başlıklı seminerin altıncısı ile devam ediyor. Eğitimler Cumartesi günleri, Karaköy Minerva Palas’ta, 10:00-13:00 saatleri arasında gerçekleşecek. Kontenjan sınırı bulunan eğitim 3 Aralık 2016, Cumartesi günü başlayacak.

“Toplumsal Cinsiyet ve Eğtim Söyleşileri”nde; kadın ve erkek yazarların yapıtlarında toplumsal cinsiyetin nasıl konumlandığını, toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl kurgulandığını irdelenecek. Eserlerdeki alt-metinlere ve söylemlere “toplumsal cinsiyet” merceğinden bakılacak. Eğitimler sırasıyla Sabancı Üniversitesi öğretim üyeleri; Ayten Sönmez, Reyhan Tutumlu, Tuğba Yıldırım ve Ruken Alp tarafından verilecek.

Bu modülde Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”, Sevgi Soysal’ın “Yürümek”, Adalet Ağaoğlu’nun "Ölmeye Yatmak" ve Orhan Pamuk’un "Kafamda Bir Tuhaflık" eserleri üzerinde durulacak.

Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri 2016 Programı

3 Aralık  Ayten Sönmez - Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları
10 Aralık Reyhan Tutumlu - Sevgi Soysal, Yürümek
17 Aralık Tuğba Yıldırım - Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak
24 Aralık Rûken Alp - Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık

Yer: Karaköy Minerva Palas
Saat: 10:00 - 13:00

Katılım Ücretleri:
Öğrenci/ Öğretmen/ SU Mensubu: 150 TL
Yetişkin: 250 TL

Kayıt İçin: genderforum@sabanciuniv.edu adresine mail atabilir ya da 0216 483 9330 telefonundan bize ulaşabilirsiniz.

Akbank Girişimci Geliştirme Programı 13. dönem mezunlarını verdi

Akbank Girişimci Geliştirme Programı 13. dönem mezunlarını verdi

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu (SUGK) ve Akbank işbirliği ile girişimcilere destek olmak amacıyla yürütülen “Akbank Girişimci Geliştirme Programı”na 50 girişimci katıldı. 18 Kasım 2016, Cuma günü Karaköy Minerva Palas’ta bir sertifika töreni düzenlendi. Bu yıl 13’üncüsü sunulan eğitim programı kapsamında Türkiye çapında farklı alanlarda çalışmalar gerçekleştiren girişimciler mezun olup sertifika aldı.

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu (SUGK) ve Akbank işbirliği ile girişimcilere destek olmak amacıyla yürütülen 5 günlük “Akbank Girişimci Geliştirme Programı” 2016 yılı mezunlarını verdi. Katılımcılar sertifikalarını, Karaköy Minerva Palas’ta düzenlenen törenle aldı.

Sertifika töreninin açılış konuşmasını Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Akademik Direktörü Prof. Dr. Dilek Çetindamar yaptı. Ardından, Sabancı Üniversitesi Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörü Prof. Dr. Cengiz Kaya ve Akbank KOBİ Bankacılığı Pazarlama Bölüm Başkanı Cem Martı birer konuşma yaptılar. Programa destek veren diğer kurumların temsilcileri olarak KAGİDER Yönetim Kurulu Üyesi Şule Yüksel ve Endeavor Türkiye Eğitim Programları Müdürü Utku Tuncay da söz aldılar. Törenin ana konuşmasını Çaycı ve PayPad gibi ses getiren işlerin kurucusu Veysel Berk gerçekleştirdi.

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Akademik Direktörü Prof. Dr. Dilek Çetindamar “Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının indeksinde Türkiye'nin "En Girişimci ve Yenilikçi Üniversitesi" olmanın getirdiği sorumlulukla sürekli yeni faaliyetlerle girişimcilere katkıda bulunmaya devam ediyoruz. Akbank Girişimci Geliştirme Programı’nı 2003 yılından beri yürütüyoruz.  2009 yılından itibaren sadece Program’a işini kurmuş, büyümeyi hedefleyen girişimcilere eğitim veriyoruz. Bu yıl yepyeni bir içerikle girişimcilerle buluştuk. Akbank Girişimci Geliştirme Programı ile Türkiye'nin yenilikçi ve yaratıcı girişimlerin yeteneklerinin geliştirilmesine çalışıyoruz. O yüzden, sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme aşamasına gelmeye çalışan ve kendini "yalnız" hisseden girişimcilerin hem modern girişimcilik ve yönetim teknikleri hakkında haberdar olmalarını hem de kendi gibi olan birçok girişimciyle tanışmalarını hedefledik. Akbank ile birlikte yürüttüğümüz beş gün süreli eğitim sayesinde 22-58 yaş grubundan, farklı illerden ve çok farklı sektörlerden gelen vizyoner girişimcilerle birlikte olmaktan çok mutlu olduk, bu dinamik girişimcilerle eğitim sonrasında da sanal ortamda devam edecek olan işbirliğimiz Türkiye ekosistemini güçlendirecektir” dedi.

Sabancı Üniversitesi Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörü Prof. Dr. Cengiz Kaya son yıllarda ülkemizde de girişimcilik ekosisteminin oluşması için farklı mekanizmalar çalıştığını belirterek sözlerine başladı. Cengiz Kaya Sabancı Üniversitesi’nde ‘Girişimcilik’ kültürünün oluşması için gerek lisans/lisansüstü eğitim programlarında teorik bilgilendirmeyi ve gerekse SUCool ve İnovent kanalıyla mentörlük, iş planı geliştirme, projelendirme ve önkuluçka alanlarıyla da mekan imkanlarının sağlandığını ifade etti. Yatırımcı ekosisteminin oluşturulmasının girişimciler için kritik konulardan biri olduğuna dikkat çeken Cengiz Kaya özellikle yabancı sermayeye ulaşmada ülkemizde ciddi sorunlar yaşanabildiğini veya bizde varolan teknolojilerin dışarıya yeterince tanıtılamamasının da kısıtlayıcı etkenlerden biri olduğunu söyledi. Cengiz Kaya Amerika ve Avrupa’da daha zor olan girişimcilik fırsatlarının Uzakdoğuda çok daha fazla olduğunun da altını çizdi. Girişimcilere tavsiyede bulunan Cengiz Kaya “Başarısız olmaktan korkup, risk almaktan çekinmeyin, çok uluslu ortaklıklar her zaman avantajlı, fikri mülkiyet çok önemli, bununla ilgili eğitimleri almak çok yararlı olacaktır. Silikon Vadisi'nde yer alan şirketlerin %54’ü yabancı, o nedenle mutlaka dış piyasalara açılma vizyonunda olmak gerekecektir.” dedi.

Türkiye’nin  gelişmiş ülkeler arasına katılabilmesi için bugünkünden çok daha fazla girişimciye ihtiyacı bulunduğunu vurgulayan Akbank KOBİ Bankacılığı Pazarlama Bölüm Başkanı Cem Martı, "Bu nedenle, Akbank olarak her zaman en önemli odak alanlarımızdan biri de girişimcilik ve girişimciliğin desteklenmesi oldu” dedi ve şöyle ekledi:

“Öncelikli görevimizin Türkiye ekonomisinin istikrarlı büyümesini desteklemek olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle, büyüyen ekonomilerin en önemli bileşenleri arasında haklı bir yeri olan girişimciliğin desteklenmesine büyük önem veriyoruz ve girişimcilik ekosistemine değer katmak için farklı alanlarda çözümler üretmeye devam ediyoruz. Akbank olarak her yeni girişimin, geleceğin başarılı KOBİ’sine dönüşmesi için, yeni ürün, hizmet, finansman modelleri, eğitim programları, yarışmalar, işbirlikleri gibi çok geniş bir çözüm yelpazesi ile girişimcilerimizin yanında oluyoruz. Sabancı Üniversitesi ile birlikte hayata geçirdiğimiz KOBİ’ler için mini MBA programı olan “Akbank Girişimci Geliştirme Programı” ile de girişimcilerimizin işlerini daha büyüterek yarının iş dünyasında önemli bir yer edineceklerini umuyoruz. Girişimciliği teşvik eden çalışmalara öncülük ederek, ülkemizde daha fazla girişimci yetiştirilmesine ve girişimciler için fırsatların artırılmasına yönelik çalışmalarımızı sürdüreceğiz.”

Programın destekçileri arasında bulunan KAGİDER’in Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim, Mentorluk Strateji Grup Başkanı Şule Yüksel,  “Araştırmalar, kadın girişimcilerin yüzde 82’sinin hizmet sektöründe faaliyet gösterdiğini söylüyor. Kadın girişimcilerin yüzde 40’ı işkolu olarak ticaret ve satış alanında yoğunlaşıyor, yüzde 70’i ise mikro işletme sahibi. Kadınların yüzde 75’i işlerini 2000 yılı ve sonrasında kurmuş durumda. Girişimci Geliştirme Programı kapsamında girişimciliğe ilk adım atan kadınların işlerinin devamlılığı ekonomik büyüme ve kalkınma için bir gerekliliktir.” dedi.

Endeavor Türkiye Eğitim Programları Müdürü Utku Tuncay "Girişimcilik son dönemde ülkemizde ve dünyada ekonomik kalkınmayı sürdürme ve istihdam yaratmada büyük önem kazandı. Sabancı Üniversitesi ve Akbank bu yolda girişimcilere ışık tutarak Girişimci Geliştirme Programı’nı düzenliyor. Biz de Endeavor olarak bir yandan etkin girişimcileri desteklerken bir yandan da yine Akbank’la kol kola düzenlediğimiz CaseCampus Programı ile daha erken aşamadaki genç girişimci adaylarıyla buluşuyoruz. Bu anlamda destekçisi olmaktan büyük mutluluk duyduğumuz GGP ile birlikte bu değer zincirinin tamamlayıcıları olduğumuza inanıyoruz. Dünya hızla evriliyor, ya bu hızlı değişimin aktığı yönde savrulacak ya da hep birlikte tüm kurumlarımız ve girişimcilerimizle bu değişimi yönlendiren aktörler haline geleceğiz. Bunun için de hep birlikte daha fazla çalışmalıyız” dedi.

Girişimci Geliştirme Programı’nın ana konuşmacısı Çaycı ve Paypad gibi ses getiren işlerin kurucusu Veysel Berk oldu. Berk konuşmasında “Türkiye’de girişimcilik daha çocukluk evresinde, emeklemenin bir tık ilerisinde. Yeni yeni başlıyor aslında her şey. Bu durum, bir anlamda girişimciler için büyük bir fırsat. Akbank’ın da bu proje ile yeni girişimcilerin yolunu açması muhteşem bir şey, çünkü ileriyi görebilmek demek bu. Emeği geçen herkesin eline sağlık. Genç girişimcilere en büyük tavsiyem basit düşünsünler! Çünkü, büyük buluşlar hep basit işlerden çıkıyor. Basitlikten kastımız burada ‘yalınlık' dediğimiz şey aslında. Etrafınıza bakın ve gerçek bir dünya problemi tespit edin ve buna bir çözüm üretin. Sonra bakın bakalım insanlar bu çözüme para veriyorlar mı? Veriyorlarsa tamamdır, alın size bir startup şirket hem de gerçek işi olan sürdürülebilir bir şirket!” dedi.

Akbank Girişimci Geliştirme Programı Hakkında:
2003 yılından beri devam eden ve Endeavor, KAGİDER ve Inovent tarafından da desteklenen “Akbank Girişimci Geliştirme Programı”; girişimcilere başarılı, verimli bir işletme kurmalarını sağlayacak sağlam bir altyapı sunabilmek, gerekli eğitimleri vermek ve uygulamalı proje çalışmaları gerçekleştirmek için planlandı. 2003 yılında ilk uygulaması gerçekleştirilen proje, dünya örneklerinin sonuç ve deneyimlerinden yola çıkarak Türkiye koşullarına göre tasarlandı ve süreç içinde sürekli geliştirildi. Program; girişimciliğe adım atmış/bir süredir faaliyette bulunan ve büyüme aşamasına gelen girişimcilere büyümeyi nasıl gerçekleştireceği konusunda bilgi birikimi kazandırmayı amaçlıyor.

Sabancı Üniversitesi tarafından verilen eğitimler ile kuruluşlarını büyütmek isteyen girişimcilere bu fırsatı sunan programın seçici jürisi, başvuruları fikir aşamasındaki girişimcilerden değil, en az 2 yıl faaliyette olan şirketleşmiş ancak büyüme aşamasında sorunlar yaşayan girişimcilerden seçiyor. Akbank Girişimci Geliştirme Programı’nda Türkiye’nin her yerinden gelen KOBİ’lere 5 gün boyunca ücretsiz eğitim veriliyor. Eğitimlere hali hazırda şirketleri bulunan girişimciler katılabiliyor.

Katılımcılar, Akbank Girişimci Geliştirme Programı kapsamında şirketlerin büyüme dönemindeki finansal hesaplamalarından farklı iş modellerine göre pazarlama ve operasyon planlarının yapılmasına kadar çok geniş bir çerçevede eğitim alıyorlar, seminerlerde kredi ve öz sermaye ihtiyaçlarının karşılanması, iç ve dış pazarlarda büyüme konularında da bilgi alma fırsatını yakalıyorlar. Program kapsamında başarılı girişimciler ziyaret ediliyor veya derslere konuk edilerek başarı hikayeleri anlatılıyor. 2016 yılında düzenlenen Akbank Girişimci Geliştirme Programı’nın sertifika töreninde katılımcılar Veysel Berk’in başarı hikayesini dinleme fırsatını yakaladılar.

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Hakkında:
Girişimcilik konusunu "Araştırma Temelli Girişimcilik" olarak değerlendiren Sabancı Üniversitesi, tüm bu çalışmalarını tek bir çatı altında toplamak, Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen kurumlarıyla işbirlikleri geliştirmek için 2013 yılında Girişimcilik Kurulu’nu Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörlüğü bünyesinde kurdu ve Girişimci Geliştirme Programı’nı kurul çalışmalarına dâhil etti. Türkiye’de her tür girişimcinin arkasında duran SUGK, fikir aşamasındaki iş fikirlerini ve girişimcileri geliştirmek için Girişimcilik Okulu, teknoloji girişimcileri için SUCOOL girişim hızlandırma merkezini, KOBİ Girişimcileri için Girişimci Geliştirme Programı’nı sunuyor ve fikri mülkiyet tabanlı projeleri ticarileştirmek için INOVENT ile stratejik danışmanlık ve çekirdek fon sağlıyor.
 

Batu Erman: “Kanserli Hücrelere Özel İlaç İçin Çalışıyoruz”

Batu Erman: “Kanserli Hücrelere Özel İlaç İçin Çalışıyoruz”

Röportaj: Cansu Özdemir / Sabancı Üniversitesi Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik Öğrencisi
Fotoğraf:
Nazım Eren Yanık

Batu Erman, Sabancı Üniversitesi’nde ekibiyle birlikte kanser üzerine birçok araştırma yürütüyor. Bitkilerden gelen proteinleri insan hücrelerine aktarıp kanserli hücreler arası sinyali baskılamak, sadece kanserli hücrelere özel ilaçlar tasarlamak, bu araştırmalardan birkaçı.


Sabancı Üniversitesi; araştırma, çalışma ve yayınlarıyla hem Türkiye hem de dünya listelerinde her zaman ön sıralarda yer alıyor. Ancak, gerek sosyal bilim, gerekse fen bilimlerinde son derece saygın profesörlerin çalıştığı okulumuzda yapılan araştırmaların pek çoğundan haberdar olamayabiliyoruz. Bu röportajımı, biyomühendisliği seçmemde etkisi ve bölümdeki desteğiyle bende önemli bir yeri olan Prof. Dr. Batu Erman ile gerçekleştirmek istedim. Batu Hoca gerek Türkiye’de Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanı Ödülü, gerek yurtdışında Marie Curie Mükemmelliyet Ödülü’nü ilk kez alan bir Türk bilim insanı olması gibi başarılarıyla, ülkemizde ve yurtdışında kendini kanıtlamış bir isim. Şimdilerde ise laboratuvar ekibiyle kanser üzerine önemli araştırmalar yapıyor.

Sabancı Üniversitesi’nde kanser konusunda önemli araştırmalar yürüten bir isim olarak, ‘kanser’ hakkındaki görüşünüzü öğrenmek isterim. Öncelikle, kanser tam olarak nedir? Nasıl ve neden ortaya çıkıyor?

Kanser, hücrelerdeki genlerin mutasyona uğramasıyla ortaya çıkan bir hastalıktır. Mutasyona uğramış gene sahip hücre, diğer hücrelerden daha avantajlı hale geliyor, yani daha hızlı çoğalmaya başlıyor ve tümör ya da kanser oluşumuna neden oluyor. Normalde vücudumuzdaki tüm hücrelerin genom dizileri tıpatıp aynı iken, tümör hücrelerini saflaştırıp genom dizileme teknikleri ile baktığımız zaman, diğer hücrelerden farklılıklar gözlemliyoruz ve bunların mutasyonlardan kaynaklı olduğunu tespit ediyoruz.

Cansu Özdemir ve Batu Erman

Bu mutasyonlar neden oluyor? Kanser vakalarının her geçen yıl hızla artmasının temel sebepleri sizce nelerdir?

Gelişen teknolojiyle birlikte, insanların ortalama yaşam süresi uzuyor. Yaşam süresi uzadıkça, kansere yakalanma ihtimali de elbette artıyor. Bir diğer neden de çevresel faktörler olabilir. Kanser ne sadece genetik, ne de sadece çevresel faktörlerden kaynaklanan bir hastalık... İkisinin kombinasyonu! Bütün çevreyi kontrol etmek elbette mümkün değil, ancak maruz kaldığımız bir takım kimyasalların, radyoaktif maddelerin genlerde mutasyona neden olduğu biliniyor. 1970’lerin başında, Richard Nixon zamanında ABD’de kansere karşı savaş açılıp ‘National Cancer Institute’ kurulmuş. 45 yıldan fazladır kansere bir çözüm bulmaya çalışıyorlar. Bunun için hayvanlardan yararlanıp modellemeler yapılıyor ve kansere neden olan mutasyonlar araştırılmaya çalışılıyor.

“Kanser diye ortak bir hastalıktan söz edemeyiz”

Peki ‘kanserin çözümü’ sizce mümkün mü? Her tür kanseri her tip hastada önleyecek veya tedavi edecek tek bir yöntemden söz edebilir miyiz?

Şu an yaygın olarak izlenen yol; kanserin çözümünü değil, nedenlerini bulmak. Tabii ki çözümü üzerine de çalışmalar yapıyoruz ancak; kanser diye ortak bir hastalıktan söz edemeyiz. Her organın, her sistemin kanseri farklı oluyor. Kan kanserinin mutasyonu, oluşma mekanizması beyin kanserinden farklı olduğu için çözümleri de elbette farklı olacak. Üstelik sadece bir kansere baktığımızda bile kompleks bir olaydan söz etmemiz gerekir. Bir tümörün içinde bile her hücrenin çoğalma hızı, her hücrenin şeker tüketimi vs. birbirinden farklı. Tümörün çeperindekiler daha hızlı, iç kısımlarındakiler daha yavaş bölünüyor. Doğal olarak; çok iyi bir kanser ilacı bulunsa da kanser hastası bu ilacı kullanmaya başladıktan iki yıl sonra bile, ilaca rağmen vücudunda ölmemiş, halen bölünebilen hücrelerle karşılaşılabiliyor. Çünkü diğer hücreler ilaçtan etkilenirken, bazı hücreler bakterilerin antibiyotiklere bağışıklık kazanması gibi kemoterapiye direnç gösterebiliyor.

 

Peki kanser oluşmadan önce, kanseri önlemenin bir yolu var mı?
İnsan genomunda, 20 binden fazla gen yer alıyor. Tek tek bu genleri kontrol edip mutasyonları tespit etmek, düzeltmek çok zor. Onun yerine, şu anki teknolojiyle ancak kanser oluştuktan sonra, kanser hücrelerini vücuttan gidermek için yaklaşımlar üretebiliyoruz.

“Amacımız, kanserli hücreler arası sinyali baskılamak”

Araştırmalarınızda, bitki genlerini insan hücrelerine aktarma yöntemine rastladım. Bu yöntemi açıklayabilir misiniz?

Bizim biyomühendislik programımızı seçen üç tip öğrenci var... İlki bilgisayar programlamaktan hoşlanan, biyoinformatik çalışmak isteyen öğrenciler. İkincisi moleküler biyoloji, kanser, gelişim gibi sağlık ile ilgili konularla ilgilenenler. Üçüncü olarak da bitki konusunda çalışmak isteyen öğrenciler. Hepsinin aldığı temel eğitim aynı; çünkü bitkilerde de insanlarda da aynı işleyen hücre mekanizmaları mevcut. Dolayısıyla, 12 sene önce Sabancı Üniversitesi’ne geldiğimde bitki hücresindeki bir proteini, insan hücresine aktararak, insan hücresindeki olayların mekanizmasını araştırma fikrim gelişti. Bitkilerden gelen proteinleri insan hücrelerine aktararak, kanserli hücreler arası sinyali baskılayabilir miyiz diye araştırdık, halen de araştırmaktayız.

Araştırmalarınıza bakarken, kanserin p53 adlı bir proteinin temelinde şekillendiğini öğrendim. p53 proteini nedir ve kanserde önemi nedir?

p53, onkogen diye adlandırdığımız gruptan bir tümör baskılayıcı gen. Yani, bu gen vücudumuzu kansere karşı koruyan bir gen. Kanserli hücrelerin %50’sinde bu gende mutasyon olduğunu gözlemliyoruz, yani bu gen normalde tümör oluşumunu baskılarken, mutasyona uğradığında tümörü baskılayamıyor ve, kanser büyümeye başlıyor. Biz bu mutasyonun neden hücreyi bölünürken diğerlerinden daha avantajlı duruma getirdiğini araştırıyoruz.

“Bazı mutasyonlar genetik olarak aktarılabiliyor”

Sizce kanserde, ailemizden gelen genetik mirasımızın yeri nedir? Bu konuyla ilgili yapılan istatistikler ne anlatıyor?

Kansere neden olan pek çok gen biliniyor. p53 genindeki mutasyon bunlardan biri. Meme kanserine neden olan BRCA1 de ilk keşfedilen gen. p53’teki veya BRCA1’daki bazı mutasyonlar genetik olarak aktarılabiliyor. Bu mutasyonların aktarılması mutlaka kansere olacak anlamına gelmiyor. Anne veya babadan mutasyonlu gen miras almış olabilirsin ama bu sadece kanser olma ihtimalini istatistiksel olarak artırıyor. Ancak sadece çevresel koşullardan ortaya çıkmış, örneğin deri kanserinde (melanom) önemli olan Braf genindeki mutasyon genetik olarak aktarılmıyor.

“Genlerdeki mutasyonu tersine çevirmeye çalışıyoruz”

Kanser ilaçları, yararlarıyla birlikte zararları da beraberinde getiriyor. Sizce, immün sistemimize zarar vermeden, sağlıklı hücreleri de öldürmeden yapılabilecek bir yöntemden söz edilebilir mi?

İlaç şirketleriyle birlikte yürüttüğümüz projelerimiz var. Kanser oluştuktan sonra o kanserli hücrelere özel, diğer hücrelere zarar vermeyen ilaçlar tasarlıyoruz. Bunun için üç yöntem var. İlk yöntem, bitki kökenli kimyasal moleküller sentezlemek. Biz şu an, bilgisayar üzerinde, doğrudan p53 genine bağlanacak moleküller tasarlıyoruz. TÜBİTAK destekli, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’yle ortak yürüttüğümüz bir çalışma var. Onlar bu molekülleri sentezliyorlar, biz de bu molekülleri laboratuvarda p53 üzerinde deniyoruz. İkinci yöntem, kanser hücresinin yüzeyindeki bazı proteinlere karşı antikorlar geliştirip, ilaçların sadece kanserli hücrelere bağlanmasını sağlamak. Şu an yurtdışından satın alınan, bazı kanser hücreleri üzerinde de çok iyi işleyen antikor ilaçları var; biz bunları bir ilaç şirketi ile ortaklaşa Türkiye’de üretmeye çalışıyoruz. Üçüncü yöntem ise gen terapisi. Genlerdeki mutasyonları tersine çevirmeye çalışıyoruz. Bununla ilgili yeni yöntemler var... Crispr/Cas9 denilen genom mühendisliği teknikleri kullanarak, istediğimiz kromozomdaki istediğimiz genleri değiştirebiliyoruz. Genom mühendisliğini Türkiye'de ilk kullanan gruplardan biriyiz. Bu deneyler sonucunda, hücrenin büyüme hızını arttıran kuralları belirleyipkanseri iyileştirmeyi amaçlıyoruz.

Ufuk açıcı sohbeti için Batu Erman'a teşekkür ederiz.

Batu hocamızın laboratuvarındaki araştırmaları hakkında daha fazla bilgi için: http://ermanlab.weebly.com/research.html

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde 29 Kasım Salı:

Devrim Gözüaçık: "En az 400 kanser tipi var!"

Diğer röportajları okumak için tıklayınız

 

Toz Bezi filminin gösterimi yönetmen ve başrol oyuncusunun katılımıyla yapıldı

Toz Bezi filminin gösterimi yönetmen ve başrol oyuncusunun katılımıyla yapıldı

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında Toz Bezi film ekibini Sabancı Üniversitesi kampüsünde ağırladı.

Film gösterimi, filmin senaristi ve yönetmeni Ahu Öztürk, başrol oyuncularından Nazan Kesal’ın katılımı ile 24 Kasım 2016, Perşembe günü, Sinema Salonu’nda gerçekleşti. Filmin ardından söyleşiye geçildi. Söyleşinin moderatörlüğünü Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Proje Koordinatörü Begüm Acar yaptı.


Ahu Öztürk, orta ve alt sınıftaki kadınların ev gibi özel bir alanda karşılaşmaları ve burada iktidarı yeniden üretmelerinin ele alındığını söyledi. Filmin yazım aşamasında çektiği zorluklardan bahseden Ahu Öztürk “En büyük zorluk, birçok mağduriyet halkasının bulunması oldu” dedi.

Filmin başrol oyuncularından Nazan Kesal da bu filmin kendi hayatında iz bırakan filmlerden biri olduğunu dile getirdi.

Toz Bezi Filmi Hakkında
İki gündelikçi kadın, temizliğe gittikleri evlerdeki insanlarla kurdukları ilişki, gündelik çatışmalar, kendi arkadaşlık-kardeşlikleri ve bu yakın arkadaşlığın hiyerarşisi, hayata tutunma çabası, kadınlık, annelik, temizlik ve yoksulluk… Nesrin ve Hatun şehrin yoksulluğu ve zenginliği arasındaki bir vagonda gelip giderken, hayatı anlamaya ve kendilerine gidecek yollar bulmaya çalışırlar. Hatun temizliğe gittiği mahallede bir ev almak için para biriktirmeye çalışırken, Nesrin önce onu terk eden kocasının yokluğuyla, kendi yalnızlığıyla yüzleşir, ardından da 5 yaşındaki kızıyla hayata tutunmanın yollarını arar. Yolları birbirine benzemez ama yoldaşlık bakidir. İki kadın birbirine benzemez hayallerle tutunmaya çalışırlar.

35. İstanbul Film Festivali - Ulusal Yarışma
Altın Lale En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Asiye Dinçsoy), En İyi Senaryo

21. Nürnberg Film Festivali
En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy)

* 7 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. Olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir.
•    Yönetmen: Ahu Öztürk
•    Oyuncular: Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy, Mehmet Özgür, Serra Yılmaz, Didem İnselel, Gökçe Yanardağ
•    Ülke: Türkiye, Almanya
•    Dağıtım: M3 Film
•    Yapım: Roni Film, Ret Film
•    Web: http://toz-bezi.com/

Akbank Aile Şirketleri Akademisi ile firmalar gücünü yeni nesillere taşıyor

Akbank Aile Şirketleri Akademisi ile firmalar gücünü yeni nesillere taşıyor

Akbank’ın, Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi EDU işbirliğiyle hayata geçirdiği “Akbank Aile Şirketleri Akademisi”nin güz dönemi mezunları sertifikalarını aldılar.


Akbank, Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi EDU işbirliğiyle hazırladığı “Akbank Aile Şirketleri Akademisi”nin yedincisini gerçekleştirdi. Akbank Aile Şirketleri Akademisi, aile işletmelerinin rekabet gücünü artırma ve sağlıklı büyümelerini sağlama, sürdürülebilirlik ve kurumsallaşma çalışmalarına destek olmayı hedefliyor.

Dünyadan ve Türkiye’den örneklerle teori ile pratiği birleştiren bilgilere yer verilen program kapsamında; stratejik yönetimden iş geliştirme ve inovasyona, finanstan kurumsallaşmaya, şirketlerde iyi yönetim uygulamalarından, hukuki konulara ve insan kaynağı yönetimine kadar pek çok konuda aile şirketi temsilcilerinin ihtiyaç duyacağı başlıklar ele alındı.

Aile şirketleri için tasarlanan program kapsamındaki dersler; her biri konusunda uzman ve iş dünyasında üst düzey yöneticilik yapmış EDU danışmanlarının yanı sıra, program ortakları olan Deloitte Türkiye ve Pekin&Bayar Ortak Avukat Bürosu eğitimcileri tarafından verildi. Ayrıca Sabancı Holding şirketlerine fabrika ziyaretleri de düzenlendi.

Şirketlerde kurumsallaşmanın devamlılık açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Akbank KOBİ Bankacılığı’ndan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Bülent Oğuz, "Bazı aile şirketlerinin devam edememesinin nedenlerinin başında, nesilden nesile geçiş planının ve tanımlanmış bir sürecin olmaması geliyor. Aile şirketlerinde şirket içi kuralların yanısıra doğal olarak duygular da devreye giriyor. Duyguların yoğun olduğu bu ortamda şirketlerin gelecek nesillere sağlıklı olarak devam etmesi için kurumsallaşması şart.  Uzun vadede aile içi anlaşmazlıklar, profesyonellerin bu şirketlerde yaşadığı zorluklar gibi birçok sorun nedeni ile büyüme ve finansal başarı sürdürülemiyor. Firma sahipleri şirket içi sorunlarla uğraşırken bir yandan da rekabetle başa çıkmak zorunda kalıyorlar. Yıllarca alın teri ile çalışıp büyük bir özveriyle devam ettirdikleri şirketleri işte bu ortamda yok olma noktasına gelebiliyor. Biz de bu gerçeklerden hareketle, uzun çalışmalar sonucunda “Akbank Aile Şirketleri Akademisi”ni tasarladık. Program, 2014 yılında ilk mezunlarını verdi. Katılımcılardan alınan son derece olumlu geri dönüşler nedeniyle programı devam ettiriyoruz. Aile şirketinin yöneticileri ya da ortakları, günümüzün yoğun rekabet koşullarında nasıl ayakta kalınabileceğini ve şirketlerinin gelecek kuşaklara nasıl aktarılabileceğini uygulamalı olarak görüyorlar. Bu programı çok önemsiyoruz çünkü aile şirketlerinin büyümesinin Türkiye ekonomisinin gelişmesi için kritik olduğuna inanıyoruz.” dedi.

Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU Direktörü Dr. Cüneyt Evirgen ise program hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirdi: "Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU ve Akbank olarak fayda üreten bir işbirliği anlayışı ile Akbank Aile Şirketleri Akademisi’nin yedincisini gerçekleştirdik. Aile şirketlerine kurumsallaşma ve sürdürülebilir büyüme yolculuklarında destek sağlamak son derece önemli. Bu misyondan yola çıkarak iyi örneklerin devamlılığını sağlamayı ve bu sayede Türkiye özel sektörünün büyük çoğunluğunu oluşturan aile şirketlerinin etki alanını genişletmeyi amaçladık. Bu program ile farklı sektörlerden 2. ve 3. kuşak şirket sahipleri ve ortakları bir araya gelerek şirketlerini nesiller boyu kalıcı kılmak adına çok önemli bir adım atmıştır."

Katılımcılar dilerlerse firmalarının kurumsallaşmaları için almaları gereken aksiyonları ve aile anayasasının oluşturulmasını içeren danışmanlık hizmetlerini program ortaklarından indirimli olarak alabiliyor.


Genç Girişimciler Kulübü’nden Startup Pitching Etkinliği

Genç Girişimciler Kulübü’nden Startup Pitching Etkinliği

Sabancı Üniversitesi Genç Girişimciler Kulübü, startuplarla tanışmak, fikirlerinin çıkış aşamasını yakalamak ve ilham almak isteyenler için, 26 Kasım 2016, Cumartesi günü, Sinema Salonu’nda Startup Pitching Etkinliği düzenliyor.

Sabancı Üniversitesi’nin Teknoloji Tabanlı Girişimleri Hızlandırma Merkezi SUCOOL’un desteğiyle düzenlenecek etkinlikte, ilham verici 11 startup, 15 dakikalık sunum yapacak. Kurucular startuplarını tanıtacak, nasıl kurulup şu anda hangi aşamada olduğunu, kariyer tercihlerinde girişimciliğin önemini anlatıp, gençlere ışık tutacaklar. Etkinliğin stand alanında ve kokteylde ise katılımcılar startupların kurucuları ile birebir tanışma ve sohbet etme fırsatını yakalayacak.

Not: Sınırlı kontenjan nedeniyle kayıt işleminin yapılması zorunludur.  Kayıt işlemlerini standlardan ve kapıdan yapabilirsiniz. Kayıt ücreti kulüp üyeleri için ücretsizdir. Kulüp dışından katılım 20 TL'dir.

Program
Tarih: 26 Kasım 2016, Cumartesi
Saat: 10:00 – 15:00
Yer: Sabancı Üniversitesi Sinema Salonu
Kayıt Linki: https://sabanciggk-startups.eventbrite.com

Ulaşım Sabancı Üniversitesi Shuttle'ları aracılığıyla Kadıköy ve Taksim'den sağlanacaktır.

Sabancı Üniversitesi Genç Girişimciler Kulübü
http://www.sabanciggk.com/
Facebook: https://www.facebook.com/SabanciGGK
Instagram: sabanciggk
Linkedin: https://www.linkedin.com/groups/8172961

SÜ Burs Fonu Yararına Asya'dan Avrupa'ya

SÜ Burs Fonu Yararına Asya'dan Avrupa'ya

13 Kasım Pazar günü 38.’si düzenlenen İstanbul Maratonu’nda öğrencilerimiz, mezunlarımız, çalışanlarımız ve SÜ Dostları Sabancı Üniversitesi Burs Fonu yararına koştular!

Bu çabalarına aileleri, arkadaşları ve sevdikleri; Burs Fonu yararına bağışlarıyla destek oldular ve böylece 2 ihtiyaç sahibi öğrencimizin bir aylık nakit ihtiyaç  bursunu karşıladılar.

Maddi ve manevi  desteği olan tüm katılımcılarımıza fark ve farkındalık yarattıkları için teşekkür ederiz!

Daha fazla sayıda, başarılı ancak maddi imkanları kısıtlı öğrencilerimize destek olmak için kampanyamız  devam ediyor… 

Online Bağış için tıklayınız.
 
HAVALE/EFT için
Akbank
Sabancı Üniversitesi Şubesi
Şube Kodu: 713
Hesap No: 30727
IBAN: TR870004600713888000030727  

SÜ  İstanbul Maratonu katılımcıları:

Esin CerenAhıska
WaqarAhmad
Mert DenizAykas
Yunus EmreBahar
AtakanBaşdüzen
AakashDharma
Hakan BuğraErentuğ
KorayGüney
İlknurGüney
EceGüney
Ali ZainKara
Elif İnciKarataş
CanKartoğlu
Tahir FurkanKızır
MelihKurtalan
AhsanMahmood
MutashamOblokulov
BüşraÖz
BurakÖzkarakaşlı
ParveenQureshi
Caroline JaneRoss
AtiaShafique
Birden TuluğSiyahi
SevgiŞairoğlu
FatihTurhan
Buse İlayYıldız


İstanbul Maratonu’na SÜ Burs Fonu yararına katılanları destekleyen bağışçılar:

MerveBaşdemir
AylaGürleyen
SelinKanyas
CanKartoğlu
GökhanSezginer
Mehmet MansurSezginer
AyselŞairoğlu
ZelihaYaşar Algül

Tolga Sütlü: "Kanserle savaşta bağışıklık sistemi hücrelerini kullanıyoruz"

Tolga Sütlü: "Kanserle savaşta bağışıklık sistemi hücrelerini kullanıyoruz"

Röportaj: Merve Şahin /Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğrencisi

Fotoğraflar: Neslihan Kandolu /Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Öğrencisi

Kanser ve bağışıklık sistemi arasında önemli bir ilişki var. Tolga Sütlü de Sabancı Üniversitesi’nde, bağışıklık sistemindeki belli hücre tiplerini kullanarak tümörü yok etmeyi hedefleyen projeler üzerine çalışıyor. Sütlü ile Türkiye ve dünyada kanser üzerine yapılan araştırmaları ve projelerini konuştuk.

 

Tolga Sütlü, Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu... Sabancı Üniversitesi’nin ilk öğrencilerinden, üniversite kurulduğu yıllarda Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik lisansına başlamış.

Mezun olduktan sonra Acıbadem Hastanesi'nde iş hayatına atılmış ama kısa sürede akademik hayata dönmeye karar vermiş. İsveç’te yaptığı master ve doktoradan sonra araştırmacı olarak 2013 yılına kadar orada kalmayı tercih etmiş... Dokuz yılın ardından Türkiye’ye geri dönüşü için “Artık yuvaya dönmek mi yoksa kürkçü dükkanına mı dönmek dersiniz siz karar verin” diyor ve gülüyor... Biz de Tolga hocaya Sütlü Lab’ı ve kanserle ilgili son araştırmaları sorduk...

Yurtdışında bilimsel çalışmalara sağlanan imkanları bırakıp Türkiye’ye dönüşünüz nasıl oldu?

Aslında çok kişisel bir karar. İnsanın yaşı ilerledikçe öncelikleri yer değiştiriyor, özlediğim için dönmek istedim. İlk yurtdışına çıktığımda da ‘Bir noktada dönerim’ diye düşünüyordum zaten. Dokuz yıl sonunda öyle bir noktaya gelmiştim ki, orada önümde olan bir sonraki adımları atsam buraya dönmem 10 yıl daha sürebilirdi ya da hiç dönemeyebilirdim. O yüzden şimdi bir fırsat penceresi varken dönüp burayı denemek istedim. ‘Olmazsa da olmaz, tekrar kaçarım’ diye düşünerek geldim işin doğrusu. Ama neredeyse üç yıl oldu, artık tam anlamıyla yerleşmiş hissediyorum kendimi.

Merve Şahin ve Tolga Sütlü

Sabancı Üniversitesi’nde SütlüLab adını verdiğiniz bir laboratuvarınız var. Kendi adınıza bir laboratuvar oluşturup buraya nadir bulunan hücreleri getirmek zor olmadı mı?

Şu anda Sütlülab’da 6 doktora öğrencisi ve 2 yüksek lisans öğrencisi benim danışmanlığımda tez çalışmalarına yönelik araştırmalarını sürdürüyorlar. Sütlülab ayrı laboratuvar ya da ayrı bir şirket gibi değil, sadece ben de dahil 9 kişi olan bu araştırma grubumuza kendi verdiğimiz bir isim. Bu şekilde bir isimlendirme, akademik araştırma gruplarında sıklıkla kullanılan bir gelenektir. Genelde her araştırma grubu hocasının soyadıyla anılır. Dediğim gibi burada bütün hocaların böyle grupları vardır. Biz genç bir araştırma laboratuvarı olarak interneti ve sosyal medyayı yoğunlukla kullanıyor ve #sutlulab diye fotoğraflar paylaşıyoruz. Bu nedenle dışarıdan bakınca kurumsal bir yapı gibi durmuş olabilir ama biz esasen sadece bir yandan bilim yaparken bir yandan da eğlenmeye çalışıyoruz. Sütlülab ve araştırmalarımız konusunda daha fazla bilgiye web sitemizden (sutlulab.com) erişebilirsiniz.

“Bağışıklık sistemi hücreleri, yok etmeye planlanmış”

Sütlülab grubu Sabancı Üniversitesi’nde kanser üzerine hangi çalışmaları yürütüyor?

 Doktora sırasında, doktora sonrası araştırmalarımda, hep kanser üzerine çalışmalar yaptım. Orada da esas olarak en çok ilgilendiğim şey, kanser ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişkiydi. Burada yaptığımız çalışmalar da bu eksende devam ediyor. Bağışıklık sistemindeki belli hücre tiplerinin üzerinde çalışıyoruz ve bunları kullanarak tümörleri öldürmeye çalışıyoruz. Bir nevi mikroskobik cerrahi diyebilirsiniz. Ama tümörü yok edebilmek için neşter yerine bu hücreleri kullanmaya çalışıyoruz. Teknik açıdan çok daha zor ama önü çok daha açık bir yaklaşım çünkü bağışıklık sistemi hücreleri vücudun içinde yabancı bir şey bulup onu yok etmek üzere programlanmış hücreler. Başarılı olduğu takdirde neşterle erişilemeyecek, gözle görülemeyecek boyuttaki tümörleri bile çok erken safhada yakalayıp yok etme potansiyeline sahip.

Zaten bağışıklık sistemimiz kansere karşı normalde savaştığını düşündüğümüz bir sistem. Bunun en önemli örneklerinden birisi bağışıklık sisteminin tamamen ortadan kalktığı genetik hastalıkları taşıyan kişilerde kanser görülme riskinin artması. Bu tip ekstrem gözlemler bize bağışıklık sistemiyle kanser arasında bir ilişki olduğunu kesin olarak gösteriyor. Bu noktada biz ‘Bu hücrelere ne yaparsak tümörleri daha etkili bir şekilde öldürebilirler?’ ‘Hücreyi damardan hastanın vücuduna verdiğimiz zaman vücudun herhangi bir yerindeki bir tümörü nasıl bulup yok edebilir?’ ‘Bu hücreleri özel olarak o tümörün yapısında bulunan belli moleküllere hedefleyebilir miyiz?’ gibi soruların yanıtlarını arıyoruz... Bunun için hücreleri genetik olarak programlayarak ve bu programlamayı yaparken de virüsler kullanarak yeni bir tedavi şekli geliştirmeye çalışıyoruz. Bunun genel ismine ‘Kanser İmmünoterapisi’ ya da ‘Hücre Tedavisi’ diyebiliriz.

Gen tedavisi, hücre tedavisi ve kanser immünoterapisi... Bu üç alanda işler yapıyoruz. Gen tedavisi kısmında ‘Hücreleri nasıl genetik olarak daha iyi modifiye edebiliriz?’ sorusunun peşindeyiz. Hücredeki bir fonksiyonel bozukluğu giderebilmek veya o hücreye daha önce yapmadığı bir işlevi kazandırabilmek için dışarından hücrenin çekirdeğine bazı genler sokmaya çalışıyoruz. Bu gen aktarımını yapmak için de virüsleri kullanıyoruz. Virüslerin yaşam döngüleri kendi genlerini dışarıdan hücrelerin içine sokmak üzere evrimleşmiş durumdadır. Biz de bu mekanizmaları kullanarak virüs genleri yerine insan genlerini hücreye sokmaya çalışıyoruz.

“Hücrelerin genlerini değiştiriyoruz”

 

Biraz daha detaylandırabilir misiniz?

Şu anda geçerli olan teori, aslında bizim düzenli olarak mikroskobik düzeyde tümörlerimizin olduğu, bu tümörler gelişmeye başladığı zaman bunların bağışıklık sistemi tarafından temizlendiği. Ancak bazen kaçabilenler oluyor bu temizlikten, o zaman tümör belli bir boyuta ulaşıyor ve onu kanser olarak teşhis ediyoruz.

Kanser hastalarıyla sağlıklı insanları kıyasladığınızda bu hücrelerin kanser hastalarında aktivitelerin daha düşük olduğunu gözlemliyoruz. Çünkü tümör bağışıklık sisteminden kaçıp belli bir boyuta ulaştığında bu sefer işler tam tersine dönüyor, yani tümör bağışıklık sistemini baskılamaya başlıyor. Bizim İsveç’te başladığımız, burada devam ettiğimiz çalışmalarda işte bu hastaların Natural Killer Cell (NK hücresi) denilen bağışıklık sistemi hücrelerini alıp laboratuvar ortamında çeşitli modifikasyonlardan geçiriyoruz. Bunlar kimi zaman genetik modifikasyonlar olabiliyor. Yani o hücrelerin genlerini değiştirerek ya da oraya dışarıdan bir gen sokarak hücrenin bu aktivite düşüklüğünü geri çevirmeye çalışıyoruz. Ya da hücrelere farklı ilaçlar, proteinler, farklı besinler ya da farklı aktivasyon sinyalleri vererek laboratuvar kültür ortamında, onları tekrar savaşabilir hale getiriyoruz. Bu hücreleri belli bir miktarda da büyüttükten sonra hastalara geri veriyoruz. Fakat hastalara geri verme kısmını henüz Türkiye’de yapmıyoruz, İsveç’te yapılıyor.

Bu yasalara aykırı bir durum mu? Bu nedenle mi Türkiye’de yapılmıyor?

Hayır, doktora çalışmalarım sırasında İsveç’te başlayıp devam eden bir çalışma çünkü patenti orada. Şu anda klinik denemeleri sürüyor, denemeler bittiğinde onaylanır ve tedavi şekli haline gelirse o zaman burada da uygulayabiliriz. Şu anda bu deneysel bir tedavi. Bir tedavi nerede keşfedildiyse önce orada, o hastanede bir denenir, buna faz 1 klinik deneme denir. Başarılı olursa, faz 2 klinik denemelere geçilir, daha fazla hasta üzerinde denenir. Kimi zaman faz 2 aşamasında tedavi birden fazla hastanede denenebilir. Faz 3, faz 4, böyle birkaç faz araştırma.. Her seferinde giderek büyüyen hasta grupları üzerinde denenir. En sonunda bütün fazlardan başarılı olarak geçen bir tedavi genel kullanım için onaylanabilir.

Kanserin şifrelerini çözmek...

Kanser üzerine hem yurtdışında hem de Türkiye’de araştırma ve çalışmalarınız var. Dünya genelinde kanser tedavisinin geldiği nokta nedir, Türkiye’de durum ne?

Hemen hemen her kanser tipi için çok daha başarılı tedaviler geliştiriliyor. Bunlar genetik biliminin gelişmesiyle ‘kanserin şifrelerini çözmek’ dediğimiz şeyi daha iyi yapabilmemiz sayesinde oluyor. Farklı alanlardaki gelişmeler de -nanomühendislik, bilgisayar- çok büyük katkılarda bulunuyor. 10-20 yıl önce yapılması neredeyse imkansız görünen, büyük paralar harcanan, çok uzun süren ve o kadar da kaliteli yapılamayan işler şimdi çok daha kaliteli bir şekilde, çok daha ucuz fiyatlara, çok daha hızlı yapılabiliyor.

Bu tarz projelere örnek verebilir miyiz?

2000’lerin başında İnsan Genom Projesi bitti ve açıklandı. Proje için ABD’nin İngiltere’nin, Avrupa’dan  ve Asya’yan birçok ülkenin katılımıyla yüz milyonlarca dolar harcandı. Projenin 10 yılda sonuçlanması planlanmıştı ama birçok farklı laboratuvarda çalışma yapılması ve proje sürerken yaşanan teknolojik gelişmeler sayesinde insan genomu dizilenmesi projesi 7-8 yılda bitti. Şu anda geldiğimiz noktada, genom dizilemek 1-2 bin dolara, tek bir laboratuvarda, tek bir günde yapılabiliyor. Bu adeta akıl almayacak derecede hızlı bir gelişme, aynı zamanda beraberinde çok büyük bir bilgi de getiriyor. 15 yıl önce tek bir insan genomunun dizilenmesi uluslararası boyutu olan dev bir projeydi. Şu anda ise birçok insan genomu tek bir laboratuvarda dizilenebiliyor ve burdan elde edilen bilgi kanser başta olmak üzere birçok hastalığın tedavisine yardım ediyor. Şöyle ki; kanser hastalarının sağlıklı hücreleriyle, kanser hücrelerinin genomları ayrı ayrı dizilenip karşılaştırılarak tümörün tam olarak ne şekilde oluştuğu moleküler düzeyde en ince ayrıntılarına kadar görülebiliyor. Kimyasal ve yapısal biyoloji alanındaki gelişmeler sayesinde de bu kanserde rol alan moleküllere karşı çok daha etkili, çok daha hedefli ilaç molekülleri geliştirilebiliyor.

Kanser hastalarının yaşam süresi uzadı

Bu gelişmeler tedavinin şeklini ve verimliliğini hangi ölçüde etkiliyor?

Bu tip alanlardaki gelişmeler, genel olarak bütün tedavilerin şeklini, verimliliğini yükseltti. Evet, ‘tedavisi bulundu’ diyebileceğimiz kanser tipi belki çok az ama en amansız kanserlerde bile hastalar eskisine kıyasla çok daha uzun süre yaşayabiliyor. Mesela benim üzerinde çalıştığım bir kanser tipi var Multipl Myelom diye. Ben doktoraya başladığım yıllarda bu kanseri ‘Teşhisten sonra ortalama yaşam süresi üç yıl civarı’ diye anlatırdım, doktoramı bitirdiğimde ise ‘beş yıl civarı’ diye anlatıyordum. Bu kadar kısa bir zaman diliminde teşhisten sonraki ortalama hayatta kalma süresinde bu denli büyük bir yükseliş, kanser tedavisi için geliştirilen yeni ilaçlar sayesinde oldu. Şu anda daha da yükseldi. Ama tabi ki kanserle savaşan ya da etrafında kanser hastası olan herkesin bildiği gibi bir geri gelme riski de oluyor. O yüzden kesin olarak ‘Evet, tedaviniz bitti ve kanserden kurtuldunuz’ çok nadir söylenilebilen bir şey.

Şu an geldiğimiz noktada tedaviyi daha kişiselleştirilmiş boyuta indirgeyebiliyoruz. Bir hastanın tümörüyle, başka bir hastanın tümörü hiçbir zaman aynı değil. Hatta bir hastanın tümörünün içindeki farklı hücreler bile birbirinden farklıdır. O yüzden bunların hepsinin incelenmesi, hastaya özel tedaviler üretilmesi lazım. Modern tıbbın gittiği yön de bu. Teknolojik gelişmeler sayesinde artık hastaya özel analizler çok daha kolay yapılabiliyor. Direkt olarak hastanın bir ilaca cevap verip vermeyeceğini öngörme fırsatınız oluyor. Ya da tam tersi, hiçbir fikriniz yokken “Bu hasta üzerinde hangi ilacın kullanılması gerekiyor?’ diye yaptığınız bir analiz sonucunda o tümörün hangi ilaca duyarlı olduğunu bulabiliyorsunuz. 

Türkiye bu anlattığınız tedavi imkanlarını karşılayabilecek teknoloji ve bütçeye sahip mi?

Evet… Ama bütçe kısmı tartışmalı. Çünkü bu tip tedavilerde genelde bütçe hastaya yansıtılıyor. Devlet bu tip analizleri karşılıyor, ama bir yere kadar... Gelişen teknolojiler karşısında devletteki prosedürler o kadar hızlı gelişemeyebiliyor. Yeni çıkan bir teknoloji olan ‘Yeni Nesil DNA Dizileme Teknolojileri’ni örnek verebiliriz. Eskiden belli bir metot kullanılarak DNA dizileri okunuyordu şimdi ise bambaşka makineler çok daha hızlı, çok daha verimli bu işi yapabiliyor. Ama devletin bu iş için ödediği para hala eski nesil teknolojiler üzerinden hesaplanıyor. Türkiye’de maddi sorunu olmayan birisi bu ücreti kendi karşılayarak maddi sıkıntısı olan bir kanser hastasına nazaran bu tedaviye daha rahat erişebilir. Bazen de örnekleri yurtdışına gönderip analizini yaptırdıktan sonra tedaviyi Türkiye’de uygulayanlar da var. Ama benim için önemli olan analizin nerede yapıldığı değil, o noktada hastaya doğru tedaviyi verebilecek bilgiyi sağlamaktır.

“Hurafelere değil modern tıbba güvenin”

 Kanserle savaşırken bireylerin üzerine düşen görev ve sorumluluklar neler? Hangi konuda bilinçlenmemiz gerekiyor? 

Dezenformasyon had safhada sağlık konusunda. Bazen giriyorum Facebook’a, “bilmem neyin kökü kanseri çözüyor” falan gibi, saçma sapan, bilimsel olmayan pek çok bilgi var. Bu yanlış bilgilerin yayılmasının engellenmesi konusunda toplumun yapması gereken çok şey var. Bu hepimize düşen bir görev. Aslında ben bunu biraz da toplumda genel olarak rağbet görmekte olan ‘cehalete övgü’yle ilgili bir şey olarak görüyorum. Giderek yayılmakta olan bir “bilimsel bilgiye düşmanlık” havası var. Sağlık gibi şakası olmayacak bir konuda insanların abuk sabuk hurafelere yüz vermelerini inanılmaz buluyorum. Zararsız olduğunu düşünebileceğimiz bir paylaşımın, bir bilginin -hani derler ya işte, aman canım ne olacak, onu da deneyelim, ne zararı olur-  bile zararı olabilir. Bu tip bazı bilimsel olmayan tedavi yöntemlerinin direkt bir zararı olmayabilir diye düşünseniz bile en büyük zararlarından birisi faydalı olan tedavi yöntemlerinden insanları uzaklaştırmasıdır. Kanser konusunda modern tıbbın ürettiği tekniklere, ilaçlara ve cihazlara güvenilmesinden ve bunlarla çözüm aranmasından daha mantıklı bir yol olduğunu düşünmüyorum. O yüzden bilimselliğe gereken önemi vermek lazım.

Popüler sağlık haberlerinde sıkça duyduğumuz ‘Genetik ve çevresel faktörlere müdahale ile kanserin önüne geçebilmek’ söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce böyle bir şey mümkün mü?

Günümüzde kanserin daha sık görüldüğünü hepimiz biliyoruz ama ‘Bunun sebebi nedir?’ sorusunun cevabı üzerinde herkes hemfikir olmayabiliyor. Genel olarak şöyle bir anlayış var; artık doğal olmayan bir ortamda yaşıyoruz, bir sürü kimyasal maddeye maruz kalıyoruz, yediğimiz sağlıklı değil, çok ilaç kullanıyoruz ve modern hayata dair stres faktörleri var. Ama elimizdeki tüm bulguları bunlarla açıklamak da mümkün değil. Elbette hayat tarzımızın kanser olma riski üzerinde bir etkisi var ama kanser görülme sıklığının bu kadar yükselmesindeki tek faktör olduğunu kesinlikle düşünmüyorum.

“Artık daha uzun yaşadığımız için kanserin görülme sıklığı artıyor”

 Başka hangi faktörler var kanseri artırdığını düşündüğünüz?

Çok eskiden insanlar 30- 40 yaşına kadar ancak yaşayabiliyorlardı. Bugün modern tıp sayesinde 70’leri, 80’leri, 90’ları gören insanlar çok daha fazla sayıda. Kanser zaten genel olarak bir yaşlı insan hastalığı. Evet, çocuklukta görülen kanserler de var, onlar da kalıtsal yolla geçtiği görülebilen kanser tipleri. Yaş ilerledikçe ise hücrelerin genetik yorgunluğundan ortaya çıkan bazı hatalar olabiliyor. Artık daha uzun yaşadığımız için de daha fazla kanser oluyoruz. Bir başka açıdan bakınca, ‘Modern tıp sayesinde 30 yaşında gribal enfeksiyondan hayatımızı kaybetmediğimiz için 70 yaşına kadar yaşayıp kanser olabiliyoruz’ gibi bir söylem geliştirmek de mümkün. Ayrıca teşhis yöntemlerimiz de çok gelişti. Mesela meme kanseri görülme sıklığı grafiğine bakarsanız belli bir noktada birden artış yaptığını göreceksiniz. ‘Vay birdenbire niye bu kadar meme kanseri artmış?’ diye düşünebilirsiniz. Ama aslında o grafikte artışın olduğu nokta, mamografinin keşfedildiği zamandır. Yani teşhis imkanları çoğalınca sayılar da artıyor. Kanser görülme sıklığı neden arttı diye düşünürken bu faktörlerin hepsini düşünmek lazım. Tamamen genetik şanssızlık faktörleri, yani genlerimizde rastgele olan mutasyonlar yüzünden de kanser olabiliriz. Çevresel faktörler de bu rastgele olan mutasyonların görülme sıklığını arttırabildiği için kanser ihtimalini arttırdığı düşünülüyor. Bunun dışında “Tamamen doğal bir yaşamda hiç kanser olmayacağız” gibi bir şeyden de bahsedemeyiz ne yazık ki. Bu riski artırmamak için elimizden geldiği kadar çevresel faktörlerin etkilerini azaltmak iyi olacaktır.

 Dünyada ve Türkiye’deki en yaygın kanser türleri hangileri?

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre erkeklerde akciğer, kadınlarda meme kanseri en sık görülen kanserler. Türkiye için baktığımızda, 2014 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun verilerine göre erkeklerde akciğer, prostat ve kolorektal kanser. Kadınlarda meme, tiroid ve kolorektal kanser.

 

 

“Meme kanserinin tedavisi çok ilerledi”

Bazı kanser türlerinin kesin bir tedavisi yok diye biliniyor. Peki, “Kesin olarak engellenemez ya da “Tedavisinde hiçbir gelişme kaydedilmedi” dediğiniz bir kanser türü var mı?

En zorlarından birisi olarak pankreas kanserini söyleyebilirim, Steve Jobs'ın da hastalığı oydu. Çok kompleks hastalıklar olduğu için kolay yol alamıyoruz. Bütün kanserleri çözebilen tek bir yöntem henüz ufukta görünmüyor. Böyle bir yöntemin bulunup bulunamayacağı veya ne kadar gerekli olduğu da tartışılır. Her kanser tipi ayrı bir hastalık olarak değerlendirilerek tek tek çözülebilir. Kimisinde daha hızlı yol alınabiliyor. Örneğin şu anda meme kanseri tedavisinin geldiği nokta çok ilerlemiş durumda. Pankreas kanserinin de o düzeye gelmesi mümkün. Ama pankreas belki 5, 10, 20 yıl sonra gelecek bu noktaya. 

Kanser tedavisinde en başarılı ülke hangisi?

Kanser tedavisinde en başarılı ülke gibi bir ayrım yapılamaz. Ülkeye göre değil tedavinin nerede yapıldığına göre bakmak gerekir. Artık Türkiye’de uygulanamayacak tedavi yöntemi çok az. 

“Uzakdoğu’nun tıp araştırmalarında yükselişi söz konusu”

ABD Başkanı Barack Obama başkanlığa veda konuşmasında kanser tedavisi için ulusal bir girişim başlattı ve “ABD’yi kanseri tedavi eden ülke yapalım” dedi. Sizce kanserle savaş devletlerin kullandığı bir politika mı?

Kanserle savaş devletlerin kullandığı bir politika olmalı. Obama’nın bunu neden yaptığıyla ilgili bir sürü spekülasyon yapılabilir. Başkanlığı bırakmak üzere olduğu için tamamen politik bir hamle olarak bunu yaptığını söylemek biraz zor olur, yani herhangi bir oy beklentisiyle söylenmiş bir şey değil. Aslında sebebi de önemli değil zaten yapılması gereken bir şey. Devletlerin başka konulara, mesela savaşlara, ordularına ayırdıkları paraların yanında bu araştırmalara ayırdıkları paraları kıyasladığınız zaman ne kadar cüzi kaldığını görebiliriz. Bu bütçeler biraz artırılırsa çok büyük gelişmeler olabilir. Ama dediğim gibi ülkeye bağlı bir şey değil bu, daha çok hangi hastanede ya da hangi araştırma merkezinde yapıldığıyla ilgili. Artık dünya çok daha fazla birbirine bağlı.  Biz buradayız ama bizim günübirlik olarak İsveç’te beraber çalıştığımız insanlar var, ABD’de beraber çalıştığımız insanlar var. Sadece tıbbi araştırmalar değil, bütün alanlarda yapılan araştırmalar bu yöne doğru gidiyor. Burada yapılamayanı başka yerde tamamlamak, orada yapılamayanı başka yerde tamamlamak, uzmanları bir araya getirmek...

Ülkelerin yürüttüğü kanser tedavilerinde dikkatinizi çeken, sizi şaşırtıp heyecanlandıran gelişmeler var mı?

Uzakdoğu’nun son yıllarda ekonomik konuda olduğu gibi, tıbbi araştırmalarda da bir yükselişi söz konusu. Şaşırtıcı değil, ama enteresan bir durum. Özellikle biyobenzer ilaçlar konusunda Güney Kore’nin son dönemde geldiği nokta çok etkileyici. Belirli alanlara yoğunlaşıp yatırım yaparak o alanın lideri olmak üzerine stratejiler uygulamaya başladılar. Japonya da aynı şekilde. Örneğin 2012'de Nobel alan Shinya Yamanaka’nın bulmuş olduğu kök hücre teknolojisi... Doğrudan kanserle ilişkili değil fakat kanser araştırmalarını da çok etkileyecek bir gelişme. Bahsettiğim şey, yetişkin hücreleri tamamen embriyonik kök hücre düzeyine geri çevirebilen bir sistem. Daha sonra bununla ilgili Japonya’nın çok büyük atılımları oldu ve bir devlet politikası haline geldi. Tabii bu sistem bütün dünyaya yayıldı ama Japonya’da keşfedildiği ve bunun değerinin farkında oldukları için bu araştırmalar orada çok ileri düzeye gelmiş noktada.

“Bilim insanları öncelikle birbirini ikna etmeli”

Toplumun sağlıkla ilgili doğru bilgileri alabileceği bir web sitesi öneriniz var mı?

Bilimsel anlamda Türkiye’de, Türkçe yayın yapan çok az site takip ediyorum, evrimagaci.com bunlardan birisi. Bu site spesifik olarak kanserle ilgili değil de genel olarak bilim haberleriyle ilgili makaleler yayınlıyor. Popüler medyada genel olarak çıkan sağlık haberlerinin seviyesi zaten malum. Bilimsel kaynak göstererek haber yapan sitelere bakmak lazım. Yani bir konuyla ilgili bir şey okuduğunuz zaman, ‘bilimsel bir kaynak var mı, hangi makaleden bahsediyor, hangi bilimsel dergide yayımlanmış’ belirtilmiş olması gerekiyor. Ben Türkiye’deki haber organlarında böyle bir referans göremiyorum. Oysa BBC’nin, CNN’nin sitelerine girin, haberi genel olarak belli bir çalışmaya atıfta bulunarak yaparlar. Bence haberin tam olarak hangi kaynaktan geldiği değil, haberin nereye atıfta bulunduğu önemli. Bizde bu tip haberler genelde referanssız ve yarım yamalak yapılıyor. Çoğu zaman bilimsel bir makalesi bile yayınlanmamış bir çalışma, ilgili araştırmacıların ve/veya üniversitenin kurumsal iletişim çabalarıyla basın yayın organlarına reklam niyetine haber olabiliyor. Makalesi yayınlanmamış bir çalışmanın bilimsel kıymeti yoktur. “Peer review” dediğimiz bir sistem var, Türkçe’de hakemli bilimsel dergi olarak geçiyor. Siz bilimsel bir makale yayınlamak istediğiniz zaman bir dergiye gönderdiğinizde, sizin gibi diğer bilim insanları tarafından kritik ediliyor bu çalışmalar. Aynı şekilde başkalarının çalışmalarını da siz kritik ediyorsunuz. Hakemlerin tüm sorularına cevap verip ikna edemezseniz makaleniz yayınlanmaz. Tabiri caizse ‘kurtlar sofrasından’ sapasağlam çıkıp bir makale yayınlamak kolay iş değil! Gerçekten herkes düzgün olanın, bilimsel olanın peşinde ve biz bilim insanları öncelikle birbirimizi ikna etmeliyiz bir şeyleri yayınlamadan. Bu tip bir hakemlik süzgecinden geçmemiş bir çalışma, yazan bilim insanlarının fikirlerini sunduğu bir “köşe yazısı” olabilir ancak, bir bilimsel makale değil. Bu yüzden rağbet edilmesi gereken sadece ve sadece hakemli dergilerde yayınlanmış bilimsel makaleler üzerinden yapılan haberlerdir. Bu noktada elbette makalede sunulan bilimsel verinin haberi yapan kişi tarafından ne kadar doğru yorumlanıp aktarıldığını, haberin sansasyonel olması için nelerin ön plana çıkarılıp nelerin göz ardı edildiğini de değerlendirmek gerekir. O konu ise sadece bizde değil tüm dünyada içler acısı...

Kanserin kesin tedavisinin bulunduğu ancak sektörler arasındaki dengenin bozulmaması için açıklama yapılmadığı gibi spekülasyonlar sıkça duyuluyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hurafeler ve komplo teorileri olarak görüyorum. Kanserin tedavisini bulan bir şirket, bir bilim insanı ya da bir ülke çok büyük bir avantaja sahip olur; hem maddi, hem manevi açıdan dünyada kimsenin kolay kolay gelemeyeceği bir nokta… Birisinin ‘Ben kanseri çözdüm’ dediğini varsayalım. İlaç şirketlerinin ya da büyük devletlerin yaptığı komplolarla bunun gizlenebilir olacağını düşünebilen insanları gerçekten anlamıyorum. Zaten bu tedaviyi bulmuş olan kişi dünyanın en zengin insanı olacak ya da bu şirket dünyanın en zengin şirketi olacak. Bunu kim niye saklasın, başka nereden daha fazla para kazanabilirsin ki? Modern tıbba güvenin. Gidin doktorunuza, o size en uygun tedavi şeklini söyleyecektir.

Bu oldukça bilgilendirici sohbet için Tolga Sütlü'ye teşekkür ederiz...

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde yarın:

Batu Erman: "Kanserli hücrelere özel ilaç için çalışıyoruz."

Diğer röportajları okumak için tıklayınız



En hızlı dönen yıldızlar

En hızlı dönen yıldızlar

Haber: Selin Eyüpoğlu

Fotoğralar: Deniz Beren Akura        

AstroSU’nun 21 Kasım’da düzenlediği, Mehmet Ali Alpar’ın nötron yıldızları, pulsarların doğası ve gök cisimlerinin hareketleriyle ilgili merak edilenleri anlattığı ‘En Hızlı Dönen Yıldızlar’ etkinliğine katıldık, konuşulanları sizler için derledik.


Öncelikle en basit momentum, kütle çekim ve yörüngeler tanımlandı. Enerji ve açısal momentum hakkındaki bilgilerimiz tazelendi, nitekim evrenin en karmaşık yapıları bile basit fizik kanunları etrafında dönmekte. Özellikle enerji ve açısal momentumun korunumu gök cisimlerinin hareketlerinin incelenmesinde temel prensiplerdendir. Bu prensip aynı zamanda Dünya’nın Güneş’e yakın olduğunda neden daha hızlı döndüğünü açıklar. Kuramsal fizik ve soyut cebir konularında çığır açmış Alman matematikçi Emmy Noehter’ın sözüyle devam ediyoruz. ’Uzayda bir simetri varsa zaman geçerken sabit kalan bir şey(ler) vardır.’ Bu sözle gökbiliminin aslında disiplinlerarası prensipleri ve bilgi birikimini kucaklayan bir bilim olduğunu anlıyoruz.

Tek gök cisimlerini toplayarak sistemleri incelemeye başladığımızda ‘denge’ adında yeni bir kavramla karşılaşıyoruz. İkili, üçlü, dörtlü vs. etkileşimler yıldızların daha karmaşık yollar izlemesine neden olurken yıldız sayısı 100’e ulaştığında sistem daha kararlı bir hal alıyor, bunun nedeni de ortak kütle çekim alanı oluşması, yıldızların bu ortak alanda hareket etmesi ve bazı simetrik kuvvetlerin birbirini dengelemesi. 

Yengeç nebulası

Orion açık yıldız kümesi ve Samanyolu galaksisini inceliyoruz, bu sırada birçok efsane ve halk türküsüne konu olmuş Ülker/Süreyya açık yıldız kümesine rastlıyoruz. Ülker, çıplak gözle görülebilen 7 mavi yıldızdan oluşan Dünya’ya en yakın açık kümelerden biridir.

Seminerin ilerleyen dakikalarında evrenin dönme ekseninin olmaması ve sürekli genişlemesi üzerine bilgiler ediniyoruz, aynı zamanda hiçbir galaksinin evrenin hareket merkezi olmadığını öğreniyoruz. Sonrasında, Güneş’in hidrojen yakıtının bitmesi yani demirden sonra hidrojenin dönüşebileceği bir element kalmaması durumundan ve yıldızların nasıl kara deliğe dönüştüğünden söz ediliyor.

Seminerin son bölümünde etkinliğin asıl konusu olan nötron yıldızları ve pulsarlara giriş yapıyoruz,bilinen en hızlı nötron yıldızının saniyede 716 defa döndüğünü öğreniyoruz. Pulsar, diğer adıyla atarca, kalp gibi atan anlamına gelmektedir. Pulsarlar nebulanın çekirdeğinde bulunurlar ve kalp atışları gibi belli ritmlerde uzaya radio dalgaları gönderirler. Dönüş hızı ve periyodu pulsarların manyetik kutbundan çıkan seslerin farklı olmasına neden oluyor. Seminerin sonunda farklı pulsarların seslerini ayrı ayrı ve sonrasında birlikte çıkardıkları sesleri dinledik, adeta bir yıldız senfonisi gibiydi. Mehmet Ali Alpar hocamız bu seslerin farkını müzik terimleriyle açıklıyor, astronominin iç içe olduğu bilim ve sanat dalları listesine müziği de ekliyoruz. 

Siz de galaksiler, yıldızlar, gezegenler kısacası astronomiyle ilgileniyorsanız, astroSU’nun etkinliklerini mutlaka takip edin.

Abone ol