Şahin Ekşioğlu ile keyifli bir söyleşi

Popular Science Türkiye Yayın Yönetmeni Şahin Ekşioğlu ile keyifli bir söyleşi

Popüler bilim ve teknoloji dergisi Popular Science Türkiye'nin yayın yönetmeni Şahin Ekşioğlu, Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi Bengüsu Özcan'ın sorularını cevapladı.


Önce biraz dergiyle başlayalım Şahin Bey, bildiğimiz üzere Popular Science Amerika merkezli bir dergi. Popular Science Türkiye içeriğinin ne kadarı Türkiye’de hazırlanıyor?

Geçtiğimiz sayılarda da duyurduğumuz üzere, biz aslında Popular Science Türkiye olarak dünyada başka yerde benzeri olmayan bir iş yapıyoruz. ABD edisyonu 1 senedir iki ayda bir çıkıyor ayrıca bize nazaran çok fazla reklam almasına rağmen oldukça ince bir dergi. Biz ise her ay dolu dolu bir dergi üretmeye devam etmek için içeriğin üçte ikisini burada, Türkiye’de hazırlıyoruz. Zira sayfa sayımız PopSci ABD’den daha fazla.

Öyleyse, artık hem size hem de yazarlarınıza çok iş düşüyor.

Evet, gerçekten çok özenle seçtiğim, çok yetenekli yazarlarımız var. Aslında dergimizde yazmak isteyen bir sürü akademisyenden başvuru alıyoruz ancak maalesef çoğunun atladığı bir nokta var. Bizim derginin sırrı, aslında dilinde. Çevirmenimiz Barış Emre Alkım ve yazar kadromuzla dergide hem çeviriler hem de burada yazılan makalelerde bize özgü bir dil oluşturduk. Okuyucularımız da bunu çok sevdi. Bilimsel içerikten ödün vermeden yazı dilini anlaşılabilir bir seviyede tutmak çok önemli bizim için.

Yakın zamanda yeni bir yazar kazandık dergimize. Türkiye Zeka Vakfı’nın moderatörü olduğum bir etkinliğinde, genç bir akademisyen olan Burak Karabey ile tanıştım. Kendisiyle eğitim sistemimiz de dahil pek çok konuda aynı görüşlere sahip olduğumuzu gördüm, üstüne üstlük sunumlarında öyle etkileyici bir dil kullandı ki bu anlatımı mutlaka dergimize de taşımak istedim. Bir konuyu herkesin anlayabileceği şekilde anlatmak gerçekten çok ayrı bir yetenek.

Umarız PopSci Merkez, Türkiye ekibi olarak bu güzel gayretinizin farkındadırlar.

İletişim içinde olduğumuz için elbette haberdarlar ancak sayılara baktığınızda Popular Science, Amerika’da 1 milyon satıyor. Türkiye’de biz, en çok satan 3. dergi olmamıza rağmen ayda ortalama 30 bin satıyoruz. Türkiye için iyi bir yerdeyiz evet ama aslında bu çok düşük bir sayı. Ana merkezde de son senelerde sık kadro değişiklikleri olduğu için açıkçası pek bize odaklı düşünemiyorlar.

Peki burada üretilen içeriklerden orada yayınlananlar oluyor mu hiç ?

Aslında biz Amerika’daki dergiden içerik türü olarak da oldukça farklıyız. Biz biraz daha bilim tarafındayız işin, onlar teknoloji ve life style tarafında. Örneğin onlarda soru-cevap bir sayfa, bizde genelde 6-7 sayfa. Ya da bizim dergimizin en başındaki “Kısaca” bölümü örneğin, orijinalinde olan bir bölüm değil. Biz okuyucumuzu iyi tanıyoruz, onlar da Amerikalı okuyucuyu iyi tanıyor, iki kitlenin de görmek istedikleri şeyler gerçekten çok farklı. O anlamda bence biz, oradan gelen içeriğe daha fazla bilimsel içerik katarak ikisini bir potada eritmiş oluyoruz. Bu sebeple bizde sıkça kendine yer bulan kuantum fiziği ya da astronomi makalelerini nadiren PopSci ABD’de görüyoruz.   

Aslında bu söyledikleriniz akla şu soruyu getiriyor, hem bilimsel anlamda çok dolu içerikler üretiyorsunuz hem de bunun bir dergiye uygun hale getirilmesi sürecinden sorumlusunuz. Bir ucunda bilim insanı, diğer ucunda dergi editörlüğü olan bir spektrumda kendinizi nereye koyarsınız?

Aslında bunun için keskin bir nokta yok. Bizler bilim insanı değiliz, keşke olsak; bence bizler daha ziyade iyi hikayecileriz. İlgi duyduğumuz konuları araştırıyoruz, çok iyi anlıyoruz, sonra bir insan bunu okuyup anlamaya çalışırken nerelerde zorluk yaşayabilir sorusunu düşünerek yazılarımızı kaleme alıyoruz.

Yani size, bilim tutkunu hikayeciler diyebilir miyiz?

Evet, aynen öyle.  

Dergiyi elime aldığımızda hemen her konu o kadar ilgi çekici geliyor ki ister istemez kim bilir bunun karar verme süreci nasıl keyiflidir diye düşünüyorum. İçeriğe nasıl karar veriyorsunuz?

Gönül isterdi ki 10 kişilik bir yazar kadromuz olsa, ofisimizde toplanıp saatlerce üzerinde tartışsak ancak maalesef o kadar çok kaynağımız yok. Uzun süreli yazan iki yazarımız var, Tuna Emren ve Kozan Demircan. Kozan’ın kendine ait bir bilim-teknoloji blogu var zaten, şu sıralar üniversitelerde ders de veriyor. Tuna’nın da blogu vardı eskiden ancak bize çok fazla yazdığı için artık devam edemiyor. Üstelik sadece dergi yoğunluğu değil Tuna’nın katıldığı çeşitli MEB projeleri de var. Haliyle bilimin pek çok alanıyla ilgili bilgi sahibi ve araştırmayı çok seven yazarlara sahibiz. Bazen kendileri konu öneriyor, bazen ben öneriyorum. Daha önce oluşturduğumuz içeriklerle Amerika’daki merkezin gönderdiği içerikler arasında çakışmalar yaşadık, öyle bir durumla karşılaşmamak adına son zamanlarda genelde ben öneriyorum.

Peki, yavaş yavaş dergiden size döndürelim sohbeti. Şahin Ekşioğlu’nun Popular Science’a kadar uzanan hikayesini dinleyebilir miyiz?

İlginç sayılabilecek bir hikaye benimki. Aslında opera bölümü mezunuyum, dergi hayatını meslek edinmem ise üniversitedeyken CHIP dergisine yazmam esnasında oldu diyebilirim sanırım. Biraz daha geriye gidersek, ortaokuldan beri elektroniğe çok meraklı bir çocuktum. Üniversitede de ilk kez bir PC sahibi olduğumda 3B modelleme ve animasyon programlarına ilgi duymaya başlamıştım, piyasadaki bütün bilgisayar dergilerini takip edip kendi kendime uğraşıyordum anlayacağınız. Bir gün bir fuarda PC Magazine standına gittim, neden bu alanda içerik üretmediklerini sordum. Onlar da “aslında bu alanda içerik üretebilecek birini arıyoruz, siz yazmak ister misiniz” diye sordular. Önce şaşırsam da, sonra “tabii, yazarım.” dedim. Oraya gönderdiğim ilk yazıyı noktasına virgülüne bile dokunmadan yayımladılar çünkü o dergileri takip ede ede nasıl bir dil kullanacağımı öğrenmiştim zaten. Yani 1997 senesinde bir yerden girdim bu dünyaya, 10 ay sonra farklı bir fuarda CHIP dergisi ile görüşme şansım oldu. Açıkçası PC Magazine’de çok mutlu değildim, CHIP dergisi de tam benim yazdığım alanda birilerini arıyormuş, o şekilde CHIP dergisine geçtim. Sonra CHIP’te ilgi duyduğum başka bir sürü alanda yazma fırsatı buldum. Öğrenciliğim bittikten sonra da orada devam ettim, CHIP’teki 15 yılımın sonunda DoğanBurda, Popular Science’ı ülkemize getirmek istedi. O noktada da yayın yönetmeni olarak ben Popular Science’a geçmiş oldum.

Epey ilginç bir hikayeymiş, peki konservatuvar tarafı nasıl başladı, müzikle hep ilgili miydiniz?

Tabii, lisede bir rock grubumuz vardı bizim, o dönemde İstanbul’da amatör klasik müzik korolarında şarkı da söylüyordum. Şana çok merak salmıştım, sesi kontrol etme mekanizmasının nasıl çalıştığını öğrenmek istiyordum gerçekten. Konservatuvar sınavlarında şansımı denemek istedim. Konservatuvarın sınavdan önce bir hazırlık kursu var, oraya gidip bir sürü insanla aynı odada sınavda söyleyeceğiniz şarkıları çalışıyorsunuz. Başta şüphelerim vardı. Birkaç kişiyi dinleyince baktım benim sesim hiç de fena değilmiş, bana bir motivasyon geldi. Çıktım, şarkımı söyledim, yerime oturunca önümdeki sırada oturan bir kız “alkışlamamak için kendimi zor tuttum” dedi. İyice moralim yükseldi tabii, o şekilde sınavı kazandım ve Mimar Sinan Üniv. Konservatuvarına girdim.

O zamanlar devlet operasında kadro olmadığı için, bir de ben CHIP’teki işimi de çok sevdiğim için CHIP’te devam ettim. Sonra kadro da açıldı aslında ama zaten severek yaptığım hem de iyi olduğuma inandığım dergi işimi bırakmak istemedim. Müziği ve şanı bırakmadım. Hala, keyif için arada konserler veriyorum. Mimar Sinan Üniversitesi’nde başladığım şan eğitimimi İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı’ndan mezun olarak bitirdim. Bunun dışında Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümü Bilişim anabilim dalında yüksek lisans da yaptım.    

Şu anki işinizi çok sevdiğinizi tahmin etmek güç değil öyleyse.

Şöyle söyleyeyim, hayatımı devam ettirmek için para kazanmak zorunda olmasam bu işi yapmak için üzerine para veririm. Çok şanslıyım, gerçekten keyif için yapabildiğim, beni anlattığına inandığım bir mesleğim var.

Bu “insanın işi kendini anlatmalı” sözü, bazen maalesef mümkün olmuyor. Ancak bu mümkün değilse bile bence insanın hobileri kendini anlatabilmeli. Biz bu hobi kelimesini çok küçümsüyoruz ama aslında gerçekten bir insanın kendini en iyi yansıtabileceği alan. Şimdilerde Google, Microsoft gibi şirketler kullanıcı deneyimine, tasarıma çok önem verdiği için farklı farklı ilgi alanları olan, kendine has bir geçmişi olan insanları arıyor özellikle. O yüzden gerçekten, belki mesleğinizin sizi anlattığını hissetmiyorsunuzdur, o zaman hobilerinize sıkı sıkı sarılın ve yeni keşiflere hazır olun. Öğrenmeyi hiç bırakmamak gerek.

Bunda biraz eğitim sisteminin de rolü var bence. Türkçe, matematik, fen, sosyal olarak kodlanan bir eğitim sisteminde yetişiyoruz çocukken.

Çok haklısın, bir örnek vereyim. Geçen Burak Karabey ile telefonda konuşuyorduk. Bizde matematikte on konu varsa, beşini hiç anlatmasak fakat kalan beşini çok iyi anlatsak daha iyi olmaz mı hocam dedim. O da “yıllardır bunu anlatmaya çalışıyorum ben de.” dedi. Çocuklarımızı harddisk gibi görüp bilgi depoluyoruz adeta. Üniversiteye hazırlanıyor mesela çocuk, kazanınca çok seviniyor, üç ay sonra fakülteye bir başlıyor ki matematiği unutmuş! Her şey o kadar üstünkörü anlatılıyor ki; temelimiz de zayıf kalıyor bu yüzden.

Size de söylenmiştir mutlaka, lisedeyken hocalarımız “bu konuları Amerika’da üniversitede görüyorlar.” diye böbürlenirdi. Evet ama bu iyi bir şey değil ki! Çocuklar normalde çok meraklıdırlar, soru sorarlar, bu onların doğasında varken biz böyle böyle bu merak duygusunu öldürmeyi başarıyoruz. Gönül ister ki 10 konunun 10’unu da anlatalım ama doğru düzgün anlatamayacakken müfredatı kağıt üzerinde doldurmak, karşı tarafa bunun nasıl geçeceğini hesap edememek gerçekten çok kötü sonuçlar getiriyor. Bunun en acı göstergesi de zaten kısa zaman önce PISA sonuçlarında ortaya çıktı.

Gerçekten çok haklısınız, hepimiz bu sistemden geçtiğimiz için aslında çokça mağduruz bu durumdan. Peki şu an başkalarından bir şey beklemeyip, birey olarak bizim yapabileceğimiz neler var, biz taşın altına elimizi nasıl koyabiliriz sizce?

Ben bu konuda çok sık eleştiride bulunduğum için insanlar beni eğitim sistemi üzerinde etkisi olan biri sanıyorlar fakat inanın uzaktan yakından alakası yok. Keşke bu işin başındaki kimseleri doğru uzmanlarla buluşturmak, yurtdışındaki örneklerin araştırılması konusunda kaynak sağlamak gibi konularda yardım isteseler; seve seve yaparım. Ama böyle sadece eleştiri yazıları yazma da elbette çözüm değil. Peki o zaman ne yapacağız?

Bence bir kişinin tek başına yapabileceği en iyi şey, çok güzel hobiler edinmek. Sadece kendimizi geliştirmek değil, ülkenin içinde bulunduğu zor durumda moral kazanmak için faydalı olabilecek bir şey aslında bu. Merak etmemiz, güzel şeylere kafayı takmamız gerek. Fakat bunun içten gelmesi, şart. Örneğin kitap oku diye insanı okumaya zorlamak değil çözüm, o insanın zaten kendi içinden gelmeli kitabı açıp okuma isteği.

Belki bunun için kendine zaman ayırmayı bilmek gerek de diyebilirim. Hele hele iş hayatının yoğun temposuna girdikten sonra bunun çok güçleştiğinin farkındayım. Kendimden bir örnek vereyim daha önce büyük bir teknoloji şirketinden teklif almama rağmen reddetmemdeki en önemli nedenlerden biri kendime zaman ayıramayacağıma inanmamdı. Bunun için benim sizin yaşınızdaki gençlere verebileceğin en iyi tavsiye şu: Mezun oldunuz, işe girdiniz, hobileriniz de var; sizinle benzer durumda bir sürü gençle birlikte çalışıyorsunuz. Sizin bir şekilde farklı yönlerinizi tamamen kendinizle alakalı bir şekilde ortaya koymanız gerek. İş hayatında başarılı olmak için başkasının kuyusunu kazmak değil, o işe birikiminiz sayesinde kimsenin katamayacağı bir değer katabildiğinizi göstermeniz gerekiyor. Bunu yapabilirseniz, o kurum zaten sizi çok farklı bir yere koyacaktır. Yaptığınız işi elbette çok iyi yapın ama bu tek başına yeterli değil, onun dışında yan uğraşlar da geliştirin. Bu saydıklarımın hepsini bir kenara bırakalım ne olursa olsun mutlaka bir müzik enstrümanı çalmaya çalışmak gerek. Müzikle uğraşmanın beyinde gözlemlenebilir şekilde pozitif bir etkide bulunduğu ve bilişsel kapasiteyi artırdığı gelişmiş tıbbi cihazlarla kanıtlandı.  

Son yazılarınızda, günümüzde dillerden düşmeyen inovasyon lafının, hele de şirketler düzeyinde çok göstermelik kaldığından şikayetçiydiniz. Hele hele bilimsel projeleri desteklemiyor oluşlarını epey vurgulamıştınız. Bundan da söz eder misiniz biraz bize?

Evet, dürüst olmak gerekirse bu inovasyon, teknoloji laflarını çok göstermelik buluyorum artık. Sanki burası bir Silikon Vadisi imiş gibi konuşup icraata gelince hiçbir şey yapmıyorlar, özellikle firmaların yaptıkları ve söyledikleri birbirine hiç uymuyor. Ben artık TÜİK verilerine de inanamıyorum, bir sürü şaibe ortaya çıktı zaten. Kendi gözlemlerime inanmayı tercih ediyorum.

Bir sürü e-mail alıyoruz okurlarımızdan, gençler projelerini anlatıyorlar, sponsor olabilir miyiz diye bize soruyorlar. Haberleri yok ki bizim imkanlarımız da çok sınırlı. Ellerinde bir tek dergimiz var sarılabilecekleri, mecburen bizden yardım istiyorlar. Öyle üzülüyorum ki bu e-maillere... Şirketler gerçekten inovasyona bu kadar önem veriyorsa, neden bu gençlere sponsor olmuyorlar? Mesela o gençler için kampanyalar yapan iletişim şirketleri, tek başlarına bile bir sürü projeye sponsor olabilirler. Bizde her şey maalesef öyle göstermelik kalıyor ki. Bir örnek vereyim, seneler önce ülkemiz liselerde dünya basketbol şampiyonu olmuştu da A takımlarında böyle bir başarıyı sağlayamayıp nasıl olur da liselerde sağlarız diye merak etmiştim. Meğer ülkenin her yerinden kabiliyetli çocukları bir lisede toplamışlar da öyle birinci olmuşlar. Her şey böyle göstermelik kalıyor işte maalesef bizde. Birilerini kandırdığımızı sanıyoruz ama aslında kendimizi kandırıyoruz.

Geçtiğimiz sayıda da şirketlere bu konuda bir açık çağrıda bulundunuz. Geri dönen oldu mu?

4 şirketten dönüş aldım, biri para yardımı yapabileceğini, diğerleri ise para yardımı yapamasa da bir şekilde yardım etmek istediklerini söylediler. Bunların hepsi aslında imkanları çok büyük olmayan şirketler, esas o büyük şirketlerin öyle çok imkanı var ki kullanmadıkları... Bu dönüşlerin üzerine yine de araştırma yaptım, şu an vardığımız nokta gösteriyor ki ihtiyacı olanlar ve yardım etmeye istekli olanlar var olsa da bunun hele de içine para girince mutlaka denetleniyor olması lazım.

Bu konuda Teknokent’lerle irtibata geçmeye çalışıyorum. Henüz görüşemedik fakat onların da bu konuda çeşitli çalışmaları var, şu an kapsamı büyütebilir miyiz diye teklif götürmeyi düşünüyorum. Bunun için bir fon oluşturulsa da tarafsız bir kurumun bu fonu dağıtırken başvuranların uyması gereken bir şartname hazırlaması gerekiyor. Projenin belli bir aşamaya gelmiş olması, bir taslağının çıkması gibi şartlar örnek olabilir. Umarım bir yere varırız; fakat günün sonunda benim gibi aslında bu işlerle doğrudan alakası olmayan bir alanda çalışan insanlara kalmaması gerekirdi bu gibi işlerin.

Haklısınız, umuyorum gerçekten bir çözüm yolu bulmaya ön ayak olabilirsiniz. Her ne kadar motivasyon kırıcı unsurlar olsa da; derginizde okurlardan gelen mesajları okurken ben bile çok mutlu oluyorum. O kadar farklı kesimlerden insanlara bu güzel dergiyi ulaştırmak eminim sizi çok gururlandırıyordur.

Çok güzel bir şey söyledin, gerçekten de doğru. Bizi çok mutlu eden okuyucularımız var. Böyle dörtte birlik bir kesim hatta, bizi gözünde biraz büyütüyor diyebilirim. Öyle ki; “Cumhuriyete verilmiş en büyük hediyelerden birisiniz.” diyen tutkulu okuyucularımız bile var.  Çekirdek kitlemiz ise çok geniş, zaten o yüzden dergi satışlarımızda büyük iniş çıkışlar görmeyiz genelde. Onun dışında çok küçük de olsa eleştiren bir kesim de yok değil. En çok da “yüzeysel bilim dergisi” olmakla suçlanıyoruz. Bu da aslında ilk soruda konuştuğumuz dil meselesinden kaynaklanıyor biraz. İnsanlar bilimin herkesin anlayabileceği bir dille anlatılabileceğine öyle alışmamışlar ki; bunu içeriğin yüzeysel olmasına yoruyorlar. Dergide anlattığımız konuları başka yayınların yaptığı gibi daha karmaşık veya akademik bir dille anlatsak bu eleştiriler muhtemelen kesilir ama bir sürü okuyucu bizi anlayamayacağı için bu çok anlamsız olurdu kuşkusuz. Dergimizin misyonu bilimi ve akılcı düşünceyi mümkün olduğu kadar geniş bir kitleye ulaştırmak. Bu yüzdendir ki piyasadaki en uygun fiyatlı dergilerden biriyiz.  

Umarız okuyucu sayınızın katlanarak artar Şahin Bey, sohbet için çok teşekkürler. Biz çok eğlendik gerçekten. Buradan da açık çağrınıza destek verelim, gençlerin bilim projelerini desteklemek isteyen, gerçekten inovasyona yatırım yapmaya hazır şirketleri ve bu desteği uygun yasal prosedürle birleştirmeye yardım edecebilecek mercileri sizinle iletişim kurmaya davet edelim.

Çok teşekkür ederim, benim için de son derece keyifli bir sohbetti...

Fotoğraflar: Arman Zonüzi