56. Venedik Bienaline davet edilen 11 genç sanatçıdan biri

Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı 2007 mezunumuz sanatçı Meriç Algün Ringborg ile söyleşimiz kaldığı yerden devam ediyor.

Meriç Algün Ringborg: “Sabancı Üniversitesi’nin sanat eğitimi insana kendini ifade edebilmesi için çeşitli araçlar ve yöntemler sunuyor. Bu ifade araçlarını orada ediniyorsun ama henüz hayatı deneyimlememiş birisi olarak ne söylemek istediğine karar vermek kolay değil ve oldukça zaman alan bir şey. Dolayısıyla hemen vazgeçmemek gerektiğini düşünüyorum. Bence zaten 'Buluşma' sergisindeki işlerin çoğunluğunun gücü buradan kaynaklanıyor.


Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde bu yıl 9 Nisan-26 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen, 20 Sabancı Üniversiteli sanatçının işlerinin yer aldığı “Buluşma” sergisinde “Ödünç alınmamış kitaplar kütüphanesi” başlıklı çalışman sergilendi. Bu çalışmayı dünyanın değişik yerlerinde yaptın. Biraz bundan söz eder misin? Nerelerde yaptın? Hep aynı şekilde mi yaptın? 

Her seferinde başka kütüphanelerle işbirliği yaptığım için hep farklı sonuçlar ortaya çıkıyor. Ama mutlaka hangi şehirde sergilenecekse, o şehirden bir kütüphane ile çalışıyorum. Tekrarlandıkça işin çoklu kimliği de bir o kadar ortaya çıkıyor çünkü hiçbir enstalasyon birbirine benzemiyor. İlk kez Stockholm’de Halk Kütüphanesi ile işbirliği kurdum ve yaklaşık 600 tane ödünç alınmamış kitabı ödünç aldım. Daha sonra 2013 yılında New York’ta Art in General diye bir sanat enstitüsüne davet edildim ve bu sefer Kurgu Merkezi isimli bir kütüphane ile çalıştım. Sadece kurgu kitaplarının olduğu bir kütüphaneydi burası ve 1001 tane ödünç alınmamış kitap çıktı ortaya. Daha sonra 2014 yılında arka arkaya önce Sidney’de, sonra Ekvador’da ve daha sonra Atina’da çeşitli sergilerde gösterildi. Sakıp Sabancı Müzesi’nde ise Sabancı Üniversitesi’nin Bilgi Merkezi’yle işbirliği yaptık. Burada daha önce ödünç alınmamış 500-600 kitap sergilendi. Bu bir üniversite kütüphanesi olduğu için kitaplar daha çok eğitim ağırlıklıydı ve en çok dikkatimi çeken konu ise teknolojiydi. Kanımca bunun bir sebebi, teknolojinin kitaptan çok daha hızlı bir şekilde gelişmesi. 

Venedik Bienalinden

Uluslararası sanat arenasına çıkmandan söz etsek. Bu yıl aynı aylarda, 56. Venedik Bienali (5 Mayıs – 22 Kasım) ile 14. İstanbul Bienali’nde (5 Eylül – 1 Kasım) çalışmaların yer aldı. 

Benim uluslararası sanat kariyerim henüz yüksek lisans programında öğrenciyken 2011 yılında İstanbul Bienali’ne katılmam ile başladı. Bienal açılmadan bir sene evvel açık bir davet ile genç sanatçılardan portfolyo göndermelerini istemişlerdi ve ben de göndermiştim. İki ay sonra Adriano Pedrosa ile birlikte İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü yapan Jens Hoffmann’dan davet geldi. “Tüm ve Eksiksiz Vize Başvuru Formları Kitabı” adlı çalışmamı İsimsiz (Pasaport) başlıklı grup sergisinde göstermek istiyordu. Bu beni gerçekten çok mutlu etmişti. Daha sonra sergi açılmadan iki ay önce Adriano Pedrosa çalışmalarımı görmek ve projelerim ile ilgili bilgi almak için Stockholm’e beni ziyarete geldi. Akademideki atölyemde iki saati aşkın bir süre sohbet ettik. O sırada İsveç ve Türkçe dillerinin ortak kelimeleri ile ilgili bir proje üzerine çalışıyordum fakat bu henüz fikir aşamasındaydı. Beni davet etti, beraber çalışmaya başladık ve bu projeyi bienal için birlikte geliştirdik. Kısacası, bienalin uluslararası davetler almamdaki rolü oldukça önemli. Açıkçası ben o sırada hala okuldaydım ve hiç böyle bir şey olabileceğini bile düşünmüyordum.

Yüksek lisanstan mezun olduktan sonra ise Stockholm’de devletin düzenlemiş olduğu IASPIS isimli sanatçı programından 6 aylık bir atölye bursu aldım. Dördü İsveç’ten, beşi yurt dışından dokuz farklı sanatçıyı bir araya getiren bu programa düzenli aralıklarla yurt dışından küratörler davet ediliyordu. Burada bir çok profesyonel küratörle tanışma imkanım oldu ve bu sayede Sidney, Cuenca ve Selanik Bienali gibi çeşitli sergilere davet edildim. Geçtiğimiz yıl Eylül ayında ise Venedik Bienali’nin ana sergisinin küratörlüğünü yapan Okwui Enwezor Stockholm’e geldi. Aralarında benim de bulunduğum birçok sanatçı ile atölye ziyaretleri düzenledi ve sonrasında yeni bir iş yapmam için beni bienale davet etti. 

Çok güzel. Uluslararası sanat kariyerin İstanbul Bienali’yle başladı ama sonuç olarak orijinal fikirlerin ve çalışmaların ile sanat otoritelerinin dikkatini çektin. İlk adım İstanbul Bienali.

İlk adım sanat pratiği ile başlıyor kesinlikle fakat doğru yerde doğru zamanda bulunmadan da olmuyor. 

Bir çok genç sanatçı var ve o genç sanatçıların arasından sıyrılıp Venedik Bienali, İstanbul Bienali gibi uluslararası çalışmalarda işlerinin sergilenmesi, uluslararası arenada kendini kabul ettirmen ciddi bir başarı.

Venedik Bienali çok büyük bir sergi; içinde bir sürü farklı sergiler var ama bu yılki ana sergiye 136 sanatçı davet edilmişti ve bunlardan sadece 11’i 1980 ve sonrası doğumlu ve onların aralarında olabilmek tabii ki büyük bir onurdu benim için.

Venedik Bienalinden

Venedik Bienali’nde ana sergide yer alan 11 genç sanatçıdan birisin yani; çok güzel, gurur duyuyoruz. 

Teşekkür ederim. 

Eklemek istediğin bir şey var mı? Sabancı Üniversitesi öğrencilerine, sanatla ilgilenenlere söyleyeceğin bir şey var mı?

Sabancı Üniversitesi’nin sanat eğitimi insana kendini ifade edebilmesi için çeşitli araçlar ve yöntemler sunuyor. Bu ifade araçlarını orada ediniyorsun ama henüz hayatı deneyimlememiş birisi olarak ne söylemek istediğine karar vermek kolay değil ve oldukça zaman alan bir şey. Dolayısıyla hemen vazgeçmemek gerektiğini düşünüyorum. Bence zaten Buluşma sergisindeki işlerin çoğunluğunun gücü buradan kaynaklanıyor.

İstanbul Bienalinden

14. İstanbul Bienalinde yer alan çalışmandan söz eder misin? 

Bienal’de Adahan Otelin üç odalı bir süitine özel olarak hazırladığım, altı-yedi farklı çalışmadan meydana gelen bir yerleştirme sergiledim. Zamanında Kamondo Ailesinin yaptırmış olduğu bu binanın kimliği günümüz sahipleri Lale Platin ve Sedat Sırrı Aklan tarafından restore edilirken korunmuş. Ben de otelin karakterini elimden geldiğince bozmayarak, işi mekânla bütünleştirmeye çalıştım. İşin esinlendiği konu incir ve başlığı “Siz hiç incir ağacının çiçek açtığını gördünüz mü?” İncir çok sembolik bir meyve; etimolojik kökeni Farsça’da oyuk kelimesinden geliyor ve bu oyuğu deştikçe içinden kadın/erkek rolleri, ataerkil toplum düzeni, cinsellik, örtünme, sansür gibi birçok mesele ortaya çıktı. Sergi bienal kapsamında 1 Kasım’a kadar devam etti. 

14. İstanbul Bienali’ni iki ayda beşyüzbin kişinin izlediği söyleniyor, müthiş bir sayı. Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim sevgili Meriç, uluslararası sanat dünyasındaki serüvenini gururla ve heyecanla izleyeceğiz. 

Buluşma Sergisinden