İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi Etki Araştırması Sonuçları Paylaşıldı
Mahmut Bayazıt, Sevda Alkan, Tuğçe Kayaalp Yeşilyurt, Tuba Burcu Şenel,Meltem Ağduk, Svitlana Pavlysh, Nevgül Bilsel Safkan, Oya Ünlü Kızıl, Ebru Dicle
2014’te aile içi şiddete uğrayan bir kadın bu sorunu “kendi kendine çözmelidir” diyenlerin oranında çok büyük oranda bir düşüş gözlendi ve 2019’da yüzde 2’ye düştü.
Erkek katılımcılar gözünde zaman içinde “erkeğin kendisini kadının sahibi görmesi”nin şiddetin nedenleri arasında önemi önemli ölçüde artarken (%65 - %74), “Kadının yetersiz veya kusurlu bir eş/sevgili olması”nın önemi ise bir miktar düştü.
Kadın katılımcılar gözünde şiddetin nedenleri arasında “erkeğin şiddeti normal görmesi” görüşünde bir artış kaydedilerek yüzde 68’den yüzde 78’e yükseldiği dikkat çekiyor.
“Şiddete maruz kalan kadınlar ‘işyerindeki arkadaşlarından’ veya ‘şirketin İK departmanı çalışanlarından’ destek almalıdır” diyenlerin oranı yüzde 8’den yüzde 12’ye yükseldi.
“Şiddet gören kadın eğer gerçekten isterse ilişkisini bitirebilir” seçeneğini işaretleyenlerin oranında da önemli bir artış var. 2014 yılında katılımcıların yüzde 27’si bu seçeneği işaretlerken, 2019 yılında bu oran yüzde 36’ya yükseldi.
Proje kapsamında politika oluşturan şirketlerde en yaygın kullanılan ve çalışanlar tarafından en iyi karşılanan destekler ise aşağıdaki gibi ortaya çıkıyor:
Ek ücretli izin; iş yeri emniyeti ve güvenliğinin risk altındaki çalışanlarla birlikte planlanması; psikolojik ve hukuki destek hizmetleri; olağanüstü kişisel durumları da göz önünde bulunduracak kişiye özel performans değerlendirmesi; şirkette toplumsal cinsiyete dayalı şiddet üzerine farkındalığı arttıracak eğitimler; toplumsal cinsiyet eşitliğinin değeri üzerine devam eden iç ve dış iletişim; toplumsal cinsiyet eşitliği ve özellikle de yakın partner şiddetinin bir iş yeri meselesi olarak kabul edilmesi ve CEO’nun bu konularla ilgili iletişim süreçlerine dahil olması.
Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu’nun, TÜSİAD’ın iş birliği, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ile Sabancı Vakfı’nın desteğiyle şirketlerin, çalışanlarının yakın ilişkide maruz kaldıkları şiddete karşı harekete geçmelerini sağlamaya yönelik başlattığı “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi” kapsamındaki “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi Etki Araştırması Sonuçları”, 18 Aralık 2019, Çarşamba günü Sabancı Center’da düzenlenen toplantı ile kamuoyu ile paylaşıldı.
Toplantının açış konuşmasını Sabancı Vakfı Genel Müdürü Nevgül Bilsel Safkan yaptı. Nevgül Bilsel Safkan “Sabancı Vakfı olarak, 45 yıldır tüm bireylerin haklardan eşit yararlandığı bir toplum için çalışıyoruz. Kadınların eğitime, istihdama ve toplumsal yaşama katılım gibi her alanda haklarına erişebilmeleri için hem sivil toplum kuruluşlarının projelerini destekliyor hem de işbirliklerine imza atıyoruz. Kadına yönelik şiddet gibi çok boyutlu bir soruna yönelik kalıcı çözümler üretmek için, akademi, sivil toplum, uluslararası organizasyonlar ve iş dünyasının işbirliği ile hareket etmek büyük önem taşıyor. Bu anlamda İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı projesinin bir örnek teşkil ettiğini düşünüyoruz. Proje, hem farklı aktörlerin işbirliğini sağlıyor, hem de iş dünyasının aile içi şiddetle mücadelede aktif rol alan ve somut çözüm önerileri sunan bir paydaş haline gelmesine öncülük ediyor.” dedi.
İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi Etki Araştırma Sonuçları’nı Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Mahmut Bayazıt aktardı.
Meltem Ağduk, Svitlana Pavlysh, Tuba Burcu Şenel, Tuğçe Kayaalp Yeşilyurt
Rapor sonuçlarının sunumunun ardından moderatörlüğünü UNFPA Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Programları Koordinatörü Meltem Ağduk’un yaptığı “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadeleye Uluslararası Yaklaşım” başlıklı panele geçildi. Panelde, Corporate Social Responsibility (CSR) Ukrayna Proje Yöneticisi Svitlana Pavlysh, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Türkiye İstihdam Yöneticisi Tuba Burcu Şenel ve Garanti BBVA İşveren Marka Yönetmeni Tuğçe Kayaalp Yeşilyurt konuşmacı oldular.
Meltem Ağduk konuşmasında “Kadınların iş gücüne etkin katılımının karşısındaki engellerden biri de kadının toplumdaki eşitsiz konumundan ve ekonomik ve politik gücün cinsiyetler arasında eşitsiz paylaşımından kaynaklanan aile içi şiddettir. Kadınlar, toplumsal olarak belirlenmiş rolleri ve bunlarla birlikte ayrımcı ve kadınları desteklemeyen toplumsal cinsiyete duyarsız politikalar nedeniyle çoğunlukla iş dışında kalmakta ya da iş gücünü terk etmektedirler. UNFPA, kadınların iş hayatına girmeleri ve çalışma yaşamında kalmalarını destekleyerek şirketleri güçlendirerek insan hakları ve sürdürülebilirlik için aile içi şiddet ve ayrımcı politikalarla ilgili çalışmalarını yerel ortaklarla sürdürmeye devam edecektir.” dedi.
Toplantının kapanış konuşması TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Gurubu Başkanı Oya Ünlü Kızıl tarafından yapıldı. Oya Ünlü Kızıl “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na ulaşmada özel sektörün lider rolünü unutmamalı, toplumu dönüştürücü gücümüzü daha fazla harekete geçirmeliyiz. TÜSİAD olarak, ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını, demokratik gelişmişlik ve sürdürülebilir kalkınmanın vazgeçilmez bir unsuru olarak görüyoruz. Şiddetle mücadele bunun çok önemli bir parçası. Şiddete maruz kalan kadınların haklarının korunması ve şiddet uygulayanı hiçbir şekilde mazur görmeyen anlayışın yerleşmesi için sadece iş dünyasının değil, toplumun tüm kesimlerinin harekete geçmesi gerekiyor.” dedi.
Araştırma Hakkında:
Proje kapsamında şirketlere yönelik eğitimlerin ve şirket uygulamalarının üçüncü yılını tamamlamasının ardından, 2019 yılında Proje Etki araştırması yapılarak projeye katılan şirketlerin şirket çalışanlarının toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet konusundaki algılarında nasıl bir değişim olduğu, projenin şirket ve çalışanlarında nasıl bir etki yaptığının araştırılması hedeflendi. Bu amaçla araştırma şirketi IPSOS’un desteğiyle projeye 2016-2019 yılları arasında dahil olan 38 şirkette anket uygulaması gerçekleştirildi.
2019 yılında anket yöntemiyle gerçekleştirilen araştırma üç amaca yönelik olarak tasarlandı:
1.Şirket Dışı Aktörlerin Etkisi: 2014 yılına kıyasla 2019 yılında beyaz yakalı çalışanların evde şiddet deneyimlerinde bir değişim olup olmadığını araştırmak.
2. Şirket Politikalarının Etkisi: Şirketlerin BADV Projesine katılarak geliştirdikleri işyeri politikaları ve uygulamalarının
a. Şirketlerin beyaz yakalı çalışanlarının evde şiddet deneyimleri, şiddetle başa çıkma yöntemleri, evde şiddetin çalışma hayatı üzerinde etkileri konusundaki görüşleri ve toplumsal cinsiyet eşitliği algıları üzerinde yarattığı değişimi araştırmak.
b. Şirketlerin beyaz yakalı çalışanlarının şirketle olan ilişkilerinde ve kariyer planlarında yarattığı etkiyi araştırmak.
İlk amaca yönelik olarak 2014 baz anket sonuçları ile 2019 anketine katılan şirketler arasında henüz proje çalışmasına başlamamış şirketlerin anket sonuçları karşılaştırıldı. Bu karşılaştırmada çalışan kadınların aile içi şiddete maruz kalma düzeylerinin 5 yıl içinde değişip değişmediğinin anlaşılması istendi.
İkinci amaca yönelik olarak ise 2014 yılı baz ankete verilen yanıtlarla BADV Projesi’ne katılarak aile içi şiddetle ilişkili iş yeri politikaları geliştirmiş şirket çalışanlarının 2019 anketine verdikleri yanıtlar karşılaştırıldı.
Yine bu kapsamda 2019 yılı anketine eklenen sorular şirketlerin BADV projesine katılarak evde şiddete karşı geliştirdikleri iş yeri politikaları ve uygulamalarının çalışanların şirketleriyle ilişkilerini ve kariyer planlarını nasıl etkilediklerini araştırmak için BADV Projesine katılan ve şirketlerin çalışanlarının verdiği yanıtlar incelendi.
Katılımcı Profili:
2019 anket çalışmasındaki 3226 kişiden oluşan toplam örneklem içinde yaş ortalaması 27. Örneklemdeki kişilerin yüzde 48’i üniversite mezunu, yüzde 68’i evli. Erkek örneklemi yüzde 56’lık oran ile kadın örnekleminden daha fazla.
Rapor Özeti:
Projeye 2019 yılında dahil olan ama anket tamamlandığında henüz bir politika geliştirmemiş 8 şirkette çalışan iki farklı beyaz yakalı örneklemin 2014 yıllarında katıldıkları anketlerde aile içi şiddet konusundaki farkındalık ve aile içi şiddete maruz kalma durumları karşılaştırıldığında;
- Şiddetin en önemli nedeni “ekonomik zorluklar” 2019’da da önemini koruyor. Ekonomik zorlukların etkisi 2014 yılındaki çalışmada yüzde 78 olarak karşımıza çıkarken, 2019 yılında bu oran sadece 3 puan azalarak yüzde 75 seviyesinde bulunuyor.
- Erkek çalışanlar gözünde “erkeğin kendisini kadının sahibi görmesi”nin şiddetin nedenleri arasında önemi konusunda ciddi ölçüde artış görülüyor. 2014 yılında bu oran 65’ken, 2019 yılında yüzde 74’e yükseldi.
- Erkek çalışanlar gözünde “Kadının yetersiz veya kusurlu bir eş/sevgili olması”nın şiddetin nedenlerinden biri olması konusunda oranın miktar düştüğü gözleniyor. 2014’teki ilk araştırmada katılımcıların yüzde 22’si bu konuyu işaret ederken, 2019 yılındaki araştırma sonucunda bu oranın yüzde 17’ye düştüğü görülüyor.
- Kadın çalışanlar gözünde “erkeğin şiddeti normal görmesi”nin şiddetin nedenlerinden biri olduğu görüşünde bir artış kaydedilerek yüzde 68’den yüzde 78’e yükseldiği dikkat çekiyor. Ayrıca, “erkeğin psikolojik sorunlarının olması” konusunda da bir artış görülüyor. 2014 yılında bu konudaki katılım oranı 0’ken 2019 araştırması sonuçları yüzde 3’e yükseldiğini gösteriyor. Genel olarak erkeğin psikolojisi ve toplumun ataerkil yapısı ile ilgili nedenlerin 2019 anketinde 2014’e göre daha çok kişi tarafından seçildiği anlaşılıyor. Bu sonuçlar 2019 anketine katılanların toplumsal cinsiyet anlayışları konusunda daha bilinçli hale geldiklerini ve ataerkil anlayışı aile içi şiddetle daha fazla ilişkilendirdiklerini ortaya koyuyor.
“Şiddet gören kadın eğer gerçekten isterse ilişkisini bitirebilir” seçeneğini işaretleyenlerin oranında da önemli bir artış var. 2014 yılında katılımcıların yüzde 27’si bu seçeneği işaretlerken, 2019 yılında bu oran yüzde 36’ya yükseldi. Kadın katılımcılar arasında 2019’da erkeklere kıyasla şiddete uğrayan kadının ekonomik zorluklar nedeniyle ve kendine güvenmediği için şiddet gördüğü erkekten ayrılamadığını düşünenlerin oranı daha fazla.
- 2014’de aile içi şiddete uğrayan bir kadın bu sorunu “kendi kendine çözmelidir” diyenlerin oranında çok büyük oranda bir düşüş gözleniyor. 2017 yılında tüm katılımcıların yüzde 17’si bu seçeneği işaretlerken, bu oran 2019’da yüzde 2’ye düştü.
Buna karşın 2019 anketine katılanlar arasında “şiddete maruz kalan kadın, polis, savcılık, avukat, doktor, sosyal hizmet uzmanları/kadın kuruluşları, şiddet yardım hatları/çağrı merkezleri gibi kişi ve kurumlardan destek almalıdır” diyenlerin oranlarında 2014 anketine katılanlarla kıyaslandığında da anlamlı bir artış söz konusu.
2014 yılında katılımcıların yüzde 8’i bu şekilde bir yanıt verirken, 2019 yılında bu oran yüzde 16’ya yükseldi. “Sosyal hizmet uzmanları/kadın kuruluşları, polis ve doktordan destek alınmalıdır” diyenlerdeki artışın özellikle kadın katılımcıların algılarındaki değişimle açıklanabileceği anlaşılıyor.
- 2019’da başvurulması en çok önerilen mercilerin sosyal hizmet uzmanları/kadın kuruluşları ve şiddet yardım hatları olduğu görülüyor. Bunların yanı sıra şiddete maruz kalan kadınlar “işyerindeki arkadaşlarından” veya “şirketin İK departmanı çalışanlarından” destek almalıdır” diyenlerin oranında da artış görülüyor. 2014’te katılımcıların yüzde 8’i bu görüşü desteklerken, 2019’da bu oranlar yüzde 12’ye çıktı. Bu artışların özellikle kadın katılımcıların algılarında daha anlamlı olarak yaşandığı görülüyor.
2014 yılında yapılan ankete katılan 19 şirketteki çalışanlarla, 2019 yılında yapılan ankete katılan şirketler arasında projeye dahil olan 23’ünün çalışanları arasındaki aile içi şiddet konusundaki algı farkları incelendiğinde;
- Projeye katılan şirketlerde çalışan beyaz yakalı kadın çalışanların algıları aynı zamanda yaşadıkları şiddet deneyimleri konusunda da farklılaştı.
- 2014 anketine katılan kadınların yüzde 24’ü fiziksel/cinsel şiddeti deneyimlediklerini belirtmişti, 2019 yılında bu oran yüzde 28 olarak karşımıza çıkıyor. 2014 yılında psikolojik şiddeti deneyimlediklerini söyleyen kadınların oranı yüzde 64 iken, 2019 yılında bu oran yüzde 71’e yükseldi. Bu farklılıkların bu kadınların yaşadıkları şiddetin daha fazla olmasından değil, onların proje sonrası yaşadıkları deneyimleri daha bilinçli bir şekilde şiddet olarak sınıflandırmaya başlamalarından kaynaklı olduğu düşünülüyor.
- Aile içi şiddetin en önemli nedenlerinin önem sırasında bakıldığında 2014’de ekonomik zorlukların oranı yüzde 79’ken 2019 yılında sadece 3 puan azalışla yüzde 74 seviyesindedir. Erkeğin kendisini kadının sahibi olarak görmesinin oranı yüzde 70 iken 2019’da bu oran yüzde 76’ya yükseldi.
- Kadın katılımcıların algılarında “çocuklar ile ilgili sorunlar”ın şiddetin nedenleri arasındaki öneminin arttığı ortaya çıkıyor. 2014 yılında bu konuya katılım oranı yüzde 26 iken, 2019 yılında yüzde 34’e yükseldiği gözleniyor.
- Erkek katılımcıların algılarında “kadının ev içi sorumluluklarında yetersiz veya kusurlu olması”nın şiddetin nedenleri arasındaki önemi azalıyor. 2014 yılında bu görüşe katılan erkek katılımcıların oranı yüzde 19’ken, 2019 yılında bu oranın yüzde 14’e düştüğü görülüyor. Ancak bu oran kadın katılımcılar arasında sabit kalarak yüzde 10’luk payını sürdürüyor.
- “Birlikte olduğu kişi tarafından şiddete uğrayan kadınların bu durumu iş yerinde yöneticisi ile paylaşmalarının onlar için olumsuz etkileri olabilir” maddesine katılanların oranında bir önceki soruya verilen cevapla doğru orantılı bir şekilde düşüş yaşandı. 2014’te yüzde 32 olan oran 2019’da yüzde 23’e geriledi. Aynı şekilde kadın katılımcılar arasında “Birlikte olduğum kişi tarafından şiddete uğrarsam bu durumu işyerinde yöneticilerle paylaşmaktan utanır/çekinirim” maddesine katılanların oranında anlamlı bir düşüş yaşandı. Bu görüşe katılım oranı yüzde 46’tan yüzde 35’e geriledi.
- 2019 anketinde değişen bir başka cevap ise “Bir ya da daha fazla iş arkadaşınızın, çalışanların veya yöneticilerin aile içi şiddete uğradığına şahit oldunuz veya duydunuz mu?” sorusuna verilen yanıtta gözlendi. Bu ankete katılan kadınların yüze 28’i bu soruya evet cevabı verirken, bu oran 2014 anketine katılan kadınlar arasında %21 idi. Erkekler arasında da bu oranda daha az da olsa anlamlı bir değişim gözleniyor. Erkekler arasında bu soruya evet diyenlerin oranı 2014 yılında yüzde 15’ti, 2019 yılında yüzde 19’a yükseldi. Bu sonuçlar projeye katılan şirketlerde çalışan kadınların bu konuda algılarının çok daha açık olduğunu gösteriyor.
2019 yılı araştırmasına katılan şirketler iki gruba ayrılarak incelendi. Birinci grupta, BADV projesi kapsamında toplumsal cinsiyet eşitliği (TCE) politikası, uygulamaları veya iletişim faaliyeti yapmış 23 şirket ile henüz TCE politikası, uygulaması veya iletişim faaliyeti geliştirmemiş 9 şirketin sonuçları karşılaştırıldığında:
- Anket katılımcılarının yüzde 65’inin şirket politikalarından haberdar olduğu ortaya çıktı.
- Politika geliştirmiş şirketlerdeki kadın çalışanların henüz politika geliştirilmemiş şirketlerdeki çalışanlara kıyasla, “toplumsal cinsiyet eşitliği ve şiddete yönelik eğitimler” (%66 - %40) “psikolojik destek” (%40 - %31) ve “hukuksal destek” (%27 - %12) konularında politika ve uygulamaların varlığından bahsedenlerin oranı daha fazla.
- Katılımcıların “Şirketinizde kadına yönelik ayrımcılığı ve şiddeti önlemek için geliştirilen politika veya uygulamalara bağlı olarak, kendinizde, yakın çevrenizde veya iş çevrenizde bir değişiklik oldu mu?” sorusuna cevap olarak “Ayrımcı kelimeleri daha az kullanıyorum,” “Evde çocuk yetiştirme sorumluluklarını daha eşitlikçi paylaşıyoruz,” “Ev işleriyle ilgili sorumlulukları daha eşitlikçi paylaşıyoruz” ve “Kadınların iş hayatında sorumluluk alması/yükselmesi daha fazla destekleniyor” opsiyonlarına “Evet” diyenlerin müdahale grubu katılımcıları arasındaki oranı kontrol grubundakilere kıyasla %17 ile %20 arası daha fazla olduğu görülüyor.
- Projeye katılarak müdahale oluşturan şirketlerde çalışanların kontrol grubu şirketlerindeki çalışanlara kıyasla bu müdahalelerden haberdar oldukları, onları etkili buldukları ve örnek uygulamalar olarak gördükleri; şirketlerinde kadın ve erkeklere daha eşit davranıldığını ve daha az sistematik ayrımcılık uygulandığını algıladıkları; şirketlerine duygusal olarak daha bağlı oldukları ve kendi davranış ve ilişkilerinde müdahalelere bağlı olarak bir takım anlamlı farklılıklar hissettikleri anlaşılıyor.