“ERG, Türkiye sivil toplumu için çok ilginç ve özgün bir modeldir.”

Üstün Ergüder: “Çoğu zaman insanlar değişimi anlayıp yöneteceklerine reaksiyon veriyorlar. Değişimi anlamak ve yönetmek gerekir. Diyalog kurmadan değişimi anlayamaz, yönetemezsiniz. Çoğulcu bir demokratik sistemde diyaloğa girmeden, konuşmadan iş yapmak mümkün değil. 


Aslında benim Türkiye’deki bütün hayatım değişimi gözlemekle geçti. Bir koyduğunuz şeyi, ertesi gün yerinde bulamadığınız bir ülkede yaşıyoruz. 

ERG gibi öncü ve vizyoner bulduğum bir projenin yaratılmasında rektör olarak Tosun Terzioğlu’nun hakkını teslim etmek, tabii bu arada ERG’nin hayata geçirilmesinde önemli roller üstlenen başka arkadaşları da unutmamak gerek. Hakan Altınay ve Ayla Göksel. ERG’nin kurulmasında Güler Sabancı ve Hüsnü Özyeğin’in verdikleri destek ve sağladıkları imkânları da şükran duygularıyla dile getirmek istiyorum. 

Genelde insanlar Türkiye’de dağa, taşa, toprağa, binaya çok daha kolay para verirler. ERG ise bir bina, okul yapma projesi değil, kamu politikası süreçlerini etkilemeye çalışma projesidir. Eğitim Reformu Girişimi’nde veriye dayalı analiz yapıyor, bunu devletin, hükümetin, toplumun dikkatine sunuyor, eğitimin önemine yönelik bilinç yaratıyoruz. ERG’yi, eğitimin Türkiye’nin bir numaralı sorunu olduğunu düşünerek hayata geçirdik.”

Çarşamba Sohbetleri’nin konuğu Üstün Ergüder ile sohbetimiz devam ediyor. Söyleşimizin bu bölümünde “Türkiye’nin bir numaralı sorunu” olarak tanımladığı eğitim ile ilgili ciddi ve toplumun tüm kesimleri tarafından başvurulacak kadar güven duyulan raporlar yayınlayan, çalışmalar yapan Eğitim Reformu Girişimi’nin ortaya çıkış öyküsünü kendisinden öğreneceğiz. Onbir yıl önce faaliyete geçen ERG, bu süre içinde Türkiye’nin dört bir yanından 12 bine yakın eğitimciyi bir araya getirdiği ve Üstün Beyin pozitif, yapıcı yaklaşımının bir eseri olan “Eğitimde İyi Örnekler Konferansları”nı gerçekleştirdi. Eğitim İzleme Raporları başta olmak üzere kız çocuklarının okullaşması, eğitime erişimi, meslek eğitimi, din ve eğitim gibi eğitime ilişkin son derece önemli alanlarda güvenilir, objektif, bilimsel verilere dayanan raporlar yayınladı. Objektif yaklaşımı ile her kesimin saygınlığını kazanan ERG’de bu çalışmalar Üstün Ergüder’in liderliğinde bir avuç iyi eğitimli gençler tarafından gerçekleştirildi. 

Üstün Beyin yükseköğretim de dahil eğitim ve sivil topluma adanmış renkli yaşamının öyküsü kitaplaştırılmış olarak önümüzdeki günlerde okurlarla buluşacak. Şu sıralarda yayıma hazırlanmakta olan ve Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında – Boğaziçi Üniversitesi’nde Başlayan Bir Yolculuk adıyla yayımlanacak olan otobiyografi, Türkiye’nin son elli yıllık yükseköğretim serüvenini, Türk ve dünya siyasetinde yaşanan gelişmeler ışığında Üstün Bey’in gözlerinden görmek isteyen okurların beğenisine sunulacak. Üstün Ergüder ile söyleşimizde söz konusu bu kitaptan bazı bölümlere de yer verdik. 

İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) çerçevesinde yaptığınız en önemli proje Eğitim Reformu Girişimi (ERG) oldu. ERG’nin oluşum hikayesini anlatır mısınız?

Sabancı Üniversitesinde işe başladığımda Tosun’un da (Terzioğlu) kafasında benzer fikirler olduğunu kısa zamanda anladım. Aramızdaki konuşmalar sonrasında eğitim konusuna İPM çatısı altında eğilmeye karar verdik. Aynı günlerde Boğaziçi Üniversitesi’nden öğrencim olan Hakan Altınay ve Anne Çocuk Vakfı koordinatörü Ayla Göksel de benzer düşünceler içindeydiler. Hakan o günlerde Soros Vakfı’nın İstanbul’daki Açık Toplum Enstitüsü’nün yöneticisiydi.  2002 yılının içinde sık sık bir araya geldik ve proje teklifinin hazırlanmasına karar verdik. Bu çabayı tetikleyen de ilginç bir tesadüf oldu. George Soros Açık Toplum Enstitüsü’nün toplantılarına katılmak üzere İstanbul’a gelmişti. Enstitü’nün danışma kurulunda olduğum için Soros ile tanışma fırsatı bulmuştum. Bu toplantıdan hemen sonra bir sabah İtalya’ya gitmek üzere Atatürk Havalimanı’nın VIP salonundayım. George Soros da VIP salonuna geldi. Burada uzun uzun eğitim üzerine konuşma fırsatını bulduk. Kendisine Tosun, Ayla ve Hakan ile konuştuklarımıza dayanan bir projenin kafamda olduğunu anlattım. “Hemen yaz, hazırla ve bize başvur” dedi ve uçağına gitti. Proje ortak çalışmalarımızla hazırlandı, Açık Toplum Enstitüsü’ne sunuldu ve kabul edildi. Eğitim Reformu Girişimi 2003 yılının Şubat ayında Anne Çocuk Eğitim Vakfı, Açık Toplum Enstitüsü ve Sabancı Üniversitesi’nin ortak destekleriyle faaliyetlerine başladı.

ERG’nin ilginç bir yapısı var, bundan söz eder misiniz?

Sabancı Üniversitesi şemsiyesi altında özerk bir yapı olarak düşünülmüş olan İPM’nin şemsiyesi altında ERG nin de özerk bir yapıya sahip olmasını planladık. Kamuoyuna dönük faaliyetlerde doğrudan ERG markası altında faaliyet gösteriyorduk. Zaten ERG kendi kaynaklarını yaratıyor ve bu da “özerklik” için iyi bir gerekçe oluyordu. 2011’den beri ERG, İPM şemsiyesi altında değil. 2013 itibariyle kendine has ve vakıf senedine benzeyen, Sabancı Üniversitesi ve destekçi 19 kuruluşla ilişkilerini düzenleyen bir yönergesi de var.

Özerk bir statünün ERG için çok özel bir anlamı var. ERG Türkiye’de bir eğitim seferberliğine ön ayak olmalıydı. Bunu da iki şekilde yapacaktı. Ürettiği projelerde, siyasa önerilerinde, savunu projelerinde veri tabanlı ve yansız analizleri ön plana çıkarmalı, ne söylüyorsa ne öneriyorsa ciddi araştırmalara, ortak akıl üretme çabalarına dayanmalı ve önerilerini yapıcı bir üslup ve söylemle kamuoyuna sunmalı, herkesle ama herkesle veri ve bilgi bazlı diyaloga girebilmeli, bu çabalarıyla da kamuoyunda bir güven ortamı yaratmalıydı. İkinci olarak ERG’nin destek yapısının kabil olduğunca geniş olmasında fayda vardı. Türk insanının, Türk elitlerinin eğitimin önemine inanması, sahiplenmesi ve bu hedefler arkasında seferber olması gerekiyordu. Bu nedenledir ki 2003 ve 2011 yılları arasında verilen uğraşlar sayesinde ERG destekçi sayısı 3 kuruluştan 19’a çıktı. Bunların arasında Bahçeşehir, Kadir Has, Kültür ve Bilgi Üniversiteleri de var. Projeyi sadece Sabancı Üniversitesi’nin olmaktan çıkarıp Türkiye’nin projesi haline getirdik. Sabancı Üniversitesi ERG’nin özerkliğine hürmet ederek destek hizmetlerini çok iyi bir şekilde sağladı. Karaköy’deki Sabancı Üniversitesi’ne ait Minerva Han’ın  5. Katı ERG’ye tahsis edildi. Bilgiişlem destek hizmetleri eksiksiz sağlandı. ERG’ye diğer kuruluşlar tarafından bağışlanan fonlar çok etkin ve güvenilir bir şekilde yönetildi. ERG, resmi olarak özerk olmadan fiilen özerk bir kuruluş gibi çalışma lüksüne sahip oldu.  Sabancı Üniversitesi yöneticilerinin vizyonerliği ve destekleri ERG’nin bu yaklaşımı gerçekleştirmesinde çok önemli rol oynamıştır.  Bunu Türkiye’de başka bir çatı altında gerçekleştirebilir miydik?  Sanmıyorum. Bu nedenledir ki “vakıflaşmak” seçeneği ciddi olarak masaya yatırılmamıştır.

ERG’yi ilk kurduğumuz yıllarda Türkiye ilginç günlerden geçiyordu. 2002’de AKP seçimleri kazanarak iktidar olmuş, Türkiye’nin AB’ye katılma süreci ivme kazanmıştı. Alışageldiğimiz her şeyin değişmekte olduğu bir döneme giriyordu Türkiye. İktidarın “saklı niyetleri” hakkında ciddi şüpheler giderilememiş, AKP takiye yapmakla suçlanıyor, “ulusalcılar” ise hem AKP’den hem de AB sürecinden tedirgin oluyorlar, Cumhuriyet’in tehdit altında olduğunu düşünüyorlardı. Türkiye tam bir paranoya ortamına girmişti. Milli Eğitim Bakanlığı ile diyaloga girsek iktidar yanlısı olmakla suçlanıyor, bakanla bile konuşmamız eleştiri konusu oluyordu. Çoğu zaman insanlar değişimi anlayıp yöneteceklerine reaksiyon veriyorlar. Değişimi anlamak ve yönetmek gerekir. 

Diyalog kurmadan değişimi anlayamaz, yönetemezsiniz. Çoğulcu bir demokratik sistemde diyaloğa girmeden, konuşmadan iş yapmak mümkün değil. Aslında benim Türkiye’deki bütün hayatım değişimi gözlemekle geçti. Bir koyduğunuz şeyi, ertesi gün yerinde bulamadığınız bir ülkede yaşıyoruz. 

ERG başka cenahlardan da tepkiler alıyordu. Açık Toplum Enstitüsü desteği aldığımız için ülkeyi Soros’a satmakla suçlanıyorduk. İnternet sitelerinde “Soros çocukları” diye hakaret dolu yakıştırmalar çıkıyordu. Hattâ bizim projelerimizden birinde çalışması söz konusu olan ve önde gelen üniversitelerimizden birinin öğretim üyesi bir arkadaşımız “İyi iş yapıyorsunuz, ama Soros’tan para alıyorsunuz, Soros ve dış güçlere hizmet ettiğiniz söyleniyor” diyerek projede görev almayı kabul etmemişti. “Söyleniyor”un altını çiziyorum. İyi bir üniversitemizin mezunu ve Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden birinde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Araştırmadan, kanıt bulmadan nereden neşet ettiği bilinmeyen bir rivayete göre hareket edebiliyor. Acaba eğitim sistemimiz hakkında bir gösterge mi? Tabii bu örnekten genelleme yapmak güç, ama insanı düşünmeye sevk ediyor. Çok garibime gitmişti bu olay.  

Özetle, Açık Toplum Enstitüsü’nden aldığımız destek o günlerde biraz başımızı ağrıtmıştı, ama biz önemsemedik. Ne yaptığımızı gayet iyi biliyorduk. Kendimizden emindik. Koç’tan para aldığımız, Sabancı Üniversitesi ile ilişkili bulunduğumuz için “Bunlar sermayenin adamları,” diyen öğretim üyeleri bile vardı. 

Ne Açık Toplum Enstitüsü, ne de “sermaye”, yaptığımız işe hiçbir şekilde karışmadı. Tek şikâyetim Açık Toplum Enstitüsü çok ayrıntılı bir şekilde rapor istiyor, parayı ne kadar dikkatle kullandığımızla yakından ilgileniyordu. Bürokrasileri biraz fazlaydı. Ama bu sayede biz de destekçilerimize düzenli rapor vermeyi öğrendik. 

İlk finansörlerimiz arasında olan Açık Toplum Enstitüsü’nün desteği 2007 yılında son buldu. O tarihten beri ERG’nin bütün destekçileri yerli kuruluşlardır. Burada çalışan 12 arkadaşımızın maaşları yarattığımız fonlardan ödenir. Her sene aşağı yukarı 1 milyon Türk Lirası civarında bir para bulmak için uğraş vermemiz gerekiyor. Bu modelin avantajı yirmi civarında kuruluşun destekliyor olması. ERG’nin ilginç bir yönü de 2001-2002 yılında İPM için düşünülen özerk finansal model çok ortaklı bir yapıyla Eğitim Reformu Girişimi ortamında gerçekleştirildi. Kanımca ERG, Türkiye sivil toplumu için çok ilginç ve özgün bir modeldir.

ERG’nin Karmaşık ve Özerk Yapısı Nasıl Gerçekleşti?

İPM ve ERG’nin kurulmasında Tosun’un (Terzioğlu) rektör olarak verdiği desteğin anlamı çok büyüktür. Yeniliği hayata geçirmek dünyanın hiçbir yerinde kolay iş değildir. Elbette Sabancı Üniversitesi kuruluş aşamasında olmasından dolayı eski üniversitelerin klasik statükocu sendromuna daha girmemişti. ERG gibi öncü ve vizyoner bulduğum bir projenin yaratılmasında rektör olarak Tosun Terzioğlu’nun hakkını teslim etmek, tabii bu arada ERG’nin hayata geçirilmesinde önemli roller üstlenen başka arkadaşları da unutmamak gerek. Hakan Altınay ve Ayla Göksel. ERG’nin kurulmasında Güler Sabancı ve Hüsnü Özyeğin’in verdikleri destek ve sağladıkları imkânları da şükran duygularıyla dile getirmek istiyorum. 

Genelde insanlar Türkiye’de dağa, taşa, toprağa, binaya çok daha kolay para verirler. ERG ise bir bina, okul yapma projesi değil, kamu politikası süreçlerini etkilemeye çalışma projesidir. Yapılacak bir binaya, yani Amerikalıların dediği gibi brick and mortar  (tuğla ve çimento) yatırımlarına para bulmak kolay. Aldığın bağışla binayı yapıp bağışçının ismini veriyorsun. Bağışçı bundan şeref duyuyor ve isminin hayırsever olarak tarihe mal olacağını düşünüyor. Ama biz Eğitim Reformu Girişimi’nde veriye dayalı analiz yapıyor, bunu devletin, hükümetin, toplumun dikkatine sunuyor, eğitimin önemine yönelik bilinç yaratıyoruz. ERG için fon ararken bu konuya dikkat çekerek sosyal adalet ve politika süreçlerinin desteklenmesini ön plana çıkaran bir yenilikçi bir filantropi kültürünün gelişmesine de katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Ama şunu söyleyebilirim ki Superdorm gibi bir binaya 1 milyon dolar bulmak, Eğitim Reformu Girişimi gibi bir fikre, bir sürece her sene 50 bin dolar bağış bulmaktan daha kolaydır. Ortada elle tutulur bir şey olmadığı için insanların yapılan işe gönülden inanmaları gerekir. 

ERG tüzel kişiliği olan resmi bir sivil toplum örgütü değil, yani ne vakıf ne de dernek. Sabancı Üniversitesi ev sahipliğinde 20 kuruluşun her yıl azar azar yaptığı bağışlarla finanse edilen bir “girişim.” Ancak, fiiliyatta tamamen bağımsız bir sivil toplum örgütü gibi yönetiliyor. Bir büyük destekçi yerine 19 sivil toplum örgütünün birer ucundan tuttuğu, yani çok ortaklı malî yapı, bize önemli bir esneklik ve bağımsızlık veriyor. Bu karmaşık yapıyı Sabancı Üniversitesi yöneticilerinin Türkiye’de ender rastlanan anlayışlı tutumları sayesinde 10 yıldır bağımsız bir sivil toplum örgütü gibi sürdürebildik. 

ERG’nin ilginç ve biraz da karmaşık tarafı şu: Vakıf olmadığı için ERG’ye yapılan bağışlar Sabancı Üniversitesi hesabına yatırılıyor. Sabancı Üniversitesi’nin ERG’ye verdiği önemli hizmetlerden biri de budur. Gelen fonların hesabını bizim için tutuyor, yönetiyorlar. Ancak bu özellikle fon yaratma açısından zorluk doğurabilecek bir durum. Gidip bağışçılara “ERG’ye bağış yapın. ERG Türk sivil toplumunun eğitim projesi. Hep birlikte destekleyelim” diyoruz. Eğer ikna etmişsek bağış yapmayı kabul edenlerin sorduğu ilk sual “Parayı nereye yatıracağım?” oluyor. Cevap, Sabancı Üniversitesi. İlk başta “Sabancı’ya mı bağış yapıyoruz?” diyorlar. Bu durumda ERG – Sabancı ilişkisinin iyi izah edilmesi gerekiyor. “Buraya yapılan bağış ERG’ye yapılıyor, Sabancı yalnız bizim için bunun hesabını tutuyor. 

Bağışçılarımıza bu durumu izah etmekte başarılı olduk. Mart 2013 itibariyle ERG’yi destekleyen kuruluş sayısı 19 oldu. En güzel örneği Koç Vakfı’dır. Sabancı ve Koç gruplarının rakip olduklarını hepimiz biliyoruz. Ama Koç Vakfı her sene ERG’ye bağış yapar. Rahmi Koç üç yıl evvel ERG için fund raising yapmıştır “hadi arkadaşlar bu projeye para veriyoruz” diyerek.  2014 yılının Mayıs ayında gene Rahmi Bey ve Semahat Arsel hanımefendinin himayelerinde bir öğle yemeği daha yaptık.  Benzer fon yaratma toplantılarını Güler Sabancı, Hüsnü Özyeğin, ve Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti başkanı Enver Yücel beyefendinin himayelerinde de yaptık. Türkiye’de bunun benzeri bir proje yok sanırım. Demek ki güven ortamı yaratmakta başarılı olmuşuz. ERG aslında, ilerde öyküsü yazılacaksa, ilginç bir modeldir Türkiye için. 

Çeşitli söyleşilerinizde ERG’yi “Eleştirel Dost” olarak tanımlıyorsunuz, ne anlatmak istediğinizi söyler misiniz?

ERG Türkiye’de, hele bugünün ortamında, az bulunan bir şeyi gerçekleştiriyor. Diyalog kuruyor ve bunu veriler üzerinden önyargısız bir dille yapıyor. Şahsen bu yaklaşımları Boğaziçi Üniversitesi ve Robert Kolej’de içselleştirdim. Sabancı Üniversitesinde de uygulama fırsatını buldum. Türkiye’de olmayan şey diyalog.  Sanki herkes kendi kutusu içine çekiliyor ve ancak kendi kutusundakilerle konuşuyor. Elimden geldiğince de diyalog, bilgiye, veriye ve mantığa göre hareket etme kültürünü ERG’de yerleştirmeye çalıştım.

Bugünkü siyasi ortama ERG yaklaşımı için avantaj olarak bakıyorum. Herkesin karşıdakini dinlemeden bağrıştığı bir ortamda Türkiye’nin özlediği bir şeyi veriyorsunuz. McKinsey kuruluşu ERG için bir araştırma yaptı. 2013 yılının Mart ayında ön raporlarını sundular. Raporun hazırlanması sürecinde ERG ile şu veya bu şekilde ilişkisi olan, iş yapan kimselerin görüşleri alındı. Millî Eğitim eski Bakanı Ömer Dinçer’in sözleri başarılı olduğumuzun kanıtıdır: “Bizi eleştiriyorlar. Ama samimi ve araştırmalarına dayanarak yapıyorlar. Önyargıları yok. Güvenim var onlara. Ne söylüyorlarsa arkasından bir veri çıkarıyorlar.” diyor. Bu bir iltifat. Bu algıyı yerleştirmek zaman alıyor. ERG’nin çok önemli bir iş yapma metodolojisi var. Ben ona friendly critic diyorum, yani dostça eleştiren. Biz herkesle diyalog kurmaya çalışıyoruz. Ve herkesle de veri ve bilgi bazında konuşuyoruz. Hiçbir zaman da ideolojik tartışmalara girmiyoruz. Her fikre, görüşe hürmet ediyoruz, radarlarımızı açık tutuyoruz.  Hiçbir olaya ön yargı ile girmiyoruz. Evrensel değerleri ilke olarak alıyoruz. Çok kullanılan bir terimle “evrensel düşünüp yerel iş yapıyoruz” (think global, act local).  Öyle yapınca Türkiye’de çok yol alınıyor. ERG, şu anda birçok kişinin teslim ettiği gibi Türkiye’de marka olmuşsa bu sayede olmuştur. 

Bağımsız duruşu, ürettiği çalışmalar ile geçtiğimiz 10 yıl içinde eğitim camiasında önemli bir saygınlık kazandı ERG. Ve gücünü bu saygınlığından alıyor. “4+4+4” adıyla bilinen millî eğitim tasarısı yasalaştırılmak istendiği günlerde hiçbir şekilde sözümüzü sakınmadık, ama bunu da dostça bir diyalog esprisi içinde yapmaya çalıştık. Kimseden bize ters bir çıkış gelmedi. Hattâ yasa çıktıktan sonra uygulama aşamasında olabilecek sorunları çözmek üzere yapılan toplantılara Millî Eğitim Bakanlığı tarafından davet edildik. 

Türkiye’de diyalog ortamının önündeki en büyük engel, dolayısıyla ERG’nin yaptığı işi de güçleştiren, her bireyin, kurumun arkasında bir aidiyetin aranmasıdır. Eğer bağımsız bir birey olmaya, olaylara akıl ve bilgi perspektifinden bakmaya öykünüyorsan verilecek savaş yokuş yukarıdır. Hele kamu yönetiminde görev almak istiyorsan, mutlaka bir taraf seçmek, bir gruba yanaşmak durumunda bırakılırsın. Bu açıdan bakıldığında Boğaziçi Üniversitesi çok önemli bir kurumdur. Farklı görüşlerin, diyalog içinde var olabildiği bir vahadır. ERG’de yerleşen kültürde Boğaziçi Üniversitesi’nin bu geleneğinin izlerini görmek beni mutlu ediyor. Burada Sabancı Üniversitesi yöneticilerinin etkisini de unutmamak gerekir. Yalnız şunu da belirteyim.  Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı Boğaziçi Üniversitesi mezunudur.  Tosun Terzioğlu ise iyi bir Robert Kolejlidir.

Bu kamplaşma eğilimi siyasi çıkar hesaplarında belirleyici olmanın ötesinde gündelik yaşamımızı da tamamen esir almaktadır. Kamuoyunu bilgilendirmek için yapılması gereken basit tartışmalar bile kamplara bölünmüş algılarımızın kurbanı olmaktadır. Yakın zamanda bunun en açık örneğini “4+4+4” tasarısının yasalaşması sürecinde yaşadık. Kamuoyunda açık bir şekilde, sakin kafayla tartışılması gereken çok ciddi meseleler “kamplar savaşı”nın patırtısı arasında konuşulamadan kaldı. Tasarı üzerine tartışıp eksiklerin giderilmesi yönünde adım atmak gerekirken ateşli siyasi tartışmalara girip boğuluyorduk. Herkes kendi camiasına konuşuyor, kimse karşı tarafı dinleme çabasında bulunmuyordu

Eğitimde kalite ve eşitlik sorunu yalnız para harcamakla çözülecek bir sorun değil. Kalite ve eşitliği artırmak üzere akılcı, verilere dayalı politikalar geliştirmek şart. ERG’de yaptığımız çalışmalarda sürekli olarak eğitimde kalite sorununu ve akılcı çözüm yollarını gündeme koymaya çalıştık. Ne yazık ki eğitim Türkiye’de aşırı siyasallaşmış durumda. Hizmet (Gülen) hareketinin odak noktası eğitim, 28 Şubat döneminde alınan en önemli tedbir belki de 8 yıllık kesintisiz eğitim, 2012 yılının Şubat ayında biraz da 28 Şubat ile hesaplaşma kokan 4+4+4 düzenlemesinin de hedefi eğitim sistemi. Cumhuriyetimizin kuruluşunda da eğitim sistemi aracılığı ile yeni bir millet bilinci yaratılması ön planda olmuş. Türkiye’nin artık eğitim sistemini akılcı politikalarla yeniden tasarlaması çok önemli: Bunun için de eğitim sistemi üzerinde çok geniş bir oydaşma (consensus)  yaratıp siyasi kutuplaşmadan arındırmak gerekiyor. Başka türlü ülkenin günümüz dünyasına yelken açıp ilk on ülke arasına girmesi mümkün değildir. ERG bu konuyu Türkiye’nin gündemine koymaya çalışmaktadır.

Toplumun büyük bir kesimi iyi eğitimden yararlanamıyor diyor ERG. Doğru mu?

Evet, PISA ve TIMMS gibi araştırmalar eğitimde kalitenin iyi dağılmadığına işaret ediyor.  Bu nedenledir ki biz ERG’yi “herkese kaliteli eğitim” hedefi ile kurduk. ERG’nin kuruluş yıllarında Tosun Terzioğlu ile birlikte aklımızdan bunlar geçiyordu. Eğitimin Türkiye’nin bir numaralı sorunu olduğunu düşünerek hayata geçirdik ERG’yi.

Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim Üstün Bey.