Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Elektronik Mühendisliği son sınıf öğrencisi Arda Özdemir, Massachusetts Institute of Technology (MIT) doktora programına kabul edildi. Özdemir, MIT yolculuğunu GazeteSU’ya anlattı.

MIT başvuru ve kabul sürecinizden bahseder misiniz? MIT ve yurt dışı eğitim tercihinizdeki etkenler nelerdi? Sizinle aynı yoldan gitmek isteyen Sabancılılara önerileriniz olur mu?
Çoğu üniversitede olduğu gibi, MIT’de PhD başvuruları değerlendirilirken ilk aşamada transkript ve dil puanına bakılıyor. Komitenin beklentileri okullara göre değişse de genellikle yüksek bir GPA ve iyi bir dil puanı bekleniyor. Bu temel koşullar sağlandıktan sonra, asıl belirleyici olan özgeçmiş, motivasyon mektubu ve referanslarınızdır. Özellikle motivasyon mektubu başvurunun en kritik kısmı, sizi bu noktaya getiren süreci anlattığınız bölüm. Benim için en önemli nokta; akademik yolculuğumun bilinçli seçimler sonucu şekillendiğini ve her adımın akademik hedeflerimle bağlantılı olduğunu göstermekti. SOP sadece akademik geçmişinizin bir özeti değil, aldığınız tüm kararların nasıl bir bütün oluşturduğunu gösteren bir hikaye. Bu yüzden, bahsettiğiniz her ayrıntı, bir araya geldiğinde bugünkü araştırma odağınıza nasıl vardığınızı anlatmalı. Ben bu dönem Sabancı Üniversitesi Elektronik Mühendisliği programından mezun oluyorum. Özellikle ikinci sınıftan itibaren aldığım devre dersleri beni mikroelektronik devreler ve sistemler alanına yönlendirdi. Üçüncü sınıfın yazında Almanya’da IHP Microelectronics’teki staj projem ile RF entegre devreler üzerine ilk araştırma deneyimimi kazandım. Şu anda ise bir yandan orada tasarladığım çipin üretimi devam ederken bir yandan da bitirme projem kapsamında Sabancı Üniversitesi Mikroelektronik Araştırma Grubu’nda (SUMER) Prof. Dr. Yaşar Gürbüz’le birlikte otomotiv radar sistemleri üzerine çalışıyorum. Bütün bu araştırma deneyimlerim beni RF entegre devre tasarımında uzmanlaşmaya yönlendirdi aslında.
Bu alandaki literatür belirli isimler ve araştırma grupları etrafında şekilleniyor aslında. Bu nedenle, başvurularımı özellikle MIT gibi güçlü mikroelektronik araştırma gruplarına sahip üniversitelere yönlendirdim. Başvuru döneminde, MIT’de başvurduğum grupların son yıllarda yayımladığı çalışmaları detaylıca inceledim ve kendi araştırma odağımın onlarınkiyle nasıl örtüştüğünü net bir şekilde ifade ettim. Benim başvurumda ayrı bir mülakat süreci olmadı. Çoğu üniversitede başvurunuz bir hocanın ilgisini çekerse bire bir görüşme yaparsınız, ancak MIT’de bu süreci genellikle komite yönetiyor. İki durumda da yaptığınız akademik çalışmalardaki katkınızı net bir şekilde ifade edebilmeniz çok önemli. Sonuçta herkesin farklı bir hikayesi var; önemli olan, kendi hikâyenizi en iyi şekilde anlatabilmek ve bunun sizi neden o programa yönlendirdiğini gösterebilmek.
Sabancı Üniversitesi'ndeki eğitim hayatınızda nasıl tecrübeler edindiniz? Bu edinimlerinizin şimdiki ve ileriki yaşamınız açısından size neler kattığını düşünüyorsunuz?
Sabancı Üniversitesi’ndeki eğitimim, teknik bilgiyi öğretmekle kalmayıp, bu bilgiyi hem akademik araştırma hem de sektör projesi bağlamında nasıl uygulayacağımı ve farklı alanlarla nasıl ilişkilendirebileceğimi de gösterdi. Özellikle mikroelektronik devreler ve sistemler alanındaki dersler, ilgimi bu alana yönlendirmemde büyük rol oynadı. İkinci sınıfta aldığım devre teorisi ve laboratuvar dersleri, beni güncel devre tasarım problemleriyle tanıştırırken, aynı zamanda prototipleme ve ölçüm süreçlerinde pratik deneyim kazanmamı sağladı. Bu derslerde üç dönemdir asistanlık yapıyorum. Öğrencilere yardımcı olmak, laboratuvar uygulamaları için materyaller hazırlamak ve bir konuyu anlatırken onu daha derinlemesine kavradığımı fark etmek, bu süreci benim için çok değerli hale getirdi. Üçüncü sınıfta aldığım analog ve dijital entegre devre tasarımı dersleriyle birlikte, bu alana olan ilgim daha da netleşti. Bunun yanında yarı iletken fiziği ve mikroelektronik fabrikasyon dersleri ile üretim teknolojilerine dair temel bilgilerimi pekiştirdim. RF ve mikrodalga tasarımına ilgim ise, aldığım giriş düzeyi RF dersleriyle başladı ve bu alandaki teknik zorlukların, araştırmaya açık konuların düşündüğümden çok daha derin olduğunu fark ettim. Tüm bu süreç, bana sadece teorik bilgi kazandırmakla kalmayıp, araştırma sürecinin içinde aktif olarak yer almanın ne kadar değerli olduğunu gösterdi. Yaz stajımı üniversitenin bağlantıları sayesinde buldum ve bitirme projemle birlikte sistem seviyesinde ilk akademik çalışma deneyimimi kazandım. Tüm bunlara baktığımda Sabancı’daki eğitimim, bir bakıma bilgiyi nasıl ürüne dönüştüreceğimi öğretti bana.
En başta Elektronik Mühendisliği eğitimi almaya nasıl karar verdiniz? Sizi Sabancı Üniversitesi'ni tercih etmeye yönelten ne oldu?
Sabancı Üniversitesi’ne başlamadan önce elektronik okumak istediğimi biliyordum zaten. Elektroniğe ilgim biraz küçüklükten geliyor aslında; eski cihazları söküp içlerindeki görünmez dünyaya hayran hayran bakarken bu hayranlık meraka, sonra da tutkuya dönüştü en nihayetinde. Özellikle lise yıllarımda Antalya Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi’nde gördüğüm STEM eğitimi beni bu alana yönlendirdi iyice. Elektronikteki deneyimim herkes gibi ufak Arduino projeleriyle başladı tabii, First Lego League ve Destination Imagination gibi yarışma takımlarıyla da pekişti zamanla. İlk başta, mikrodenetleyici kartlarını kurcalarken gömülü sistemlere daha fazla ilgi duyuyordum. Öte yandan 11. sınıftayken ilk akademik yayın deneyimimi, ergen bireylerde kaygının matematiksel düşünme üzerine etkisi üzerine yaptığımız bir nöropsikolojisi çalışmasıyla kazandım. Burada yüksek ve düşük kaygı düzeylerine sahip deneklere üniversite sınavı tarzı matematik soruları gösterirken, fonksiyonel MR çekimleriyle beyin aktivasyonlarını ölçüyorduk. Bu verilerin MATLAB’den analizini ve yorumlamasını yaparken de sinyal işleme ve sinirbilim tarafı da ilgimi çekmeye başladı. Sabancı’nın program seçme özgürlüğü sayesinde farklı bölümlerden aldığım dersler, elektroniğin diğer alanlarla kesişimlerinin bildiklerimle de sınırlı olmadığını gösterdi bana. İkinci sınıfta, biraz genel kültür olsun diye malzemeye giriş dersini aldım ve yarıiletkenler alanının ilgimi çekmesiyle kendimi bir anda mikroelektronik devre tasarımcısı olarak buldum. Sabancı’ya girerken bir bölüme çok yakın hissediyor olsanız bile, farklı alanları keşfetmeye açık olmak önemli. Üniversite dediğiniz şey, sadece bir meslek seçmek değil, aynı zamanda kim olduğunu ve neyi tutkuyla yapmak istediğini anlamak için bir fırsat.
Üniversitemizin Elektronik Mühendisliği programı hakkında neler düşünüyorsunuz?
Sabancı Üniversitesi Elektronik Mühendisliği programının oldukça yoğun ve kapsamlı bir eğitim verdiğini söyleyebilirim. Aldığım derslerin çoğu proje tabanlı ilerlediği için işin pratiğine erkenden girebilmek büyük bir avantaj oldu. Tabii, kendi gözlemlerim daha çok mikroelektronik tarafında oldu, dolayısıyla bu alan özelinde konuşacak olursam da üniversitenin akademik yayım anlamında da oldukça rekabetçi işler çıkardığını görüyorum. Beni en çok şaşırtan şeylerden biri, ADS ve Cadence gibi profesyonel tasarım araçlarına daha lisans düzeyindeyken erişebilmem oldu. Çip tasarımında kullanılan bu programlar, Avrupa’da genellikle yüksek lisansta öğretiliyor. Amerika’da bile, lisansta bu denli kapsamlı bir mikroelektronik eğitimi veren üniversite sayısı oldukça az. Üçüncü sınıftan itibaren, analog, RF, dijital, mixed-signal entegre devre tasarımı gibi hemen hemen tüm derslerde bu yazılımları kullanıyoruz. İşin içine girdikçe, bu araçları kullanmanın ne kadar kritik olduğunu fark ediyorsunuz, çünkü devre tasarımının hangi alanında çalışırsanız çalışın, her proje benzer aşamalardan geçiyor ve hem akademide hem sektörde belli başlı yazılımlar kullanılıyor. Mesela üçüncü sınıfın yazında IHP’de yaptığım stajı da üniversitenin anlaşmalı programı kapsamında bulmuştum. Henüz RF entegre devre tasarımı dersini almamış olmama rağmen, ADS ve Cadence yazılımlarına başka bağlamlarda da olsa hakimiyetim olduğu için staj projemi bu alanda yapabilmiştim. Bunun yanı sıra, SUNUM’daki Class-100 temiz odada kendi Si-MOSFET çiplerimizi üretme imkanı, lisanstayken nadiren sunulan bir ayrıcalık. Bu süreç, yarıiletken üretim teknolojilerini yakından tanımamı sağladı ve mikroelektronik tasarımın üretimle nasıl buluştuğunu deneyimleme fırsatı sundu. Bütün bunlar, bu bölümü Sabancı Üniversitesi’nde elektronik okumanın bana kattığı şeylerden sadece birkaçı. Dediğim gibi, Sabancı’daki eğitim bana sadece teorik altyapı kazandırmadı, daha lisanstayken gerçek mühendislik projeleri yapma fırsatı sundu.
Sabancı Üniversitesi'ni ders dışı etkinlikler, kampüs yaşamı ve öğrencilere sunulan imkanlar açısından nasıl buluyorsunuz?
Sabancı’da dersler, ödevler ve projeler yoğun olsa da kampüs hayatı bu dengeyi sağlamak için ortam sunuyor aslında. Kampüs şehir merkezinin dışında olunca istediğiniz zaman şehri dolaşmak, her akşam yeni bir kahveci denemek mümkün olmuyor tabii; bununla birlikte tüm gününüzü ve gecenizi geçirdiğiniz insanlarla çok daha güçlü bir arkadaşlık kuruyorsunuz. Kampüs ortamı bu anlamda oldukça rahat ve sosyal anlamda aktif bir yer. Yoğun bir günün ardından çimlerde uzanmak, göl kenarında yürüyüş yapmak, spor salonuna gitmek ya da arkadaşlarla bir kahve içmek, akademik tempoyu biraz olsun hafifletiyor. Bence burada en büyük artılardan biri, kampüs içinde farklı ilgi alanlarına hitap eden çok çeşitli kulüp etkinliklerinin bulunması. Teknik projelerden farklı sanat dallarına, girişimcilikten sosyal sorumluluk projelerine kadar birçok alanda kendinizi geliştirebiliyorsunuz. Fakülte binalarının ve kütüphanenin 7/24 açık ve ekip çalışmaları için elverişli olması da akademik ve sosyal açıdan büyük bir artı. Ayrıca üniversitenin sunduğu sanatsal ve kültürel etkinlikler, tiyatro oyunları ve konserler de kampüs yaşamına farklı bir renk katıyor. Tabii ki bunların hepsi birbirine birkaç dakika mesafede olunca, sosyal hayat ile akademik tempoyu dengelemek daha kolay hale geliyor.
Sizin katıldığınız kulüpler, etkinlikler var mı?
Üniversite hayatım boyunca akademik çalışmaların yanında, farklı kulüplerde ve projelerde yer almak benim için hem teknik hem de sosyal açıdan çok geliştirici oldu. Bunlardan biri SURover’da, üniversitemizin gezegen keşif aracı takımında üstlendiğim elektronik takım kaptanlığı. Burada elektronik takımının koordinasyonu ve proje yönetiminin yanında özellikle sensör sistemleri, navigasyon kontrolü, mikrodenetleyici programlama, güç ve batarya yönetimi, haberleşme protokolleri ve özellikle uzmanlık alanımla da bağlantılı olarak, RF sistem tasarımı üzerine çalıştım. Şu anda bir sonraki nesil aracımızı geliştiriyoruz. Teknik yetkinliklerimizi artırırken, aynı zamanda gezegen keşif sistemlerine yönelik yenilikçi çözümler üretmeyi hedefliyoruz. Bu süreç, sadece teknik becerilerimi geliştirmekle kalmadı, aynı zamanda ekip içinde uyum sağlamayı, bir fikri gerçeğe dönüştürmek için farklı disiplinlerden insanlarla birlikte çalışmayı ve zorluklar karşısında çözüm odaklı düşünmeyi öğretti.
Bunun yanında, üç senedir tiyatro kulübünün aktif üyesiyim. Bir dönem başkan yardımcılığı da yaptım hatta, bu süreçte yeni girişlilere verdiğimiz bir yıllık temel oyunculuk eğitim programının tasarım ve uygulama süreçlerini yönettim. Ayrıca çeşitli oyunlarda oyuncu olarak sahneye çıktım, arka planda kostüm ve dekor tasarımını üstlendim ve ışık-ses tasarımcısı olarak reji odasında görev aldım. Tiyatro benim için sadece bir hobi değil; teknolojinin ve mühendisliğin kesin kurallarının aksine, insan doğasının belirsizliğiyle çalışmayı öğreten bir yer aynı zamanda. Sahneye çıktığımda, bambaşka bir karakterin dünyasına girerken aslında kendimi daha iyi tanıdığımı fark ettim. Dramaturji üzerine çalışmak, bir metni çözümleyip onu sahneye uyarlamak, bana düşüncelerimi daha iyi şekillendirme ve anlatma becerisi kazandırdı. Işık ve ses tasarımında yer almak ise, sahnenin sadece diyaloglarla değil, atmosferle de bir hikâye anlattığını görmemi sağladı.
Rover takımında, devrelerin bir araya gelerek bir sistem oluşturmasını izlemek bana nasıl bir tatmin veriyorsa, tiyatroda da bir oyunun prova sürecinden sahneye taşınmasına şahit olmak aynı heyecanı veriyor. Biri analitik düşünmeyi, diğeri duygusal derinliği besliyor; ikisi de beni ben yapan şeyler.
Eğitim hayatınız sonrası neler yapmak istiyorsunuz? Hedefleriniz neler? Hedeflerinizi gerçekleştirmede Sabancı Üniversitesi'nin nasıl katkıları olacak?
Doktora sonrasında ne yapacağım konusunda kesin bir karar vermiş değilim. Şu an önümde iki farklı yol var ve ikisi de beni aynı ölçüde heyecanlandırıyor. PhD sürecim, akademide ilerlemem durumunda bana araştırma yapma özgürlüğü sunacak ve akademik birikime katkıda bulunmama olanak sağlayacak. Diğer yandan, bu alanda iş hayatına atılmak istersem, akademide edindiğim bu birikimle alanında yetkin bir mühendis olarak sektöre girme fırsatım olacak. Gerçi sektörden ilerlemeye karar versem de mikroelektroniğin doğası gereği bir ayağım her zaman akademide kalmak zorunda, o yüzden akademideki özgürlükten tümüyle vazgeçmiş de olmayacağım aslında. Sabancı’da edindiğim yaklaşımın, ister akademide ister sektörde ilerleyeyim, beni her iki tarafta da güçlü bir konuma taşıyacağına inanıyorum. Şu an için bu iki yolu da keşfetmeye devam ediyorum. Doktora sürecim boyunca edineceğim deneyimler, hangi yolda en büyük etkiyi yaratabileceğimi ve kendimi gerçekleştirebileceğimi görmemi sağlayacak.