Kemal Derviş: “Hayatta doğa çok önemli, doğayı korumak da önemli, yaşlandıkça doğanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum. Ve bir şey daha çok önemli hayatta: Yarınla bugün arasındaki dengeyi iyi tutabilmek.”
“…Türkiye’nin 3-4 yıl öncesine kıyasla büyümesine yeni bir ivme kazandırması lazım. Türkiye Avrupa’yla bir sinerji yaratabilir. Avrupa ailesinden çıkıp herhangi bir Ortadoğu ülkesi görünümüne düşersek çok güç kaybederiz.”
Kemal Derviş yaklaşık beş yıldır Sabancı Üniversitesi’nin Uluslararası Danışma Kurulu (UDK) Üyesi. Pozitif kişiliği, profesyonelliği, güler yüzü, neşesi ve doğal nezaketinden ötürü Kemal Bey ile çalışmak insana şevk veriyor. Ekim ayındaki UDK toplantısı sırasında görüşme fırsatı bulduğumuz Kemal Derviş, 2013 yılının son konuğu oldu.
Kemal Bey ile üniversite hayatına ve eğitime bakışını, Sabancı Üniversitesi ile neredeyse yirmi yıl öncesine dayanan geçmişini, Avrupa Birliği ve dünyanın süper ekonomilerini ve Türkiye’nin konumuna ilişkin değerlendirmelerini konuştuk. Ders niteliğindeki bu söyleşinin, ikinci bölümünü bu hafta okuyabileceksiniz.
Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerine nasıl bakıyorsunuz? Bu konu gündemden düştü gibi, bir ara çok yoğundu, birçok televizyon programları oluyordu, Avrupa Birliği’yle ilgili, şimdi hiç adı sanı geçmez oldu. Tamamen bıraktık mı biz bu işi?
Avrupa Birliği, Türkiye için, Cumhuriyet için çok önemli bir hedefti. Cumhuriyet öncesi Osmanlı Devleti için de önemliydi. Hatta 1860’larda kendi hukukumuzu bir ölçüde Avrupa hukukuna göre düzenlemeye başlamıştık. Türkiye aynı zamanda Balkan ülkesiydi ve Güneydoğu Avrupa’da önemli bir güçtü. Bunlar eski dönemin hikayeleri ama, 1963’te de ortaklık anlaşması imzalandı ve hakikaten Avrupa’ya katılmaya çalışma süreci başladı.
Bu süreç ilk başta şöyle gözüküyordu: Avrupa çok müreffeh, çok gelişmiş, zengin bir topluluk, Türkiye o dönemlerde çok daha yoksul, dolayısıyla Avrupa’ya olan destek, daha müreffeh bir bölgenin ülkesi olmak anlamı taşıdığından herkesçe paylaşılan bir şeydi. Daha sonra insan hakları ve demokrasi sorunları ön plana çıktı, Türk ekonomisi gelişiyordu ama demokraside ciddi eksiklikler vardı. Avrupa demokrasi açısından dünyada en ileri bölge, bence Amerika’dan veya başka birçok yerden çok daha ileri bir demokrasiye sahip. Barış bölgesi ve köklü bir demokrasisi var. Geçmişte Avrupa’da Dünya Savaşları vb. çok kötü şeyler de oldu ama o olaylardan ders çıkartıp çağdaş ve insancıl bir demokrasiyi inşa edebildiler. Fransızlarla Almanlar arasında bir savaş düşünmek artık mümkün değil. Bunlar da Türkiye’ye hoş gelen özelliklerdi. Fakat, ondan sonra ne yazık ki Avrupa’daki büyüme hızı yavaşladı, istihdam sorunları çoğaldı, işsizlik daha çok yayıldı ve son olarak da Güney Avrupa’daki finansal kriz, Eurozone krizi ortaya çıktı. Ve Türkiye Avrupa’ya baktığında 20 yıl öncesi gibi çok başarılı, hızlı büyüyen, müthiş refaha koşan bir bölge yerine, ciddi iç sorunları olan bir bölge görmeye başladı. Heyecanımızın azalmasında bunun payı var.
Diğer taraftan da, Türkiye bir ara, özellikle 2002-2007 yılları arasında hızlı bir büyüme sürecini yakalayabildi. Ülkede sanki bu kadar hızlı büyüyen bir toplumun, bir ekonominin başkasına ihtiyacı olmadığı, kendi başına da büyüyebileceği düşüncesi yaygınlaştı. Bir yandan demokraside de ciddi ilerlemeler oldu. Bu 1999’dan itibaren başlamıştı. Avrupa standartlarına uymak için ciddi adımlar atıldı, ölüm cezası kaldırıldı. Yeterli olmasa da insan haklarıyla ilgili bir çok olumlu adım atıldı.
Özetle, halen Avrupa’yı bir süreç olarak destekliyoruz ama, hedef olmaktan çıktı gibi görünüyor.
Bence 3 yeni gelişme Avrupa’yı bugünlerde yeniden gündeme getiriyor.
Birincisi; Avrupa’daki krizin en kötü dönemleri geride kaldı. Henamamen geçmediyse de, Avrupa’nın dağılacağı veya Euronun bir para birimi olarak ortadan kalkacağı düşüncesine artık pek itibar edilmiyor. Avrupa içinde güney ülkeleri biraz başarısız gözükse de, İsveç ve Almanya gibi kuzeydeki ülkeler, başarılı gözüküyor.
İkincisi; Türkiye’de büyüme süreci yavaşladı. Birkaç yıl önce yüzde 8-9’lardan söz ediyorduk. Geçtiğimiz Ekim ayı başında yeni orta vadeli program açıklandı, ortalama büyüme hızı önümüzdeki 3 yıl için yüzde 4 veya 5 civarında öngörülüyor. Yıllık yüzde 6’nın altında bir büyüme hızı Türkiye’nin sosyal sorunlarını, istihdam sorunlarını çözecek bir büyüme hızı değil, daha hızlı büyümek gerekiyor. Ekonomik performansımızı yeniden yükseltmemiz lazım. Bugünkü vardığımız noktada, son 2-3 yıldır devam eden süreç sonucunda, Türkiye’yi yavaş büyüyen bir ülke konumunda görüyoruz. Bu konum, Başbakanın ülkeyi 2023’te en büyük 10 ekonomi arasına sokma hedefine erişmek için yeterli değil. Öyle bir hedefe varmak için en az yüzde 6 civarında büyümek lazım.
Demek ki, Türkiye’nin 3-4 yıl öncesine kıyasla büyümesine yeni bir ivme kazandırması lazım. Türkiye Avrupa’yla bir sinerji yaratabilir. Her ne kadar kriz yüzünden yavaşlama olduysa da Avrupa’nın büyük piyasasındaki payımızı artırmak ve ileri teknoloji düzeyine geçmek için Avrupa’yla bütünleşmek gerekiyor. Bunun için de oradan kısa vadeli kazanca değil, istihdam ve üretime gelen sermayeyi çekmemiz gerekiyor.
Bence Avrupa’yı daha bir ön plana çıkaran üçüncü bir unsur var : Bir ara Ortadoğu’da Arap Baharı oldu, Türkiye “acaba biz bu Arap Baharının büyük destekçisi, hatta lideri olabilir miyiz” diye düşündü. Avrupa yerine Ortadoğu’ya mı yönelelim tartışmaları oldu. Hatta en yetkili ağızlardan değil ama iktidara yakın bazı çevreler tarafından Türkiye’nin Batıdan çok Ortadoğu’ya yönelmesi gerektiği, yeni bir emperyal Türkiye’nin o kadar da düşünülmeyecek bir şey olmayacağı dile getirildi.
Fakat üzülerek belirtmeliyim ki, son 2-3 yılda yaşananlar, bize Ortadoğu’da, barış içinde bir demokratik, ekonomik gelişmenin çok zor olacağını gösteriyor. İnanılmayacak vahşetle iç savaşlar, darbeler oluyor, ülkeler,insanlar birbirine düşüyor, mezhep kavgası çığ gibi, insanlar büyük acı çekiyor. Ve dolayısıyla, Türkiye’nin kendini böyle bir bölgeden saymasının ne kadar tehlikeli olduğu bugün net bir şekilde belli olmuştur. Büyük bir mezhep kavgası türünden bir bölgesel savaş tehlikesi var Ortadoğu’da. Cumhurbaşkanımız da Meclis açış konuşmasında, haklı olarak bunun felaketine işaret ederek bir medeniyet içi çatışmasından bahsetti.
Dolayısıyla , “bu keşmekeşe çok da fazla girmeyelim, yardımcı olmaya çalışalım, barışı destekleyelim ama, biz o bölgede kavga eden taraf olmayalım, ve Avrupa’nın değerini bilelim” düşüncesi Türkiye’de güçlendi. Avrupa’daki barış bölgesinin bir parçası olalım, Avrupa ailesinin bir üyesi olarak elimizi güneydeki kardeşlerimize uzatalım anlayışı son aylarda yeniden canlandı. Ama bunun olabilmesi için Avrupa’nın da, Türkiye’nin önemini bir daha kavrayıp kucak açması lazım. Bizim de Türkiye olarak elde etmek istediğimiz hedefi iyi tanımlayıp, iyi görüp ona doğru hareket etmemiz lazım. Bugün Türkiye’nin Avrupa’dan ekonomik yardım alması o kadar önemli değil, dolayısıyla o konuda ısrar etmek bence lüzumsuz. Ama Türkiye, Avrupa kurumlarında yer alma hakkına sahip olmalı, bu kurumlar içinde güçlü olabilmelidir. Örneğin, Amerika’yla Avrupa’nın serbest ticaret anlaşması gündemde, müzakere ediliyor. Avrupa Gümrük Birliği’ne dahil olmamıza rağmen biz o görüşmelere katılamıyoruz, bu kabul edilebilir bir şey değil. Ayrıca Avrupa da yeni bir yapı arayışı içinde. Bu yeni oluşan yapıda, Euro bölgesi ve Euro bölgesi dışındaki AB var ve olmaya devam edecek. Bence euro bölgesine katılmamamızda yarar var. İngiltere gibi, İsveç gibi Avrupa Birliği üyesi olup para biriminin dışında olmak bizim için daha yararlı. Aynı zamanda Türkiye’yi AB’ye dahil etmek yolunda böyle bir strateji Avrupa ülkelerindeki kurumları rahatlatır ve bizim katılmamız daha gerçekçi bir hedef haline gelir.
Peki, Avrupa dünyada hala bu kadar önemli mi? Şimdi Avrupa’nın dışında Amerika var, hakkında çok fazla şey duymadığımız koskoca bir Çin var, Rusya var, Afrika var.
Küreselleşme devam ediyor küreselleşme dediğimiz zaman dünyadaki ticari, finansal ilişkilerin yoğunluğu, ülkeler arası etkileşim, teknoloji, kolay ulaşmak yani hem fiziksel ulaşım hem de bilgi ulaşımı, bilgi alışverişi akla geliyor. Dolayısıyla, Avrupa Birliği hala bizim için bir çerçeve olmalı dediğim zaman tabii ki nasıl Almanya, Amerika ve Japonya’yla çok ciddi ilişkiler içindeyse, bizim de aynı şekilde, özellikle yükselen ülkelerle ciddi bir ilişki içinde olmamız yararımıza. Çin’i hiç küçümsememek lazım, bugün dünyada aslında tek ülke olarak baktığımızda, ekonomik alanda iki tane süper güç var, biri Amerika biri Çin. Avrupa da bir süper güç ama bir ülke değil, federal bir yapıya da henüz sahip olmadığı için kıyaslamıyoruz. Yoksa Avrupa Birliği’ni bir bütün olarak ele aldığımızda tabii ki birinci ekonomik süper güç o oluyor. Dolayısıyla, Türkiye mutlaka küresel bir yaklaşımla olaylara bakmalı, doğru. Ama küresel bir yaklaşımla baktığınızda kendinizi Avrupa çerçevesi içinde konumlandırabilirseniz ve Avrupa Türkiye’den, Türkiye de Avrupa’dan güç alırsa o zaman bu küresel ilişkileri yönetmek çok daha kolay olur. Coğrafyamız bunu gerektiriyor.
Türkiye’ye cazibeniz bu mu diyorlar?
Cazibemiz aslında Avrupa’nın bir parçası olmamız. Biraz İspanya örneğini düşünmemiz lazım. İspanya şu anda biraz zorda, ama bu geçici bir durum. İspanya Avrupa Birliği’nin ve Avrupa ailesinin çok önemli bir üyesi. Ama aynı zamanda Güney Amerika’da ve İspanyolca konuşan Latin dünyada son derece aktif. Banka satın alıyor, sanayi satın alıyor, eğitim konusunda müthiş bir etkileşim var... Yani İspanya hem Avrupa Birliği içinde önemli bir ülke hem Güney Amerika, Merkezi Amerika ve bazı Afrika’da, İspanyolca veya Portekizce konuşan dünyayla çok yakın bir ilişki içinde. Biz de öyle olabiliriz. Avrupa Birliği’nin içinde ama oradaki konumumuzun da yardımıyla Müslüman dünyasında, Orta Asya’da, Arap ülkeleri arasında, Ortadoğu’da önemli bir rol oynayan, örnek olan bir ülke olabiliriz. Bunu Avrupa’yla, Avrupa çerçevesi içinde daha kolay yapabiliriz. Avrupa ailesinden çıkıp herhangi bir Ortadoğu ülkesi görünümüne düşersek çok güç kaybederiz.
Yani artık dünyada hiçbir ülke kendini tek başına böyle bir ıssız adada yaşıyor gibi düşünmemeli.
Tabii mümkün değil, etkileşim müthiş arttı, ticaret müthiş arttı. Finans piyasalarını düşünelim Meksika’daki bir emekli ev hanımı Türkiye’ye yatırım yapabiliyor, Türkiye’de genç bir girişimci Hindistan’da fabrika açabiliyor, dünya artık böyle. Bunun tehlikeleri var çünkü her şey çok oynak. Bütün her şeye de hakim olmanız mümkün değil, ama aynı zamanda müthiş olanaklar sağlıyor.
Bizim 2-3 yıl önce mezun olan birkaç öğrencimiz de henüz öğrenciyken Polonya’da bir şirket kurmuşlardı. Sanırım hala faaliyetine devam ediyor o şirket.
Derslerini ihmal etmemek kaydıyla öğrencilerin girişimciliği pratiğini yaparak birtakım deneyimler edinmeleri çok yararlı.
Evet, çok yoğun çalışıyorsunuz, sık sık kıtalararası seyahat ediyorsunuz, bu kadar yoğun iş temposunda kendinize vakit ayırabiliyor musunuz? Sporla ilişkiniz nasıl, hobileriniz var mı?
İnsanın bedenine dikkat etmesi çok önemli. Mutlaka bedeni kullanmak, hareket etmek lazım. Spor hayatımda önemli. Her zaman gerektiği kadar yapamadım. Daha çok yüzünce, tenis oynayınca, yürüyüş yapınca kendimi daha iyi hissederim hep ve bu sayede daha büyük bir sabır ve heyecanla yazı yazarım. Bir mücadele bu ama sanıyorum insan nasıl yemek yemeye vakit ayırıyorsa aynı şekilde günde yarım saati ya da 45 dakikayı spor yapmaya da ayırması gerekiyor. Ben sporu açık havada yapabiliyorum. Kapalı yerde bir türlü olmuyor. Kapalı yerde spor yapan, egzersiz yapan arkadaşlarıma çok imreniyorum fakat ben o iradeyi gösteremiyorum.
Yüzme ve tenis sporları.
En sevdiğim sporlar. Bir de yürümek. Koşmayı sevmiyorum çünkü koşarken düşünemiyorum. Ama hızlı yürürken hem vücudumu hareket ettiriyorum hem de birçok konuda düşünebiliyor ve kendimle tartışabiliyorum. Güzel bir doğada, hoş bir ortamda hızlı yürümek çok hoş ve yararlı. Hayatta doğa çok önemli, doğayı korumak da önemli, yaşlandıkça doğanın ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum. Ve bir şey daha çok önemli hayatta, bunun çözümü de zor: Yarınla bugün arasındaki dengeyi iyi tutabilmek.
Nasıl yani biraz açar mısınız tam anlamadım.
İnsan bir ölçüde yarın için yaşıyor. Sınav için ders çalışıyorsunuz veya bir girişimci, sanayici iseniz yarın daha fazla üretebilmek için yatırım yapıyorsunuz.
İş yetiştiriyorsunuz.
Veya gelecek yılki yeni işinizi planlıyorsunuz ve hatta gelecek yıl gideceğiniz tatili planlıyorsunuz. Ama şu da bir gerçek ki, geleceğin ne getireceğini yüzde yüz bilmek mümkün değil. Tümüyle gelecekte yaşayan insanlar çok mutlu olamıyor. Arada bir “bugün güzel bir gün, bugün yaptıklarımdan zevk alacağım, çok da fazla yarını düşünmeyeceğim, bugün, günümü gün edeceğim” diyebilmek lazım.
Evet, çok abartmadan bunu bir dengede tutmak gerekiyor değil mi?
Tabii zor bir denge, işte o dengeyi iyi tutmak lazım. Yani tamamen gelecekte yaşayan insanlar aslında çok yoruluyorlar. Yorulunca da bu sefer çok etkili olamıyorlar. Halbuki insanın arada bir “ben bugün beni ne mutlu ediyorsa onu yapacağım, anın tadını çıkaracağım, kendimi suçlu hissetmeyeceğim” demesi lazım. Kimi insan, bugün 2 tane sinemaya gideceğim der, bir başkası güzel bir sofra kuracağım ve 3-4 saat sofrada oturacağım der, bir diğeri 5 saatlik bir yürüyüşe çıkacağım der, başkası der ki, en sevdiğim arkadaşları bir araya getirip bir kahvede uzun uzun tartışacağım.
Hiç program dışı bir şey yapar mısınız? Örneğin aniden Fransa’dayken, İngiltere’deki bir konsere gitmeye karar verip gider misiniz?
Eskiden hiç yapamazdım ama şimdi arada bir de olsa, bir günü iş dışında ilgi duyduğum bir şeye ayırabiliyorum. Ama işim gereği çok seyahat ettiğimden keyif için bile olsa bunlara bir seyahat daha eklemek hoşuma gitmiyor. Beni mutlu edecek etkinliklerin, bulunduğum mekanlara yakın olması önemli benim için.
Bu güzel ve öğretici söyleşi için çok teşekkür ederim Kemal Bey.