Türkiye’nin 'aile, iş ve toplumsal cinsiyet' durumu

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ve Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Çarkoğlu tarafından, Uluslararası Sosyal Saha Çalışmaları Programı (International Social Survey Program-ISSP) kapsamında,  hazırlanan, “Türkiye’de Aile, İş ve Toplumsal Cinsiyet” başlıklı rapor açıklandı.

Raporu okumak için tıklayınız.

International Social Survey Programı’nın (ISSP)  2012 yılı saha taramasına dayalı araştırması 59 ilde 1555 denekle yapılan yüz yüze görüşmelerle 2013 yılı Şubat – Nisan ayları zarfında tamamlandı. 

Türkiye’de, Aile yapısı, çiftlerin kaç çocuk istediği, kadının çalışma hayatına katılımı ile ilgili düşünce, aile kurumunun güçlenip güçlenmediğine  ilişkin sorulara cevap vermeyi amaçlayan  “Türkiye’de Aile, İş ve Toplumsal Cinsiyet” başlıklı çalışmadaki bulguların sunumu ve araştırmanın değerlendirmesi Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu tarafından yapıldı.

Toplantıda verilen bilgiye göre: Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren hızlanan bir kentleşme ve sanayileşme süreci içinden geçerken bu dönemde aile kuran üç kuşağın temel yaşam alanı artan ölçüde kent ve çalışma alanı da sanayi ve hizmetler kesimi oldu. Bu ortamda aile tanımı büyük çoğunluk için artık bir anne ve baba ile en az bir çocuktan oluşan bir çekirdek aile normuna sahip oldu. Rapordaki bulgular bu olguyu teyit ediyor. Ayrıca, büyük çoğunluklar artık ailede hem erkek hem kadının bir arada ev dışında kazanç karşılığı çalışmasının gerekliliğini kabul ediyor. Buna rağmen yine büyük kadın ve erkek çoğunlukların gözünde kadının ailedeki temel işlevi çocuk yetiştirmek, ev işleriyle uğraşmak, erkeğin ise ev dışından kazanç temin ederek eve ekonomik olarak destek olmak olarak algılanıyor. Zorunlu olmadıkça kadının ev dışında çalışmasının arzu edilen bir durum olmadığı açıkça görülüyor. 

Bu durumun ortaya çıkarttığı sonuç çalışmak durumunda kalan az sayıdaki kadının hem işyerinde hem de evinde etkili bir biçimde iş yapması keyfiyetidir. Onun için kadınların ancak dörtte biri kadarı iş piyasasına girerken, kadınlar ancak çocukları okul çağına geldiğinde ve evdeki boş zamanı ortaya çıktığında bu tür bir ev dışı kazanç sağlayan işte çalışmayı göze alabiliyor. Bunun getirdiği ilk sonuç çocuk sayısının az sayıda tutulması beklentisi olup en fazla iki çocuk isteyen denek sayısında kendisini gösteriyor. İkinci olarak, bu durumun kadına yüklediği yük de yine erkeklere göre birkaç misli zaman ve enerji tüketen bir içerikte. Dünya’daki ISSP 2002 çalışmasına katılan ülkelerle karşılaştırıldığında bu yükün oldukça hatırı sayılır olduğu gözleniyor. 

Bu durumun evde bakılması gereken yaşlı ve muhtaç yakınlar olduğunda kadınlar için daha da ağırlaştığı görülüyor. Kadın, ister kendi ailesinden ister kocasının ailesinden olan yaşlı ve muhtaçların bakımında öncelikli ve ağır bir yük yükleniyor. Mutat ev işlerinin yapılması ve sürdürülmesinde de ufak tefek tamirat dışında erkeklerin fazla bir rol üstlenmedikleri, bu yükün de büyük kısmının kadınların sırtında olduğu görülüyor.

Bu sonuçlara bakılarak ortaya adil olmayan bir iş yükü paylaşımının çıktığı düşünülebilir. Bu konuda gerek erkek gerek kadınların çoğu, aile içindeki iş bölümünde adil olandan fazlasının kadınlara düştüğünü kabul etmektedir. Ancak, bu hususun değiştirilmesi için pek bir girişimde bulunulmadığı da bir gerçek. Nitekim her şey göz önüne alındığında, memnuniyetin bir hayli yaygın olduğunun ifade edilmesi ve mutlu olan çoğunluklar olgusu bu konuda fazla bir değişim beklentisi olmadığının göstergesidir. 

Bu yükün hafifletilmesi için en fazla umut bağlananın devlet yardımı olduğu görülürken, özel veya kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşlarının yardımcı olabileceklerine dair pek bir düşünce de gözlenmiyor. 

Son olarak dile getirilen ise; Toplanmış olan bu verilerin bir yıl içinde kamusal kullanıma açılacağı, bu veriler üzerinde yapılacak sosyolojik ve sosyal psikolojik istatistik çözümlemelerin raporda sunulan bulguları daha anlamlı kılacağı, ayrıca karşılaştırmalı olarak yapılacak çalışmaların raporda sunulan verilerin daha güçlü gözlemlerle değerlendirilmelerini de sağlayacağının umulduğu şeklinde oldu.