Deniz Gündoğan İbrişim Antroposen Travması Kavramını Türkiye Literatürüne Kazandırıyor

Deniz Gündoğan İbrişim’in AB H2020 Marie Skłodowska Curie Uluslararası Burs ve Araştırma Dolaşım Destekleri (MSCA- Individual Fellowships) kapsamındaki projesi, Antroposen travması ve iklim yası kavramlarını ve temsillerini Türkiye literatürüne kazandırıyor. Geç Osmanlı döneminden çağdaş Türkiye edebiyatına uzanan geniş yelpazede, Antroposen travmasına dair multidisiplliner bir kavramsal ve feminist metodolojik çerçeve öneriyor.


SU Gender bünyesindeki “Antroposen Çağı’nda İmparatorluk Sonrası Hafıza, Toplumsal Cinsiyet ve Travma: Türkiye’de Feminist Yeni Yaklaşımlar” (Postimperial Memories, Trauma, and Gender in the Anthropocene: A New Feminist Perspective on Turkey; akronimi POGETA) isimli projenin[1] süpervizörü SU Gender Direktörü Hülya Adak. Proje, SU Gender bünyesinde başlatılan ekoloji ve iklim değişikliği odaklı araştırma alanlarıyla da örtüşüyor, kültür ve edebiyat incelemeleri aracılığıyla bu alanları besliyor.

POGETA, Antroposen’de şiddet, travma, yas ve hatırlama temsillerine dair feminist, queer ve ekolojik perspektifte açılan “dolaşık” yaklaşımlar geliştirmek gerektiğinin acileyetinin altını çiziyor. Dahası proje, Antroposen teriminin ve Antroposen Çağı’nın Avrupa merkezci, ayrıcalıklı ve eril perspektifini sorunsallaştırarak, feminist ve queer yaklaşımları ve eko-etik çözümlemeyi ön plana çıkarıyor ve yeni bir okuma öneriyor. POGETA’nın iki temel amacı bulunuyor. Birincisi interdisipliner bir bakışla “Antroposen travması”nı ilk kez Türkçe’de kavramsallaştırıyor. Projede “Antroposen travması” travma ve bellek çalışmaları, kültür ve edebiyat çalışmaları, toplumsal cinsiyet çalışmaları, feminist ve queer kuramlar, çevreci beşeri bilimler gibi farklı disiplinlerdeki etkileşim ve diyalogdan beslenerek literatüre kazandırılıyor.

İkinci olarak, Antroposen Çağı’na feminist ve queer odaklı bir bakış geliştirmeyi amaçlayan POGETA, Osmanlı sonrası ve günümüz Türkiye edebiyatı ile Türkiye’nin Avrupa diasporasındaki yazınını karşılaştırmalı bir perspektifle araştırıyor. Avrupa ve Batı merkezci söylemi genişletmeyi “dekolonize” etmeyi hedeflerken hem Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk gibi eril kanonik metinlerini yeniden gözden geçiriyor, hem de Leyla Erbil, Sevim Burak, Latife Tekin ve Emine Sevgi Özdamar, gibi feminist filtrelemeyi (bilinç, söylem ve anlatı çerçevesinde) öneren yazarların ürettiği eserleri ve ortaya koydukları performansları inceliyor. Söz konusu düşünür ve yazarların günümüz neoliberal patriarkal anlayışına ve küresel iklim değişikliği ve krizine hem açık hem de örtük olarak nasıl seslendiklerine de değinecek olan bu proje, Osmanlı sonrası kültür ve edebiyatta Antroposen tartışmalarını başlatarak Türkiye ve Avrupa arasında multidisipliner bir çerçeve sunuyor.

Antroposen Tartışmaları: Antroposen Niçin Bu Kadar “Moda” Bir Sözcük?

Halihazırda içinde yaşanılan Antroposen zamanlar, çoğu durumda seyirlik kimi zaman da örtük ve birikimli ilerleyen yavaş bir ekolojik tükeniş ve yıkıma, küresel Covid-19 pandemisine tanıklık edilen bir çağa işaret ediyor. Antroposen aynı zamanda hem kavramsal hem de pragmatik açıdan özellikle son yıllarda giderek yaygınlaşarak edebiyattan psikolojiye, mimariden sanata değin yerindeyse oldukça moda olan bir sözcük olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, Antroposen terimi çok yeni olmamasına karşın tam da bugün hem kültürel çalışmalarda hem edebiyat eleştirilerinde en çok tartışılan, tanımlanmaya, imkânları ve sınırları çizilmeye çalışılan en tartışmalı kavramların başında yer alıyor. Uluslararası Stratigrafi Komisyonu’nun küresel jeolojik zaman ölçeği olarak onayladığı, bugünden yaklaşık on bir bin altı yüz elli yıl önce başlayan jeolojik çağ Holosen’in bitişi olarak adlandırılan Antroposen Çağı esasen resmi olarak henüz onaylanmadı. Ancak bilhassa yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren tanıklık ettiğimiz ekolojik tükeniş ve küresel iklim krizini dile dökmenin yollarını aramak, Antroposen’i hem çağ hem analitik kategori olarak görünür kılıyor. Zira Antroposen ve temsillerine dair sayıları giderek artan akademik (jeolojik, antropolojik, sosyolojik, psikolojik, felsefi ve edebi) ve sanatsal çalışmaları görmek mümkündür.

Antroposen Tanımı

Antroposen’in tanımı “Antropos”un, (Eski Yunanca’da ideal erkek insana tekabül eder), başka deyişle insan öznenin, dünyayı geri gelinemez biçimde jeolojik bir güç olarak değiştirdiğine işaret ediyor. İlk olarak 2002 yılında atmosferik kimyager Paul Crutzen ve ardından E. F. Stoermer Antroposen kavramını kullanarak Holosen’den Antroposen’e geçişten bahsediyorlar. İnsanın bir kuvvet olarak dünyaya olan etkisinin en üst düzeylere çıktığı Sanayi Devrimi’nden bugüne değin gelinen sürecin kaygı duygusu aracılığıyla altını çizen Crutzen ve Stoermer, müthiş bir değişimin ve tahribatın gerçekleştiği çağın “İnsan Çağı” olarak adlandırılmasının önemini vurguluyor. Crutzen ve Stoermer insanın jeolojik güç haline gelmesinin olumsuz etkisi üzerinden Antroposen’i tanımlarken, bugün yaşadığımız ekolojik ve iklim felaketleri ile bağlantısını kuruyor. Antroposen’in analitik kategori olarak ele aldığı konular arasında kentleşme, erozyon, küresel ısınma, deniz seviyesinin yükselmesi, karbon, azot, fosfor ve çeşitli metaller gibi elementlerin yeni kimyasal bileşiklerle birlikte ani bozulmaları, okyanusların asidifikasyonu ve ölü bölgelerinin yayılması bulunuyor. Bunlara ek olarak, avlanma, habitat kaybı, evcil hayvan popülasyonlarının ve türlerin yok oluşu, biyosferdeki hızlı değişiklikler, beton, uçucu kül, plastiklerden üretilen malzemelerin atığa dönüşmesi sonucunda “teknofosil” adı verilen yeni mineraller ve kayaların oluşması gibi durumlar da Antroposen Çağı’nın soruları ve sorunları arasında yer alıyor. Günümüzde Antroposen’in ne zaman başladığı hâlâ tartışılırken üç başlangıç senaryosu bulunuyor.

Antroposen’den önceki tarihsel çağlar milyon yıllarla değerlendirirken, Sanayi Devrimi’nin yeryüzünün jeolojik yapısında geri dönüşü olmayan değişimleri başlattığını ileri sürülüyor. İkinci olarak ilk atom bombası patlamasının stratigrafik katmanlar üzerindeki etkisi nedeniyle 1945 tarihi Antroposen’in başlangıcı olarak kabul ediliyor. Ancak Heather Davis ve Zoe Todd gibi sömürge sonrası eleştirilerden beslenen araştırmacılar, Antroposen Çağı’nın esas başlangıcının izini 1600‘lere, Avrupa’nın kıta Amerika’sını sömürgeleştirmesine ve uzun döneme yayılan sömürge politikalarına kadar götürüyorlar.[2] Davis ve Todd Antroposen Çağı’nın sömürgecilik, yerinden yurdundan etme ve savaş pratikleriyle yakından ilişkisini inceleyerek Avrupa ve Batı merkezli bir Antroposen kurgusunu eleştiriyor. Bu eleştiri, yerel kültürler ile yerel toplulukların uzun tarihte nasıl mülksüzleştirildiklerine ve günümüzdeki etkilerine odaklandığından oldukça kıymetlidir.

Antroposen Çağı’nın başlangıç senaryolarının birbirinden farklı ve birbiriyle çelişiyor olmasına karşın, Antroposen’in bize disiplinler ötesi bereketli bir eleştiri alanı sunduğu aşikâr. Bununla birlikte bu kavram hem çevre bilimlerin hem beşeri bilimleri araştırmacıları tarafından oldukça eleştiriliyor. “In The Climate of History: Four Theses” adlı önemli çalışmasında Dipesh Chakrabarty, Antroposen’in sömürgecilik, ırkçılık ve ırkçı kapitalizm bağlamında yeterince çalışılmadığını ileri sürüyor.[3] Farklı bir eleştiri de Antroposen’in “Antropos”unu , başka deyişle ideal erkek öznesini ele alıyor ve Antropos’un kuvvetinin hem yüceltildiğinin hem de yerküre üzerindeki insan etkisinin kavram ile birlikte doğallaştırıldığının altını çiziyor. Peki bu doğallaştırma ne demek? Antroposen Çağı veya İnsan Çağı diyerek bütün insanları jeolojik güç olduğunu, dolayısıyla ekolojik yıkıma bütün insanlığın neden olduğunu savunuyoruz. Böylelikle doğa/kültür, insan/doğa gibi Aydınlanmacı düaliteleri yeniden üreterek insanın doğadan ayrı olduğunu söylüyoruz. Böylelikle ya eninde sonunda mutlaka doğaya dönüşün bulunduğunu ya da aklın kutsandığı, doğanın tahakküm altına alındığı bir alana hapsoluyoruz.

Türkiye’deki Edebiyat Çalışmaları Kapsamında Antroposen Travması, Kederi ve Yası

POGETA, Antroposen’e getirilen eleştirileri tanıyıp merkezine alarak Antroposen kavramının ve çağının zamansal ve mekânsal aciliyetini vurgularken ilk kez Türkiye’deki edebiyat çalışmaları kapsamında Antroposen travmasını kavramsallaştırıyor. Antroposen Çağı’nın bütün başlangıç senaryolarıyla birlikte düşünüldüğünde farklı bir psikolojik kırılmayı ve psikolojik travmayı ve yas tutmayı önerdiğini ileri sürüyor. Antroposen travmasının biyolojik, çevresel, teknolojik ve politik bağlamda “dolaşık” bir kırılma olduğunu ve sadece zihinsel veya bedensel bir süreç olmadığını tartışıyor. Bu bağlamda, Avrupa ve Amerika’daki çevre çalışmaları, kültür ve edebiyat çalışmaları, travma ve hafıza kuramlarının interdisipliner ve transdisipliner biçimde henüz literatüre kazandırdığı “yavaş şiddet”, “ekolojik travma”, “ekolojik keder”, “iklim kederi”, “iklim yası” gibi kavramların ve yol verdiği temsillerinin peşi sıra gidiyor ve bunların Türkiye’deki zamansal ve mekânsal açılımını inceliyor. Başka deyişle, POGETA Antroposen travmasının Osmanlı sonrası edebi kartografyasını çıkararak bir ilke imza atıyor.

Antroposen’de Feminist ve Queer Yakınlıklar: Kanona Yeniden Bakmak

İnsanı jeolojik bir kuvvet veya çevresel bir fail olarak anlarken cinsiyet, ırk, etnisitye, sınıf gibi farklılıkları birbiriyle olan kesişimsellikleri aracılığıyla ele alan POGETA, bilhassa toplumsal cinsiyet ve Antroposen arasında göz ardı edilen ilişkiye odaklanıyor. Antroposen kavramının tanımladığı, toplumsal, ekonomik, coğrafi, sınıfsal, etnik ve cinsiyete dayalı bütün ayrımlardan, niteliklerden azade, soyut bir bütün olarak tahayyül edilip kabul gören insanlık kavramını eleştiriyor. Bu eleştirisinde makbul erkek insanlık tahayyülü dışındaki feminist, queer ve türler arası çok yönlü temasları, eko-politik tanıklıkları ve ilişkilenme biçimlerini odağına koyuyor.

Bu çerçevede POGETA, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Sevim Burak, Leyla Erbil, Latife Tekin ve Emine Sevgi Özdamar gibi yazarların metinlerindeki açık veya örtük Antroposen travmasına, kederine ve yasına ışık düşürürken Türkiye ve Avrupa diasporasındaki travma ve hafıza çalışmalarının sınırlarını yeniden düşündürtüyor.



[1] Ana yürütücü ve koordinatör: Deniz Gündoğan İbrişim, SU Gender. Süpervizör ve koordinatör: Hülya Adak, SU Gender.

[2] Antroposen ve sömürgecilik arasındaki tarihsel ilişki için Davis ve Todd’un 2019 tarihli On the Importance of a Date, Or Decolonizing the Anthropocene adlı çalışmasına bakılabilir.

[3] Chakrabarty’nin 2009 çıkışlı “The Climate of History: Four Theses”adlı önemli çalışmasına bakılabilir.