“Yaşayan Kütüphane”de kitapları dinlemeye gelin

“Yaşayan Kütüphane”de kitapları dinlemeye gelin

Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi (SSBF) ile Toplumsal Duyarlılık Projeleri (TDP) Ofisi “Yaşayan Kütüphane” (Human Library) etkinliği düzenliyor. 

SSBF 2119 ve 2128 numaralı sınıflarda 18 Kasım Salı 16:00 – 20:00 saatleri arasında gerçekleştirilecek “Yaşayan Kütüphane” etkinliğinde kitaplar insanlardan oluşuyor.


Bu kütüphanede de diğerlerinde olduğu gibi kütüphane görevlileri, kitaplar ve kitap katalogları yer alıyor. Okuma eyleminde kitap ile okur arasında karşılıklı iletişim kurularak kişisel bir diyaloğa giriliyor. 

Çıkış noktası “Kitabı kapağına göre yargılama!” olan bu kütüphanenin kitapları, önyargılar ve kalıplaşmış yargılarla karşı karşıya kalan, çoğu kez ayrımcılık veya sosyal dışlanma mağduru olan grupların temsilcilerinden oluşuyor. Yaşayan Kitaplar kişisel tarihlerini, tecrübelerini ve bilgilerini paylaşmaya ve okuyucuların sorularını dürüstçe cevaplamaya istekli olan kişilerden oluşuyor.

Farklı sosyal gruplardan insanlar arasında yapıcı bir diyalog kurulmasına yardımcı olmayı hedefleyen “Yaşayan Kütüphane”, günlük yaşamda bir araya gelmesi zor olan insanlar arasında iletişimi kolaylaştıran bir çeşit sosyal oyun olarak da tanımlanabilir.

Danimarkalı bir sivil toplum kuruluşu olan Şiddeti Durdurun örgütünün 13-19 yaş arasındaki genç üyelerinin inisiyatifiyle geliştirilen ilk “Yaşayan Kütüphane” 2000 yılında Danimarka’daki Rosklide Müzik Festivali’nde düzenlendi ve festivalin atmosferini büyük oranda değiştirdi. Bir arkadaşları sokakta şiddetli bir saldırıya maruz kalmış olan genç topluluk, sıradan insanların toplumdaki şiddeti azaltabileceğini düşündü. “Şiddeti Durdurun” örgütü bu şekilde doğdu; normal koşullarda bir araya gelip konuşması zor olan insanlar arasında diyaloğu ve anlayışı yüceltecek bir etkinlik düzenleme fikrini yarattı.

Sabancı Üniversitesi’nde üçüncüsü gerçekleştirilecek olan “Yaşayan Kütüphane”, o tarihten beri aralarında Kanada, A.B.D., Singapur, İtalya, İsviçre, Yunanistan, Kıbrıs, İsveç, Tayland, Hollanda, Portekiz, Norveç, İrlanda, İngiltere, Bulgaristan, İzlanda, Austurya, Estonya, Avustralya, Sırbistan, Slovenya, Polonya, Ukrayna, Japonya, Brezilya, İspanya, Rusya ve Türkiye’nin de olduğu 60’tan fazla ülkede düzenleniyor. 

Daha ayrıntılı bilgi için: 

http://www.humanlibrarysu.org/

http://www.facebook.com/HumanLibrarySU

Tarih : 18 Kasım 2014, Salı 

Saat : 16.00 – 20.00

Yer : SSBF 2119 ve 2128 numaralı sınıflar

Akbank Girişimci Geliştirme Programı 11. dönem mezunlarını verdi

Akbank Girişimci Geliştirme Programı 11. dönem mezunlarını verdi

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu (SUGK) ve Akbank işbirliği ile girişimcilere destek olmak amacıyla yürütülen 5 günlük KOBİ MBA programı olan “Akbank Girişimci Geliştirme Programı” 2014 yılı mezunlarını verdi.

Katılımcılar sertifikalarını, 5 Kasım 2014, Çarşamba günü, Karaköy Minerva Palas’ta düzenlenen törenle aldı. 

Sertifika töreninin açış konuşmasını Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Direktörü Kutlu Kazancı yaptı. Kazancı’nın ardından Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat Berker ve Akbank KOBİ Bankacılığı’ndan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Bülent Oğuz söz aldılar. Törenin ana konuşmasını Aslanoba Gıda ve Aslanoba Capital’in Başkanı, son 3 senede 30 milyon dolardan fazla fonunu 30’un üzerinde girişimci ve fona yatıran girişimci ve melek yatırımcı Hasan Aslanoba gerçekleştirdi.

Sabancı Üniversitesi Girişimci Geliştirme Programı Direktörü Kutlu Kazancı, Türkiye’deki firmaların yüzde 99’unu KOBİ’lerin oluşturduğunu ve çalışanların yarısının KOBİ’lerde çalıştığını ancak Kore’de KOBİ’lerin yatırımın yüzde 35’ini alırken, Türkiye’de toplam yatırımın yüzde 6-7’sini aldığını söyledi. Kutlu Kazancı,  Kore'de ihracatın yüzde 20’sinin KOBİ’lerden gelirken Türkiye'de yüzde 8’inin KOBİ’ler tarafından yapıldığını belirterek, Girişimci Geliştirme Programı’nı KOBİ’lerin katma değerini ve büyümelerini artırmak için gerçekleştirdiklerine dikkat çekti. Programa 60’ı KOBİ olmak üzere 400 başvurunun geldiğini belirten Kutlu Kazancı, KOBİ’ler için mini MBA programı sayılabilecek 5 günlük eğitimde; yalın yönetim, liderlik, finans, strateji, inovasyon, hukuk, fikri mülkiyet, kamu destekleri ve pazarlama derslerinin yanı sıra firma ziyaretinin (Yemeksepeti.com) olduğunu söyledi. 

Kutlu Kazancı “Girişimci Geliştirme Programı ile Türkiye’deki KOBİ gündemini yakaladık. Bu yıl yüzde 10’dan fazlası İstanbul dışından KOBİ’lerle hep beraber şu sorulara yanıt aradık: Korkuyla mı yöneteceğiz? Gerçek takım arkadaşlığı kurulabilir mi? Hangi tip elemana nasıl davranacağız? Yalın dönüşümle 1,5 senede kişi başı ciro yüzde 150 nasıl artırılır? İşletme sermayemiz büyürken bizi sıkıyor mu geliştiriyor mu? Hangi ürün gruplarına odaklanacağız? Aile anayasasını nasıl kuracağız?” dedi.

Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat Berker konuşmasına tüm 

yaşamın bir girişim olduğunu belirterek başladı. Daron Acemoğlu'nun "Why 

Nations Fail?" kitabına atıfta bulunan Prof. Dr. Nihat Berker, ilerleyen 

ülkelerin girişimciliğin önünü açan ülkeler olduğunu söyledi. Prof. Dr. 

Nihat Berker, girişimciliğin gelişmesi için hem kaynak sağlamanın hem de 

başarıyı ödüllendirmenin önemine vurgu yaptı. 

Sabancı Üniversitesi'nin girişimciliğe verdiği öneme dikkat çeken Prof. 

Dr. Nihat Berker, "Sabancı Üniversitesi her aşamasında girişimciliğe 

önem verdi. 2003 yılında Akbank'ın desteğiyle Girişimci Geliştirme 

Programı'nı başlatmaktan mutluluk duyduk" dedi. 

Girişimcilikte KOBİ'lerin önemine vurgu yapan Prof. Dr. Nihat Berker, 

kadınların da girişimci olarak iş hayatında yer almalarının değerinin 

altı çizerek "Toplumda her fert müthiş bir güç. Kadınlara girişimciliğin 

yolunu açmayan toplumlar kendilerini karınlarından vururlar. Girişimci 

Geliştirme Programı kapsamında mezun edilen 250 girişimcinin yüzde 

40'nın kadın girişimciler olması umut verici, daha da ilerleme olmalı" dedi. 

Yakın tarihin en büyük girişimcilerinden birinin Mustafa Kemal Atatürk 

olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Nihat Berker, Atatürk'ün çok genç 

yaşlardan itibaren girişimci ve yenilikçi fikirleri olduğunu ve inandıkları uğrunda büyük disiplinle çalıştığını ifade etti. Prof. Dr. Nihat Berker"Bu 

durum bize iftihar ve aynı zamanda büyük bir sorumluluk veriyor. 

Önümüzde çok güçlü bir örnek var. Biz de her yaştan gençler olarak 

girişimci olmalıyız" diyerek sözlerine son verdi. 

Girişimci Geliştirme Programı ile ilgili açıklama yapan Akbank KOBİ Bankacılığı’ndan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Bülent Oğuz dünya ekonomisinin büyümeyi kalıcı kılacak, iş yaratacak, istikrarı getirecek fikirlere, girişimlere her zamankinden çok ihtiyacı olduğunun altını çizdi. Türkiye’de girişimcilere daha fazla fırsatlar sağlanması gerektiğini ifade eden Oğuz, “Akbank olarak büyüyen ekonomilerin en önemli bileşenleri arasında haklı bir yeri olan girişimciliğin desteklenmesine büyük önem veriyoruz. Çokuluslu dev şirketlerin büyük bir kısmı başlangıçta küçük girişimler olarak doğmuştur. Bir girişimin hayata geçebilmesi için orijinal bir iş fikri ve bu iş fikrinin uygulamaya konulabilmesi için gerekli finansman ve yönetim tecrübesinin bir araya getirilmesi gerekiyor. Ancak çoğu zaman girişimcilerimiz kendilerini destekleyecek imkanlardan yoksun. Bu bakımdan işlerini büyütme fırsatı yakalayamıyorlar. İşte bu noktada girişimcilik ekosistemine değer katan birçok çözüm sunuyoruz. Girişimcilere olan desteğimiz sadece finansal destekle sınırlı değil. Akbank olarak finansman sağlayan bir kuruluştan öte kendimizi “iş ortağı” olarak konumlandırıyoruz. Bilgiye ulaşım, danışmanlık ve yönlendirme konularında da faaliyetlerimiz var. Çünkü küresel rekabet ortamında girişimcilerin finans, pazarlama ve yeni stratejiler geliştirme noktasında bilgiye ihtiyaçları var. Sabancı Üniversitesi ile birlikte hayata geçirdiğimiz “Akbank Girişimci Geliştirme Programı” ile de girişimcilerimizin işlerini daha büyüterek yarının iş dünyasında önemli bir yer edineceklerini umuyoruz. Bundan sonra da girişimcilerimizin geleceğin başarılı KOBİ’lerine dönüşmesi için yeni ürün, hizmet, finansman modelleri, bilgilendirme hizmetleri, işbirlikleri gibi geniş çözüm yelpazemiz ile onların yanında olmaya devam edeceğiz.” dedi.

KAGİDER Başkanı Gülden Türktan girişimciliğin yeni bir konu ve kurgu olduğunu söyledi. Gülden Türtan, para kazandıracak dengeyi, sürdürülebilirliği yakalamak için kurgunun sağlamlığının önemine vurgu yaptı. Dünya Ekonomik Forumu tarafından gerçekleştirilen araştırma sonuçlarına değinen Gülden Türktan girişimcilere kendi kurgularına kadın bakış açısını taşımalarını önerdi. Pek çok izlenebilir dengede kadınların olumlu etkisi olduğuna dikkat çekerek, bunun başarının anahtarı olduğunu söyledi.

Hasan Aslanoba konuşmasına kendi iş deneyimlerini aktararak başladı. 2012 yılından bu yana teknoloji tabanlı start-up şirketlere yatırım yaptığını söyleyen Aslanoba, bugün yurtdışındaki projeler de dahil olmak üzere 53 tane teknoloji tabanlı start-up şirkete toplamda 46 milyon dolarlık yatırım yaptığını söyledi.

Girişimcilerin teknoloji kullanmaları konusunda sabit fikirli olduğunu vurgulayan Hasan Aslanoba, her şeyin neden teknoloji tabanlı olması gerektiğini şöyle açıkladı “Teknolojiyi kullanmamak tek kolla savaşmak gibi bir şey. Bugünün dünyasında teknolojiyi, başta interneti ve mobil teknolojileri kullanmamız gerekiyor. İnternet kesinlikle, tüm alışkanlıklarımızı, ilişkilerimizi, ticaret yapma şeklimizi, öğrenmemizi, eğlenmemizi vb. değiştirecek olan muazzam bir devrim. Hala buzdağının ucunu görüyoruz aslında. Başta Amerika kıtasında olmak üzere önlenemeyen bir nükleer reaksiyon gibi inanılamaz bir enerji ortaya çıkıyor, ekonomik değer ortaya çıkıyor. Bu muazzam ekonomik enerjinin ortaya çıkmasında girişimci ruh ve sermaye bir araya gelmesi büyük bir rol oynuyor. Bu iki katalizör bir araya geldiği zaman çok büyük ekonomik değerler üretebiliyor çünkü dediğim gibi siz tek kolunuzla savaşırken o iki koluyla üç koluyla beş koluyla savaşabiliyor.” dedi. 

İnovasyon hakkında da görüş veren Aslanoba “Burada mutlaka bir şey icat etmeniz de gerekmiyor, var olan iş modellerini, yurtdışında başarılı olmuş iş modellerini tekrarlayıp, geliştirerek başarılı olabilirsiniz. İyi örnekleri alıp geliştirebilirsiniz. dünyada son derece saygı duyulan bir şey. Yeter ki yasal ortamda kalın, fikri mülkiyet haklarına dokunmayın. Herkes birbirinden iyi örnekleri alır, geliştirir, lokal şartlara adapte eder. Var olanın aynısını yapmayın, bu sizi bir yere getirmez. Önemli olan bir işi ilk sizin yapıyor olmanız, o işin uzmanı olarak sizin markanızın öne çıkmasıdır” dedi. 

Kurumsal firmaların start-up şirketlerden öğreneceği çok şeyi olduğunu ifade eden Hasan Aslanoba Girişimci Geliştirme Programı katılımcılarına şu önerilerde bulundu: “Yalın yönetim konusu son derece önemli, asla mükemmeliyetçi olmayın, hızlı olun. Eğer bir şeyin iyi gitmediğini görüyorsanız, başarısızlığı hızlı görün ve hızlıca yönünüzü çevirin bu çok önemli. O yüzden paranızı, gücünüzü, enerjinizi, ürününüzü mükemmel hale getirmeye uğraşmayın. Yalın bir yaklaşımla çok iyi çalışan ama özellikleri fazla olmayan ürünle sahaya çıkın ve pazarın nabzını bir an önce alın. Bu nedenle de ölçülebilir bir ortam sağladığı için internet ortamı çok önemli. Her davranışınız, sitenizde yaptığınız en ufak bir değişiklik kullanıcı tarafından hemen ödüllendirilebiliyor veya cezalandırılabiliyor. Start-up firmaların en ayırt edici özelliği bu çeviklik hız hareket kabiliyeti. Büyük şirketlerde var olan bir strateji uygulanıyorken küçük şirketler bir stratejinin arayışı içerisindedir. Mesela biz yatırımlarımızda 5 yıllık planlara bakmıyoruz bizim için önemli olan kurucuların kimliğidir. Daha da önemli olan çok büyük bir pazarda daha da büyük bir sorunu çözüyor olmanızdır. Pazara ilk girmenin avantajına sahip olmanız lazım. Bunun dışında girişimciler tutkulu olmak zorundadır. Dünyanın en iyi üniversitelerinde bile okusanız, enerjiniz yani tutkunuz yoksa bir metre bile ileri gidemezseniz. Dünyanın en iyi üniversitelerinde okumak, dil bilmek sizi hayata daha iyi hazırlayan şeylerdir ama tutku, asla vazgeçmemek, yılmamak, yere düştüğü zaman ayağa kalkıp tekrar koşmaya devam etmek bir girişimcinin en temel özellikleridir.”

Kimya Arge-Proje Pazarında ANTIMIC Birinci Oldu!

Kimya Arge-Proje Pazarında ANTIMIC Birinci Oldu!

4. Kimya Arge-Proje Pazarında 150 proje arasından, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi'nde İnovent işbirliği ile yürütülen Antibiyotik Direnci ve Hastane Enfeksiyonlarına Karşı Kalıcı Geniş Spektrumlu Dezenfektan Yaklaşımı (ANTIMIC) projesi birinci oldu!

Kimya sektörünün yüksek katma değerli üretimine katkıda bulunmak amacıyla düzenlenen “Kimyevi Maddeler ve Mamulleri Sektöründe AR-GE Proje Pazarı”nın dördüncüsü Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) koordinatörlüğünde İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB), Akdeniz Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (AKMİB) ortaklığı ve TÜBİTAK desteğiyle gerçekleştirilen “4. Kimyevi Maddeler ve Mamulleri Sektöründe AR-GE Proje Pazarı”, 1 Kasım 2014 tarihinde Haliç Kongre Merkezi’nde yapıldı.

Antibiyotik Direnci ve Hastane Enfeksiyonlarına Karşı Kalıcı Geniş Spektrumlu Dezenfektan Yaklaşımı

Proje Sahibi: Yusuf Menceloğlu

Proje Ortakları: Hikmet Budak, Ömer Hızıroğlu

Hastane enfeksiyonu değişik nedenlerle hastaneye yatan bir hastada kuluçka döneminde olmayan ve hastaneye yattıktan 48-72 saat geçtikten sonra gelişen veya taburcu olduktan sonra 10 gün içinde ortaya çıkan enfeksiyonlar olarak tanımlanıyor. Sağlık Bakanlığı’nın 2007 yılında hazırladığı raporda Türkiye’de hastane enfeksiyonu oranının yüzde 5-15 arasında değiştiği kabul edilmekte. Antibiyotik direnci ise yine Dünya Sağlık Örgütü raporlarında etkin olmayan dezenfektan kullanımı ve çapraz bulaşma nedeniyle mikroorganizmaların bağışıklık geliştirdiği bilinmekte.

Bu proje ile hastane enfeksiyonuna neden olan bulaşmaların önlenmesi için hastanede kullanılan maske, eldiven, giysi, çarşaf,ayırma perdeleri, duvarlar, havalandırma filtreleri gibi hastane ekipmanlarının kalıcı antimikrobiyal malzeme ile kaplanması atık suya karışmaması sağlanıyor.

4. Kimyevi Maddeler ve Mamulleri Sektöründe AR-GE Proje Pazarı’nda dereceye giren projeler Türkiye İnovasyon Haftası’nda da sergilenecek.

2015 Mezuniyet Sınıfı Toplantısına Davet

2015 Mezuniyet Sınıfı Toplantısına Davet

​Sevgili 2015 Mezuniyet Sınıfı Öğrencileri,

Mezuniyet Etkinlikleri ve beraberinde 2015 Mezuniyet Sınıfını ilgilendiren tüm konuları konuşacağımız Mezuniyet Sınıfı Toplantısına hepinizi davet ediyorum.

TARİH: 17 Kasım Pazartesi 

YER: SSBF G052

SAAT: 19:30

Mezuniyetinize çok az kaldı. Yıllardır harcadığınız çabaların karşılığını alarak mezun olurken, bunu büyük bir zevkle kutlamak en doğal hakkınız.

Mezuniyet Töreni, her yıl o yılın Mezuniyet Sınıfının yani sizlerin tercihine göre değişebilen özellikleri de barındıran bir yapıda tasarlanmaktadır. Geçmiş yıllardaki Mezuniyet Törenlerinde yapılan etkinlikleri Mezun Web Sitesi üzerinden inceleyebilirsiniz. Size heyecan vereceğine inandığım Tören fotoğraflarını görmek için tıklayınız.

Sevgilerimle,

Nihat Berker

Türkiye’de Kadınların Üniversitede 100. yılı

Türkiye’de Kadınların Üniversitede 100. yılı

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu ve İstanbul Kadın Müzesi işbirliğiyle, Türkiye’de kadınların üniversiteye girme hakkını elde etmelerinin 100. yılında, üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için geliştirilen politikaları,  programları ve iyi uygulama örneklerini uluslararası bir platformda tartışmak üzere 6 – 7 – 8 Kasım 2014 tarihlerinde, Karaköy Minerva Palas’ta, “Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu” düzenlendi.

Bu kapsamda; Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu’nda İtalya, Avusturya, Almanya, İsviçre, Norveç, İngiltere, İsveç, Fransa ve ABD’deki üniversitelerden toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve çeşitliliği üniversitenin politikası yapmak için geliştirilmiş programlar, strateji konseptleri ve başarılı olmuş uygulama örnekleri tartışıldı. Türkiye’den de Ankara Üniversitesi’nde, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde ve Sabancı Üniversitesi’nde yürütülen, akademide toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis etme programları irdelendi.  TÜBİTAK gibi kurumların yurt dışındaki benzerlerinde, akademide toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik geliştirilmiş stratejiler ve politikalar ele alındı.

Sempozyumun açılış konuşmasında siyaset bilimci ve Türkiye´de 1980 sonlarındaki ikinci dalga feminist hareketin en önemli aktivistlerinden Şirin Tekeli’nin mesajını Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Ayşe Gül Altınay aktardı.

Kapanış konuşmasını ise New York Üniversitesi'nden antropolog Emily Martin gerçekleştirdi. Biyoloji Bilimlerinde Cinsiyetçi Dil: Geçmişe ve Geleceğe Bakış başlıklı bir konuşma yapan Emily Martin, kadın bedeninin bir üretim sisteminin parçası gibi algılanmasına kimsenin aldırmadığını söyledi. Kadın ve erkeğin üreme sistemlerinin farklı bir dille ele alındığına dikkat çeken Emily Martin “Erkeğin ve kadının anlatımında "çarpıcı" bir fark var” dedi. İnsan bedeninin ve hastalığın yansıtılış biçimlerini ve bunun toplumsal cinsiyetle bağını anlatan Martin, HIV’in yükseldiği, salgın olduğu dönemde doğanın biyolojide nasıl temsil edildiğine baktığını belirtti. Bağışıklık sistemiyle ilgili bazı anlatılarda 'Ford'cu üretim sistemi modelini kullanıldığının altını çizen Emily Martin, kadınların bağışıklık hastalıkları taşıması ve dezavartajlı pozisyonda oldukları algısının yüksek olduğunu ifade etti.

Sempozyum’a paralel olarak 7 Kasım – 21 Aralık 2014 tarihleri arasında, Yunanistan Başkonsolosluğu Sismanoglio Megaro’da “Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919”  adlı sergi görülebilecek.

“Benim ülkemde kadınlar ve erkekler eşit olacak”

“Benim ülkemde kadınlar ve erkekler eşit olacak”

 Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi'nde sabah saat 08.45'te başlayan Atatürk'ü Anma ve Anlama töreninde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü  andık.


Öğrencilerimiz, akademisyenlerimiz ve çalışanlarımızın katıldığı  törende, Ata'ya saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın ardından Rektörümüz Prof. Dr. Nihat Berker ve konuk Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın konuşmaları ile devam etti.

Girişimcilik ve yenilikçilik vizyonun temsili: Atatürk

Rektörümüz Nihat Berker konuşmasında: "Tüm dünyada hala hem sevilen hem de saygı duyulan dünya ölçeğinde tek lider Atatürk’tür. Dünya üzerinde kadın- erkek eşitliği henüz konuşulmazken ilk Atatürk tarafından gündeme getirilmesi onun dünya ölçeğinde, vizyoner bir lider olduğunun göstergesidir. 1916’da Carlsbad’ta bir hastanede kendi el yazısı ile: “Benim ülkemde kadınlar ve erkekler eşit olacak” demiştir. 

Günümüzün popüler terimleri Girişimcilik ve Yenilikçilik Atatürk’ün vizyonunda yer alıyordu, hepimiz ondan öğrendik. Ayrıca bilim insanları olarak Atatürk’ün dört ana felsefesini benimsiyoruz; akla güvenmek, kendine güvenmek,  gençliğe güvenmek ve hiçbir zaman pes etmemek” dedi.  Nihat Berker konuşmasında kişisel olarak da zorluklarla baş etmesi gereken durumlarda Atatürk’ün mücadeleci özelliğinin kendisine her zaman ilham verdiğini de vurguladı.

Sürdürülebilir medeniyet

Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya konuşmasında, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün medeniyet ve Türk modernleşmesi üzerindeki etkilerinden bahsetti. Çetinsaya, son dönem Osmanlı ve erken dönem Türkiye Cumhuriyeti düşünürlerinin medeniyet üzerine fikirlerini ve Atatürk’ün medeniyet üzerine demeçlerini paylaştığı konuşmasında, medeniyetin çağa uygun olarak süreklilik ve devamlılığı hakkında görüş vererek konuşmasını tamamladı. 

Alternatif tiyatro topluluğu: ODA TiyatroSU

Alternatif tiyatro topluluğu: ODA TiyatroSU

Öğrencimiz Naz Uğurlu'nun ODA TiyatroSU ile SUch as Blog için yaptığı söyleşisi: 

 

ODA TiyatroSU’nun “Gidelim Mi artık?” oyununu izlediniz mi? Sadece okulda değil, Abbasağa, Yoğurtçu, Kalamış Parkı ve Kuzguncuk Bostanı’nda da oynadılar.

 

İzlediyseniz şanslısınız!

İzlemediyseniz de pişman olmanız için bir şans veriyorum size!

 

İşte Ecem Erhamza, Ece Tekbulut ve Selin Meral’den oluşan“Gidelim mi artık?” ekibiyle yaptığım samimi röportaj!

Milano’da olduğum için bu röportajı skype üzerinden yaptık. Ne mutlu ki, teknik aksaklıklar dışında bize hiçbir şey engel olmadı.

Bilmeyenler için oyundan kısaca bahsedecek olursak; üç arkadaş bir gün ormanda oyun oynarken, Ada, Naz ve Defne’nin ısrarları üzerine bir ağaca çıkıyor. Sonra da ağaçtan düşüp, hayatını kaybediyor. Bu olay Naz ve Defne’de derin izler bırakıyor. Oyunda ise Naz ve Defne’nin, Ada’nın ölümünden sonra tekrar ormanda buluştukları bir hesaplaşma anına tanık oluyoruz.

 

Keyifli okumalar!

 

Ece Tekbulut: (ET)

Ecem Erhamza: (EE)

Selin Meral: (SM)

Naz Uğurlu: (NU)

 

NUİlk olarak biraz ODA TiyatroSU’ndan bahsedelim. ODA TiyatroSU’nu SUO’dan ayıran nedir?

ETOkulda tiyatro kulübü adı altında iki farklı topluluk var. Biri SUO, diğeri de ODA TiyatroSU. ODA TiyatroSU için alternatif tiyatro topluluğu diyebiliriz. Alternatif tiyatro topluluğu diyoruz ama alternatif ne demek? Ondan da bahsedelim. Bir ana akım tiyatro var, bir de onun yanında filizlenen başka bir tiyatro var demek değil. Aslında alternatif tiyatro, bugünün ana akım tiyatrosu. Ben bizim ne olduğumuzu açıklarsam, diğer topluluklarla da farkımız bir şekilde ortaya çıkar zaten. Bizim en büyük özelliğimiz, sahne dışındaki her alanı oyun alanı olarak kullanmamız. Böyle olunca zaten sahnede oynanması üzere yazılan oyunlar bize çok uygun olmayabiliyor. Bu durumda bize birkaç seçenek kalıyor. O da  sahnede  yazılmış oyunları başka bir mekana uyarlamak, farklı mekanda geçen oyunları seçmek ya da yeni bir metin yaratmak. Şu ana kadar daha çok klasik olmayan, 3-4 sene önce yazılmış çağdaş metinlere ağırlık verdik, geçen sene kendi metnimizi yazdık, bu şekilde de devam etmeyi düşünüyoruz.

 

 

NUNe zamandan beri tiyatroyla ilgilisiniz? Ve ODA TiyatroSU’na ne zaman katıldınız? Bu sorunun cevabını hepinizden ayrı ayrı bekliyorum ona göre.

EE: Ben başlıyorum o zaman. Benim tiyatroya ilgim ilkokul yıllarından kalma. İlkokulda hep “Ecem yapar.”,“Ecem hadi kızım.”,“Ay ne kadar da güzel oynuyormuş bu kız!” tadında cümlelerle büyüdüm. Daha sonra lisede tiyatroya yönelik bir şey yapmadım. Üniversite içinse hep “Kesin üniversitede tiyatronun üzerine gideceğim!” diyordum. Ama üniversitedeki ilk yılımda maalesef ODA TiyatroSU’nun varlığından haberdar değildim. Keşke olsaymışım. Ben SUO’ya yazılmıştım. Ama SUO’dan istediğimi alamadım. ODA TiyatroSU’nu daha sonra dönemin ortalarında duydum ve ancak tüm bunlardan bir sene sonra oda arkadaşımın ısrarlarıyla kafaya koydum bu işi, Ece’yle konuştum. Tamam dedim ben varım. Katıldığım ilk toplantıdan sonar da dedim güzel, sıcak ve samimi bir ortam! Geçen sene başladım. Şimdi ikinci senem.

ODA TiyatroSU ne demek? Galiba Sabancı’da kendimi bulduğum yer! Çok klişe olabilir ama gerçekten öyle. Çok kulübe girdim, bir şeyler yaptım ama hiçbirinde ODA TiyatroSU’ndaki enerjiyi yakalayamadım. “Bu benim kulübüm, ben buranın bir parçasıyım!” diyebildiğim bir yer ODA TiyatroSU.

NU: Ne güzel ama! Şahsen benim kendimi bu kadar ait hissettiğim bir kulüp yok sanırım. (Üzgün üzgün bakıyorum.)

ET: Seni de bekleriz Naz! (Gülüyor.)

NU: (Gülüyorum.) Ece seninle devam edelim o zaman.

ET: Benimki nispeten daha uzun bir hikaye olacak. Benim lisede küçük bir grubum vardı.Kendimizin yazdığı, kendimizin oynadığı oyunlar çıkarıyorduk ve çok samimi bir ortamdı diğer tiyatro kulüplerinin aksine. Lisede böyle küçük bir tiyatro deneyimim olmuştu. Ondan sonra üniversitede de bunu devam ettirmek istedim tabi ve bu şekilde bir kulübün arayışına girdim. Biraz araştırma yaptım hangi kulüpler var diye. Tiyatroda iki topluluk olduğunu fark ettim. Ben doğrudan ODA TiyatroSU’na yöneldim. O benim, bu okuldaki en büyük şansım olabilir. Girer girmez aradığını bulabilmek. İlk başlarda ODA TiyatroSU’nun bir çocuğuydum ben. Kulüpteki insanlar beni yetiştiriyordu. Şimdi benim kulübe bakışım, sanki kulüp benim çocuğummuş gibi. Kulüptekiler yetişsin, yeniler gelsin, taze kan olsun istiyorum!

Bunun dışında ODA TiyatroSU çok küçük bir topluluk. İnsanlar bir kulübe girdiği zaman sosyallik de arar, bir şey de üretmek ister. Kendiyle gurur duymak ister, ama sevincini birkaç insanla da paylaşmak ister. ODA TiyatroSU’nda bunların hepsini yaşayabildim. Hakkikaten mücadelesini de verdik, el emeği göz nuru işler de çıkardık. Ama en önemlisi, onu da gerçekten benim mutluluğumu aynı şekilde paylaşan insanlarla paylaştım. ODA TiyatroSU benim için bir kulüpten bekleyebiliceğim her şey bu anlamda.

NU: Peki ya sen Selin? ODA TiyatroSU senin için ne demek? Ne zaman başladın tiyatroya?

SM: Şimdi… İlkokul piyeslerini falan saymazsak tiyatroyla daha önceden ilgilenmiyordum. Üniversiteye girdiğimde tiyatro kulübüne katılırım diye düşünmüştüm ama ilk sene girmedim herhangi bir kulübe. Yıl içerisinde Ece ile tanıştım ve sayesinde ODA TiyatroSU’nun toplantılarından birine katıldım. İleriye yönelik planlarından konuşuyorlardı. Beni çok etkilemişti o toplantı. Sürekli Ece’ye “Ben seneye geleceğim, ben seneye geleceğim!” deyip duruyordum. Ve böylece geçen sene kulübe girdim!

Benim için ne ifade ediyor kısmına gelirsek; bir şeyler yaratmak istiyordum ben. Bunu yapmama imkan sağlayan bir kulüptü ODA TiyatroSU. O yüzden benim için çok önemli. Bir de tabi burda çok güzel arkadaşlıklar da kurdum. Hepimiz adeta aile gibiyiz. Her anlamda hayatımın vazgeçilmez bir parçası oldu ODA TiyatroSU.

 

 

NUNe kadar sıklıkta prova alıyorsunuz? Provalar nasıl ilerliyor? Hiç unutmadığınız, “ah o prova var ya” dediğiniz bir provanız var mı? Ya da birkaç prova bilemedim.

EE: Öncelikle her hafta provamız oluyor. İlk dönemden spesifik bir iş üzerine çalışmaya başlamıyoruz. Konsantrasyon, ısınma, doğaçlama çalışmaları yapıyoruz provalarda. Gayet güzel de geçiyor.

Unutamadığım prova… Benim aklıma ormandaki ilk provamız geliyor. Bir pazar günü ormana gidişimiz!

Metin bitmiş, provalar başlamış. Sonunda ormana gidilecek biliyoruz, o fikir hep bir köşede duruyor ama hiç gitmemişiz daha. Ben yokken ormanda bir yer belirlenmiş. Pazar günü de hadi ormana gidelim dendi. Peki, tamam. Ormana gittik, yürüyoruz . Düşünüyorum yolda nasıl geçicek bu prova şimdi diye. Ama gerçekten çok da eğlenceli geçmişti. O kadar hevesliydik ki çünkü… Provadan sonra koşarak çıktık ormandan! Dışardan bakanlar deli demiştir. Dört saat bu insanlar ormanda ne yaptı? Koşarak niye çıkıyorlar. (Gülüyoruz.)

ET: Birtakım sesler duyduğumuzda bu kesin çıngıraklı yılan deyip, korka korka prova yapıyorduk. Hatta Ecem dedesinden yılan kaçırma yöntemleri öğrenmişti.

EE: Dedem kükürt dök dedi! İşin kötüsü ormanın girişinde, kenarlarda kükürt gerçekten de vardı. Tabi ben bunu görünce çok gerildim! Dedim geliyor yılan o zaman, valla geliyor!

(Kısa bir sessizlik.)

ET: Sıra bende sanırım.

NU: Evet evet!

ET: Unutamadığım prova, unutamadığım prova… Buldum! Ben yönetme halindeyken “tak tak” ve “aaaayyneeeen” laflarını çok kullanıyorum.

EE: (Gülüyor.)

ET: O “tak tak”ın kimse ne olduğunu bilmiyor ama ben kendimi çok iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. O çok güldüğüm provada da; Ecem, Selin ve Berkcan benim bu “tak tak” ve “aaaayyneeeen”lerimle dalga geçmişlerdi.

EE: Ama çok komikti! (Gülüyoruz.) Mesela Ece, Selin’in bir şeyi daha net söylemesini istiyor. Bu yüzden de “Selin anladın mı? Tak tak tak.söylemelisin, taak taaak taaak değil.” diyor. Ece’yle çok eğlenmiştik o gün.

SM: Ama birbirimizi de anlıyorduk yani. Güzel yöntemdi! (Gülüyoruz.)

ET: Ama elimde olmadandı! Başka şekilde kendimi ifade edemiyordum. Benim taklidimi yapmaya başladıkları zaman çok güldüğümü hatırlıyorum ve dedim ki ne çektirmişim arkadaş. (Gülüyor.)

SM: Benim aklıma ilk gelen prova da belki de en uzun provamızdı. Oyunu yazdığımız sıralarda saatlerce oturup kafa patlatıyorduk studylerde. Provaları oyun yazmaya harcıyorduk. Ama o provada fena takılıp kalmıştık. Yetmezmiş gibi elimizde bir şey olsun, o gün bir şeyler çıkarmış olalım diye altı saat boyunca aynı odada oturmuştuk. Baktığımızda gecenin sonunda sadece beş cümle yazabilmiştik. Ama nasıl bir ortam? Sadece sessizce oturuyoruz ve ‘Naz bundan sonra ne derdi’yi düşünüyoruz. Herkes birbirine bunu soruyor. Saçmasapan sessizliklerin olduğu, uzun bir provaydı.

NU: Altı saat diyorsun. İnsan sessizce oturmasın da ne yapsın? (Gülüyoruz.) Ama metin yazıyordunuz sanırım. Dolayısıyla bu zor ve uzun bir süreç.

SM: Gerçekten uzun bir süreç. Deprem için depoluyormuşçasına yemek alırdık!

NU: Bak bu iyiymiş işte!

SM: (Gülüyor.) Çok hoşumuza gidiyordu. Ece zaten annemiz gibi her zaman torbalarla gelirdi. Daha çok sağlıklı yiyeceklerle ama! En son sadece bir kere pes edip cipslerle gelmişti! (Gülüyoruz.)

 

 

NUO zaman gelelim son oyununuz olan “Gidelim Mi Artık?”a. Biliyorum ki oyunun metnini siz oluşturdunuz. Nasıl oluşturduğunuzdan biraz bahseder misiniz? Yaratım süreci nasıldı?

ET: Şöyle; oyunu ormanda oynamak istediğimizi biliyorduk en başında. Ama ormanda oynanmak için yazılmış bir oyun yoktu.

NU: İlk önce mekan fikriyle mi ortaya çıktınız? Nedense hep tam tersi olmuştur, olmalı gibi düşünmüştüm. Bu fikir kimden çıktı peki?

ET: Bu sene gerçekleştirilicek proje olarak orman hayali hep vardı benim kafamda. Ama sadece orman hayali, daha fazlası yoktu. Biraz korkmama rağmen fikrimi diğerlerine açıkladığımda ise herkes çok sahiplendi. O yüzden orman fikrinin üzerine inşa edilen her şey ortak ürünümüz diyebilirim.

 

 

NU: Peki neden orman en başından beri?

ET: Ormanda oyun yapma fikri ODTÜ ormanının tahrip edilmesiyle aklıma gelmişti. Bizim ormanımız için benzer bir tehdit olmasa da ormanımızı sahiplenelim istedim. Gezi direnişiyle ağacın anlamı çok değişti çünkü. Bir ağaç sadece bir ağaç, bir park sadece bir park değil artık. Günümüzde doğanın her parçası sahip çıkılmaya muhtaç. Orman fikriyle de aslında hem seyircilerin ormanla farklı bir ilişki kurmasını istedik, hem de bizler farklı bir ilişki kurmuş olduk. Orman da, en büyük yardımcımız oldu seyirci üzerinde istediğimiz etkiyi bırakmak için.

 

Metnin hazırlanma sürecine geri dönersek.

Nasıl ilerledik?

Açıkçası hiç oyun yazma deneyimimiz yoktu. Karanlıkta oynamak istediğimize emindik, o yüzden bir akşam ormana gittik.Gece ormanda yürümek çok tedirgin ediciydi. Daha sonra da dönüp odada toplandık ve ormanın şimdi bize ne çağrıştırdığını konuştuk. Herkes teker teker kelimeler ortaya atmaya başladı.

EE: Yalnız ortaya atılan kelimeler arasından çok garip şeyler çıktı! Hatta o kadar uçuk fikirler çıktı ki, biraz daha temel şeyleri düşünelim derken bulduk kendimizi.

ET: “Unutulan”, “zamanın yavaşlaması”, “çirkin olan” gibi fikirlerle kalakaldık başta. Bir sonraki provada bunlardan birini seçip ilerleriz diye düşünmüştük ama o şekilde hiç yürümedi. Onun üzerine; oyunda üç kişi olucaktı. Bu kişiler arasındaki ilişkiler nasıl olabilir diye çeşitli ilişki ağları çıkardık. Ama işte orda da lezbiyen aşklar üstüne gelen cinayet hikayeleri çıktı. O noktada içten içe biraz gerilmeye başlamıştım. Kendimi sorumlu hissediyordum. Pek bir şey çıkaramıyorduk. Ancak bir gün çok basit düşünmeye karar verdik –o günü de çok iyi hatırlıyorum- ve kamp fikri çıkıverdi. İşte kampa gidince ne olur? Korku hikayesi anlatılır. Ya sonra, diye diye ilerledik.Şaşırtma üzerine ilerlemek istedik. Bu tarz oyunlar hoşumuza gidiyordu. O yüzden korku hikayesini öyle kurguladık. Oyunun yarısı masa başında, yarısı da doğaçlamalarla ortaya çıktı. 

NUOynadığınız karakterleri bir de sizden dinlesek. Oynarken nasıl hissettiniz?Selin sen Naz’ı, Ecem sen de Defne’yi oynuyordun sanırım.

SM: Karakterleri genel olarak düşündüğümüzde özellikle okuldaki insanlara yabancı gelmeyecek, kendi yaşlarımızda karakterlerle yola çıkmak istemiştik. O yüzden de yirmili yaşlarında üç karakterimiz olacaktı. Önce bu karakterlerin kişiliklerini oturttuk. Daha sonra karakterler arasındaki ilişkileri, en son da olayı kurguladık.

EE: Karakterleri nasıl oluşturduk? Sorular sorarak. Defne nasıl güler? Nasıl konuşur? Arkadaşlarıyla arası nasıldır? Defne’yi oluştururken benim aklımdaki şey, Ecem gibi bir karakter olmasını istemediğimdi. Başkaları izledikten sonra bu karakter aynı Ecem desin istemiyordum. Bu tedirginliği avantajıma çevirmeye çalıştım hep. Bir yerden sonra Defne öyle bir karakter oldu ki; Defne böyle yapardı, Defne böyle derdi diyebilir olmuştum ve bu çok hoşuma gitmişti. Daha sonra oyunu yazma kısmında bu çok işimize yaradı, güzel oldu.

NU: Bi’ dakika, bi’ dakika! Yani ilk önce karakterleri yarattınız, daha sonra da onları metni yazma sürecine dahil mi ettiniz?! Nedense metin yazılıydı ve siz karakterleri oynayarak içselleştirdiniz sanmıştım. Beni sürekli olarak şaşırtıyorsunuz! (Bütün şaşkınlığımla bakıyorum.)

EE: Yok! (Gülüyor.)

NU: Ama böylesi tabi ki daha mantıklı!

EE: Hatta bazen Defne’yle röportaj yaptık. “Defne bu soruya nasıl cevap verirdi?”ye daha da hakim olabilmek için.

NU: Gelelim Naz karakterine o zaman. Naz nasıl biridir?

SM: Benim karakterim; Naz, geçmişindeki olayı atlatamamış, hala onunla birlikte yaşayan; o olayı geçmişte bırakmak istemeyen biri. Her şey eskisi gibi olsun istiyor ve bunu sağlamak için de elinden geleni yapıyor. Ama daha da önemlisi Defne’yi de bu oyunun içinde istiyor. Kendiyle de sorunları var. Kendini suçluyor. Sağlıklı bir psikolojide değil kısaca. Böyle bir karakterdi Naz. Yazarken tabi ki zorlandık haliyle.

ET: Bir tane dengesiz bir karaterimiz olacağından emindik. Oyunu ilerletmek adına. Defne de bizim sesimiz olmalıydı. Ama Naz daha iki boyutlu, Defne daha tek boyutlu bir karakter oluverdi. Zaman içerisinde bunun böyle olmasından rahatsız olup Defne’ye de bir dengesizlik kattık ki, bir oraya bir buraya götürebilelim seyirciyi.

 

 

NUİlk defa oyunu sahneledikten sonra nasıl hissetmiştiniz peki?Alkışlar geldi ve sizleyiz mesela.

EE: Benim üzerinden yüz insan kalkmış gibi oldu. Bir de bittiğinde aklımdaki şeylerden biri çok hızlı oynadığımızdı. Alkışlar “alnınızın akıyla bu işi bitirdiniz ve şu an karşılığını alıyorsunuz” diyordu. Çok güzeldi! O alkışlar çok güzeldi!

SM: Ben de inanılmaz heyecanlıydım o gün! Acayip kalbim çarpıyordu. Acaba oyun bitince ne tepki vericek seyirci diye merak ediyordum daha çok. Ve insanlardan gelen alkış sesleri… Yüzlerini pek göremiyordum ışıklar yüzünden oyun bittiğinde ama; sonradan gelen tepkiler beni inanılmaz mutlu etmişti! Hatta beklediğimden iyi tepkiler aldığımızı düşünüyorum. Çünkü ben biraz grubun karamsar elemanıydım. Ama beni bile ikna edecek kadar güzel tepkiler aldık. O yüzden çok mutluydum.

ET: Ben belli bir süre sadece yönetmeniydim oyunun. Oyuncular arasında değildim ama prova yaparken, metni yazarken, her süreçte beraberdik. Her anlarını izliyordum.Ormanda, öncesinde, sonrasında her zaman beraberdik. Ama oyunun başlamasına yirmi dakika kala benim onlardan ayrılmam gerekti. Ve böyle tek başıma yürürken kalbim küt küt atar oldu. Çok heyecanlandım. Gözlerim doldu! Bu kuşlar şimdi uçucaklar tek başlarına! Oyun başlamadan telefonlarınızı kapalı tutunuz tadında bir konuşma yapmam gerekiyordu fakat sesim çıkmıyordu o an. Bu sefer oyuncular arasında değildim ama sanki ben de seyirci karşısındaymışım gibi hissettim. Oyun bittiğindeyse hiçbir repliği atlamamışlardı! O inanılmaz bir mutluluk! Prova anında bile unutulan replikler oluyor, başka hatalar oluyor. Bana her şey çok doğru geldi! Gerçekten çok güzeldi her şey.Çok gurur duydum. O alkışı onlarla hep beraber almak çok güzeldi. Bir de insanlar anında tebrik etmek istiyorlardı. O sarılmalar, hemen yanınıza gelenler. En güzel his o belki de gerçekten.

 

 

NUOyunu Yoğurtçu Park’ı, Kuzguncuk vb. halka açık alanlarda da oynadınız. Gelen yorumlar ne yöndeydi?

EE: İlk önce Yoğurtçu Parkı’nda oynadık. Yoğurtçu Parkı Forumu ile işbirliği yapmıştık. Forumdan, sokaklardan duyan, tanımadığımız insanların gelmesi ve oyunu beğendiklerini belirtmeleri, alkışları… O çok güzel bir duyguydu!

Bunun ardından üç parkta daha oynadık.En güzeli Kuzguncuk’takiydi diyebilirim sanırım.Son oyunumuzdu o.

SM: Evet! Kuzguncuk’taki yorumlar bizi çok etkilemişti! Bostanın atmosferi çok güzeldi. Kuzguncuk halkı ayrı güzeldi!

EE: Ben daha önce Kuzguncuk Bostanı’na hiç gitmemiştim. İnsanlar gerçekten hevesliydi. Çocuklarını alıp gelmişlerdi.Benim en çok hoşuma giden şeylerden biri, çocukların bizlere soru sormasıydı. Bizim yetişkinlerden oyunla ilgili beklediğimiz sorular, çocuklardan geldi. Şaşırdık ve güldük bu duruma. Sorduk mesela “Naz’ı mı, Defne’yi mi daha yakın hissettin kendine?” diye. Ve inanılır şey değil beklediğimiz cevapları da yine onlardan aldık.

ET: Okulda oynadığımız oyunlarda, tabi ki bizleri daha iyi tanıdığı için insanlardan daha çok geri dönüş olmuştu. Bir şekilde daha samimi olduğunuz insanlar çünkü onlar.

NU: Çekinmiyorlar tabi.

ET: Evet! Ama tabi yine çok güzel tepkilerle karşılaştık! Mesela Abbasağa’da balkondan teyzeler alkışlamışlar bizleri. Ben fark etmemiştim arkadaşımız söyledi. Yoğurtçu Parkı’nda annem yaşlı, seksenlerinde bir teyze görünce kimin akrabasısınız demiş. Normalde akşam sekiz buçukta kalkıp parka gelmesini bekleyeceğiniz bir teyze değil çünkü o. Halbuki teyze oyunu muhtardan duymuş, ve gerçekten sadece izlemek istediği için gelmiş. Bunların dışında ağlayan oldu oyunda! O da Yoğurtçu Parkı’ndaydı. Benim akrabalarım zaten ağlıyordu da. tanımadıklarımızdan bahsediyorum (Gülüyor.)

 

 

Ama Kuzguncuk halkı bizi ayrıca çok mutlu etti! Orda olmamızdan heyecan duymuşlardı belli ki, bir de oyunu da beğenmişlerdi.

SM: Evet evet! İşte hep gelin, anlaşalım, oynayın diyorlardı. Hepsi tontiş tontiş sandalyelerini alıp gelmişti izleyicilerimizin.

ET: Şeyi unutmuyorum Kuzguncuk’ta. Son oyunumuzdan sonra oturmuşuz çay içip, kek yiyoruz. Aradan da iki, üç saat geçmiş. Oyunun tozu kalmamış artık otobüse binip eve döneceğiz. Otobüse doğru yürürken bir anda alkış başladı. Orada kenarda oturan ablalar, aferin gençler nidalarıyla alkışladılar bizi.

NU: Ya! Tüylerim diken diken oldu! Ne güzel.

ET: Gerçekten öyle! Ben ertesi gün yine Kuzguncuk’a gittim hatta. Ama tabi farklı bir sebepten.Bakkala girdim su almaya. Bakkaldaki amca bile dün akşamki oyundan beni hatırladı, ve tebrik etti. Anlamsız bir önyargı yapmak istemem, ama beklemiyordum.Kat ve kat daha mutlu olmuştum o gün.

 

 

NU“Gidelim Mi Artık?”ı kaçıranlar ne demek istersiniz?

ET: Bizim her oyunumuz çok güzel oluyor biliyor musunuz! (Gülüyoruz.) Şaka bir yana herkesin ilgisini çekecek, herkesi heyecanlandırıcak ögeler oluyor oyunlarımızda. Başka projelerimiz her zaman olacak. Farklı bir tiyatro deneyimini her oyunumuzda yaşayabilirler.

SM: Bekleyin! Bu dönem sonunda bomba gibi projeler geliyor!

 

 

NUODA TiyatroSU’na katılmaya istekli yeni gelen, gelmek isteyip de utanıp gelemeyen arkadaşlara burdan söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

SM: Utanmayın! Utanmayı gerektirecek hiçbir şey yok.

EE: Aynen! Çekinmeyin arkadaşlar, rica ederim. Alternatif tiyatro diyoruz evet ama amuda kalkarak oynamıyoruz. İnsanlarda yanlış bir algı oluşmasın. Üniversite yeni şeyleri deneme, kendini bulma mekanı. Kimse çekinmesin. Belki bir daha bu şekilde bir fırsat bulamazlar. Üniversitede yeni bir şeyler denesinler, ODA TiyatroSU da bunun için, tiyatro düşünen biri için güzel bir yer.Tiyatro düşünmeyene de güzel. Çünkü hiçbirimizin öyle havalı bir tiyatro geçmişi yok. İşin güzel yanı da bu!

NU: Gerçekten benim bile giresim geldi kızlar!

ET: Selin, Ecem ve Berkcan;  küçükken şunu oynamıştım, bunu yapmıştım tiyatroda diyorlardı ilk geldiklerinde. Ve o andan bir yıl sonra, bir oyun yazıp, kaç kişinin karşısında oynadılar. Bu gerçekten bambaşka bir gelişim ve tecrübe. Üniversite bunu yaşamak için harika bir yer. ODA TiyatroSU olmasın da başka bir yer olsun. Ama kulübümüzün herkesin bir şeyler yaratabiliceği, kötü bir anında destek bulabiliceği, gülüp eğlenebiliceği, eğlenirken de büyüyebiliceği bir yer olduğunu söyleyebilirim.Biz hiçbirimiz büyük yetenekler arıyoruz gibi bir hedefle yola çıkmıyoruz. Hiçbirimiz öyle değiliz. Zaten doğallık ve samimiyetten yanayız. Kapımız herkese açık.

SM: Sadece tiyatro yapmak değil mesele. Eğlenerek vakit geçirdiğin bir yer ODA TiyatroSU.

EE: Öyle olmasa çıkmazdı bu işler zaten.

NU: Sizi izlemiş biri olarak da rahatça söyleyebilirim; belli ki eğleniyordunuz.İşinizle gurur duyuyordunuz.Orda olmaktan mutluydunuz.Ve ben de sizi izlemekten çok keyif almıştım.Ormana gitmeden başka bir yerde buluşup ormana gittiğimizi hatırlıyorum.Bu hikayeyi daha inandırıcı hale getirmişti, çünkü biz adeta Naz ve Defne’nin hayatına dahil oluvermiştik. Sizlerle, ODA TiyatroSU’yla daha nice hayatlara dahil olmak dileğiyle!

Çok keyifli bir röportajdı!

Sizlerin ağzına sağlık.

Bir de internet bağlantımız sağolsun.

 

ODA TiyatroSU ile ilgili linkler:

https://www.facebook.com/kulup.odatiyatrosu?fref=ts

http://kulup.sabanciuniv.edu/~tiyatro/

 

Muhasebe Araştırmalarında Disiplinlerarası Yaklaşımlar

Muhasebe Araştırmalarında Disiplinlerarası Yaklaşımlar

Sabancı Üniversitesi “11. Uluslararası Muhasebe Konferansı” ev sahipliği yaptı

Sabancı Üniversitesi, 31 Ekim -2 Kasım 2014 tarihleri arasında “11. Uluslararası Muhasebe Konferansı”na evsahipliği yaptı. Bu yılki teması, “Muhasebe Araştırmalarında Disiplinler Arası Yaklaşımlar” olarak belirlenen konferans Sabancı Üniversitesi’nin Tuzla’daki kampüsünde, Yönetim Bilimleri Fakültesi binasında gerçekleşti.


Muhasebe Öğretim Üyeleri Bilim ve Dayanışma Vakfı (MÖDAV) tarafından 11 yıldır düzenlenen bu konferans, ilk olarak bir vakıf üniversitesi kampüsünde, Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi’nde (YBF) yapıldı. Konferans organizasyonun ağırlıklı kısmının da YBF Muhasebe alanındaki öğretim üyelerince üstlenildiği konferansın katılımcıları Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli üniversitelerinden gelen öğretim üyeleri ve doktora öğrencileri ile iş dünyasından ve çeşitli düzenleyici kurumlardan gelen yöneticiler oluşturdu.

Uluslararası yazında, disiplinler arası muhasebe araştırmalarına olan ilgi giderek artarken, muhasebe ve diğer sosyal bilim araştırmacılarını bir araya getirerek, muhasebenin sosyal, politik ve ekonomik çevre ve diğer disiplinlerden nasıl etkilendiği ve/veya nasıl etkilediğini tartışmayı amaçladı. Muhasebe bilgi ve uygulamalarındaki gelişmeleri ele alan konferansın, muhasebe ve diğer disiplinler arasındaki etkileşimin tartışıldığı bir platform oluşturması hedeflendi. Çağdaş muhasebe araştırmalarında eğilim, farklı araştırma yöntemleri ve disiplinlerin yarattığı sinerjiden yararlanmak için faklı ve tamamlayıcı yaklaşımları bir arada kullanma yönünde seyrederken; ekonomik, örgütsel ve sosyal teorilerdeki gelişime entegre olan muhasebe araştırmaları, bu gelişimden faydalanabilineceği ortaya kondu.

Sunulan tebliğler ve konferans oturumlarında, çağdaş teori ve uygulamalar tartışıldı, muhasebe araştırmalarının tarihi ve disiplinler arası boyutu incelendi ve muhasebe araştırmalarındaki değişimin daha iyi algılanmasına yardımcı olacak yeni boyutlar ele alındı. Konferansta, ana tema ve iki panelin konuşmacılarının sunumlarının yanı sıra, seçilmiş çalışmaların sunumlarının yapıldığı eş zamanlı oturumlar da yer alacak ve oturumlar Sabancı üniversitesi mensuplarına açık olarak gerçekleşti. Konferans, Sabancı Müzesinde Miro Sergisi gezisi ve gala yemeği ile son buldu.

34. KABATEK/2. TUZLA EDEBIYAT ŞÖLENİ'nin akademik programı 7 Kasım tarihinde kampüsümüzde gerçekleşecek

"6-10 Kasım tarihleri arasında Tuzla Belediyesi ve Kıbrıs-Balkanlar-Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu (KIBATEK) ile ortaklaşa gerçekleştirilecek 34. KABATEK/2. TUZLA EDEBIYAT ŞÖLENİ'nin akademik programı 7 Kasım tarihinde kampüsümüzde Üniversite Merkezi, Sinema Salonunda gerçekleşecektir.  13:35'de Rektörümüz Nihat Berker'in açılış konuşması ile başlayacak program Uluslararası Türkçe ve Türk Edebiyatı üzerine panel tartışmaları ve şiir şöleni ile tamamlanacak."

Etkinlik Programı

Türkiye’de Kadınların Üniversitede 100. yılı sempozyum ve sergi ile kutlanıyor

Türkiye’de Kadınların Üniversitede 100. yılı sempozyum ve sergi ile kutlanıyor

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu ve İstanbul Kadın Müzesi Türkiye’de kadınların üniversiteye giriş hakkını elde etmelerinin 100. Yılını, uluslararası bir sempozyum ve sergi ile kutluyor. 6-7-8 Kasım 2014 tarihlerinde düzenlenecek “Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu”na, “Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919” başlıklı sergi eşlik edecek. Sergi, 7 Kasım – 21 Aralık 2014 tarihleri arasında Yunanistan Başkonsolosluğu Sismanoglio Megaro’da görülebilecek.

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu ve İstanbul Kadın Müzesi işbirliğiyle, Türkiye’de kadınların üniversiteye girme hakkını elde etmelerinin 100. yılında, üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için geliştirilen politikaları,  programları ve iyi uygulama örneklerini uluslararası bir platformda tartışmak üzere 6 – 7 – 8 Kasım 2014 tarihlerinde, Karaköy Minerva Palas’ta, “Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu” düzenlenecek.

Sempozyum çerçevesinde 7 Kasım – 21 Aralık 2014 tarihleri arasında, Yunanistan Başkonsolosluğu Sismanoglio Megaro’da “Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919”  adlı sergi görülebilecek. 

Sempozyumda uluslararası örnekler tartışılacak

Türkiye’de kadınların üniversiteye girme hakkını elde etmelerinin üzerinden 100 yıl geçti.  Kadınlar şimdi, üniversitede toplumsal cinsiyet eşitliğine ne kadar yaklaşıldığını, akademinin hangi alanlarında var ya da yok olduklarını sorguluyorlar. Günümüzde yükseköğrenim kurumlarında verilen eğitimin kalitesiyle birlikte, akademide toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleşmesi ve özellikle de bunun ne kadar kurumsallaştırıldığı,  üniversitelerin kalitesini belirleyen faktörler arasında yer alıyor.

Bu kapsamda; Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu’nda İtalya, Avusturya, Almanya İsviçre, Norveç, İngiltere, İsveç, Fransa ve ABD’deki üniversitelerden toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve çeşitliliği üniversitenin politikası yapmak için geliştirilmiş programlar, strateji konseptleri ve başarılı olmuş uygulama örnekleri tartışılacak. Türkiye’den de Ankara Üniversitesi’nde, Mersin Üniversitesi’nde ve Sabancı Üniversitesi’nde yürütülen, akademide toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis etme programları irdelenecek.  TÜBİTAK gibi kurumların yurt dışındaki benzerlerinde, akademide toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik geliştirilmiş konseptler ele alınacak.

Sempozyumun açılış konuşmasında siyaset bilimci ve Türkiye´de 1980 sonlarındaki ikinci dalga feminist hareketin en önemli aktivisti Şirin Tekeli’nin mesajını Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Ayşe Gül Altınay aktaracak. Kapanış konuşmasını ise New York Üniversitesi'nden antropolog Emily Martin gerçekleştirecek.

(Şirin Tekeli'nin hazırladığı açılış konuşması)

Üniversite kalitesini,  kadın faktörü bağlamında yeniden tanımlamaya yönelik düzenlenecek sempozyumun, Türkiye’deki üniversitelerde de toplumsal cinsiyet eşitliğini ve çeşitliliği sağlayacak, kurumsallaştıracak ve koruyacak mekanizmalar geliştirilmesiyle ilgili çalışmalara ve üniversite politikalarında kalıcı sistem değişikliklerine yol açacak bir sürece katkı sağlaması amaçlanıyor. 

Sergide kadınların şekillendirdiği bir tarih süreci hatırlanıyor

Sempozyum eşliğinde İstanbul Kadın Müzesi’nin sunduğu Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919 isimli sergi ise, kadınların üniversiteye başlamalarının öyküsüne, Kadınlar Dünyası dergisinin oynadığı rol, dergide dile getirilen yüksek eğitim talepleri, kadınların yüksek eğitim hakkını elde etmek için denedikleri yöntemler, yüksek eğitime giden yolda kadınların ittifak ortakları ve kadınların kadın üniversitesi deneyimi gibi örneklerle bakıyor. Sergide kadınların şekillendirdiği bir tarih süreci hatırlanıyor.   

Kadın akademisyenlerin öğretim ve idari kariyerlerinden örneklerle,  akademide toplumsal cinsiyet eşitliği konusu, çeşitlilik kavramıyla genişletiliyor. Kadınların yüksek eğitim hakkını kazanmalarının 100. yılında, üniversitede hem toplumsal cinsiyet eşitliğine ve hem de çeşitliliğe hangi alanlarda ve ne kadar yaklaşıldığı konusunda düşünmek öneriliyor. 

Sergi ve sempozum, İstanbul Kadın Müzesi`nin “Kadın Kültür Mirası” Etkinlikleri konsepti bağlamında tasarlandı. Kadın Kültür Mirası Etkinlikleri, İstanbul Kadın Müzesi’nin sürekli sergisinde tanıtılan “ilk”lerin kültür mirasını tanımlar ve bu kültür mirasının günümüzde içerdiği anlamı inceler. Kültürel mirasın günümüzdeki anlamı,  uluslararası konferans, panel ve seminerlerde disiplinlerarası bakış açısıyla incelenir. 

Türkiye’de kadınların üniversiteye giriş tarihçesi

12 Eylül 1914´te Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınlar yüksek eğitim yapma hakkını kazandılar.  

Türkiye’de kadınların üniversiteye girebilme hakkını kazanmaları ile günümüz feminist kadın dergilerinin büyükannesi sayılan, Kadınlar Dünyası dergisinin çok yakından ilişkisi vardır. Kadınlar Dünyası dergisini, Nuriye Ulviye,  şahsi servetini kullanarak bir grup kadın hakları aktivisti ile birlikte 4 Nisan 1913 ve 21 Mayıs 1921 tarihleri arasında çıkardı. Dergide, eğitim ve çalışma gibi alanlarda hak elde etme politikaları geliştirdiler, kadınlararası somut dayanışma projeleri gerçekleştirdiler, kadınlar için işyerleri kurdular. 

Kadınlar Dünyası’nda “Biz de maarif vergisi veriyoruz.” yazan kadınlar, yüksek eğitimden yararlanmayı kadının en doğal hakkı olarak tanımladılar. Yüksek eğitim taleplerini entelektüel ve siyasi otoritelere ilettiler. Devletin eğitim siyasetine yön verme stratejisini izlediler.

Kadınlar Dünyası’nda, yükseköğrenim hakkının kadınlara tanınması için her kesimden kadının katıldığı bir kampanya başlatıldı. Dergideki tartışmalar ve etkili lobi çalışmaları,

7 Şubat 1914’te Darülfünun (üniversite) tarihinde ilk kez kadınlar için konferanslar düzenlenmesini sağladı. Bu konferanslar Türkiye’de kadınların yükseköğrenime katılmaları sürecinin başlangıcı oldu. 12 Eylül 1914’te bugün yerinde Fen ve Edebiyat Fakülteleri bulunan, Zeynep Hanım Konağı’nda, kadınlar için edebiyat ve fen bölümlerinden oluşan İnas Darülfünunu, yani kadın üniversitesi açıldı. 

Abone ol