Sabancı Üniversitesi’nden 6 proje TÜBİTAK tarafından desteklenmeye hak kazandı

Sabancı Üniversitesi’nden 6 proje TÜBİTAK tarafından desteklenmeye hak kazandı

Sabancı Üniversitesi’nden 6 proje, TÜBİTAK Öncelikli Alanlar Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı (1003) kapsamında desteklenmeye hak kazandı. Söz konusu programın amacı, Ulusal Bilim Teknoloji ve Yenilik Stratejisi çerçevesinde belirlenecek öncelikli alanlarda sonuç odaklı, izlenebilir hedefleri olan, ilgili bilim/teknoloji alanlarının dinamiklerini gözeten ve yurt içinde yapılan Ar-Ge projelerini desteklemek ve bu projeler arasında eşgüdüm sağlamak.

TÜBİTAK Öncelikli Alanlar Ar-Ge Projeleri Destekleme Programı (1003)  kapsamında desteklenen projeler:.

MDBF Öğretim Üyelerimizden Dr. Cengiz Kaya’nın Proje Yürütücüsü ve Dr. Yusuf Ziya Menceloğlu’nun Araştırmacı olduğu “Nükleer Tıp Tesislerinde Yapısal ve Kisisel Radyasyon Kalkanlama Malzemesi Olarak Kullanılabilecek Bor karbür Takviyeli Hafif ve Esnek Polimer Nanokompozitlerin Geliştirilmesi ve Karakterizasyonu” başlıklı orta ölçekli projenin TÜBİTAK 1003 - Yeni Bor Ürünlerinin, Üretim Teknolojilerinin Geliştirilmesi ve Kullanım Alanlarının Yaygınlaştırılması Çağrısı kapsamında desteklenmesine karar verildi.

MDBF Öğretim Üyelerimizden Dr. Devrim Gözüaçık’ın “Akciğer Kanserinin Yayılım Mekanizması ve Tedavisiyle” ilgili büyük ölçekli projesinin TÜBİTAK 1003 - Moleküler Tıp Çağrısı kapsamında desteklenmesine karar verildi.

MDBF Öğretim Üyelerimizden Dr. Emrah Kalemci’nin Proje Yürütücüsü ve Dr. Ayhan Bozkurt’un Danışman, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Yönetici Kuruluş olduğu “Tıbbi Görüntüleme Uygulamaları İçin Kadmiyum Çinko Tellür (CdZnTe) Algılayıcı Sistemlerinin Geliştirilmesi (µCZT)” başlıklı büyük ölçekli projenin TÜBİTAK 1003 - Biyoenstrümantasyon Sistemleri Çağrısı kapsamında desteklenmesine karar verildi.

MDBF Öğretim Üyelerimizden Dr. Erkay Savaş’ın Proje Yürütücüsü ve Dr. Albert Levi, Dr. Cemal Yılmaz ve Dr. Kamer Kaya’nın Araştırmacı olduğu “Mahremiyet Korumalı, Heterojen ve Dağıtık Mimariye Sahip Güvenlik Operasyon Merkezi” başlıklı orta ölçekli projenin TÜBİTAK 1003 - Siber Güvenlik Çağrısı kapsamında desteklenmesine karar verildi.

MDBF Öğretim Üyelerimizden Dr. İbrahim Tekin’in Proje Yürütücüsü ve Dr. Hüsnü Yenigün’ün Araştırmacı olduğu “Küresel Konumlama Sistemi ve ISM Bandı İşaretleri Kullanılarak Kapalı Alanlarda Konumlandırma Sisteminin Geliştirilmesi” başlıklı küçük ölçekli projenin TÜBİTAK 1003 - Nesnelerin İnterneti Kapsamında M2M Uygulamalarına Yönelik Araştırmalar Çağrısı kapsamında desteklenmesine karar verildi.

MDBF Öğretim Üyelerimizden Dr. Volkan Patoğlu’nun “Savunma Sanayi için Dış İskelet Sistemi Geliştirilmesi” başlıklı büyük ölçekli projesinin TÜBİTAK 1003 - Yeni Nesil Robotik Sistemler Çağrısı kapsamında desteklenmesine karar verildi.

Sabancı Üniversitesi olarak 2016 yılı TÜBİTAK 1003 Öncelikli Alanlar Ar-Ge Projeleri Destekleme programına yürütücü olarak yapılan başvurular dikkate alındığında %35 oranında başarı elde edildiğini görüyoruz. Tüm öğretim üyelerimizi başarılarından dolayı kutlarız. 

Tarih, Kadın Sağlığı ve Nüfus Politikaları

Tarih, Kadın Sağlığı ve Nüfus Politikaları

Tarih, Kadın Sağlığı ve Nüfus Politikaları

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi, Dünya Kadınlar Günü Etkinlikleri kapsamında, 8 Mart 2017, Çarşamba günü, Sinema Salonu’nda kadın sağlığına tarihsel bir bakış açısı sunan bir panel düzenledi.

Sabancı Üniversitesi’nden İlker Birbil’in moderatörlüğünde gerçekleşen panelde; İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Gülhan Erkaya Balsoy “Kadın Sağlığına Tarihsel Bakışlar”, Sabancı Üniversitesi’nden Ayşecan Terzioğlu “Türkiye’deki Nüfus Politikalarında Tıbbileşme ve Kadın” ve Kemerburgaz Üniversitesi’nden Tuba Demirci “Tarih ve Devletin Umurunda Olmayan Bedenler; Doğum Sonrası ve Menapoz Döneminde Kadın Bedeni ve Sosyal Politika” başlıklı birer konuşma yaptılar.

Osmanlı’da nüfus ve kadın

Gülhan Erkaya Balsoy, kadın sağlığı konusunu feminist açıdan ele alan tarihçilerin, ebeler / kadın şifacılar ile doğum ve hamilelikle ilgili dönüşüm, olmak üzere iki temel yaklaşımla incelediklerini ifade etti. Osmanlı nüfus politikalarına değinen Gülhan Erkaya Balsoy,  19. yüzyılın, nüfus politikaları açısından, devlet ve toplum ilişkisinin değiştiği bir dönem olduğunu belirtti. 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ile vergi sistemi, askere alma ve hukuk alanında değişiklikler yaşandığına dikkat çeken Balsoy, fermanda, kadınların nasıl yer aldığına dair bilgi olmadığını sözlerine ekledi. Devletin 19. yüzyılda verdiği hizmetlerin ve aldığı sorumluluğun arttığının altını çizen Balsoy, nüfusun yönetimin çok temel bir unsuru olduğuna dikkat çekti. Nüfusun büyümesinin kadın bedeni üzerinden yönetildiğini ifade etti. Özellikle doğum esnasındaki ölümleri azaltmak için bir ebelik okulu açıldığını söyledi. Daha sonralarda ise ebelerin yaptığı birtakım işlemlerin ebeler tarafından yapılmasının yasaklandığını ve erkek doktorların kontrolüne verilerek ebelerin hiyerarşinin en alt katına yerleştirildiğini sözlerine ekledi.

Hamilelik, doğum ve kısırlık konusunda da konuşan Gülhan Erkaya Balsoy, yaşanan politika değişiklikleri ile beraber çeviri kitapların da yayınlanmaya başladığını söyledi. Tıbbi kitapların yanı sıra popüler kitapların da çevirisinin olduğunu belirten Balsoy, bu kitaplarda ağırlıklı olarak kadın kısırlığı ele alınsa da erkek kısırlığının da konu edilebildiğini belirtti.

Cumhuriyet Dönemi’nde kadın ve sağlık

Ayşecan Terzioğlu, konuşmasında nüfus politikalarını biyoiktidar ve biyopolitika kavramlarını temel alarak 4 bölüme ayırdı.

Kuruluş Dönemi olarak adlandırdığı birinci bölüm Cumhuriyet’in kuruluş yılları olan 1920’ler ve 1930’lardaki durumu aktardı. Bu dönemde savaştan çıkmış, ordunun geçtiği yerlerden kaynaklanan yaralı ve hasta bir nüfus olduğunu belirten Terzioğlu, bu dönemde sağlıklı, Türk, Müslüman ve seküler bir nüfus yaratma gayesi olduğunu söyledi. Ayrıca sağlığın kadına atfedilen büyük bir yükümlülük olduğunu sözlerine ekledi. Bunun yanı sıra, bu dönemde kadın bedeni ve varlığına yeni bir toplumsal görünürlük getirildiğini ifade eden Terzioğlu, okuyan, çalışan, spor yapan ve dünyada toplumu temsil edecek bir kadın portresi olduğunu dile getirdi.

Gelişme Sancıları dediği ikinci dönemde 1960’ları ele aldı. Bu dönemde tarımda modernleşme ile birlikte yaşanan göçler nedeniyle şehirlerde doğurgan genç nüfus şişkinliği olduğunu belirtti. Köyden kente göçlerin yarattığı eşitsizlik ve dengesizliği düzenlemek adına doğurganlığı engelleyen bir dönem olduğunun altını çizdi. Bu dönemde sosyal devlet ve halk sağlığı hamlesi yapıldığını ve birçok köyde sağlık ocağı açıldığını belirtti. Sağlık ocağı açılamayan köylere ise karavanlar ile ulaşıldığını söyledi. Karavanlarda gerçekleşen spiral takma gibi işlemlerin kadınların enfeskiyon kapmasına ve bunun da devletle toplum arasında kopukluk oluştuğunu söylerken, bu sağlık hamlesinin iyi sonuçlarının olduğunun da altını çizdi.

Feminist kazanımların yaşandığı, Yeni Düzen olarak nitelediği üçüncü dönemde 1980’leri ele aldı. Bu dönemde de doğurganlığın kısıtlandığını ancak bunun için medyanın kullanıldığını belirtti. 1960’lardan en büyük farkının ise  doğum kontrol yöntemlerinin çeşitlenmesi olduğunu belirtti. Bu dönemde kadınların özel ve kamusal hayatlarında birçok kazanımları olduğunu sözlerine ekledi.

Ayşecan Terzioğlu dördüncü dönemde ise gelenekselliğin yeniden inşasına dikkat çekti. 2010’larda doğurganlığı teşvik edici görüşlere dönüş yaşandığını söyledi. Kadın bedenine olan dayatmalara, Türklük vurgusuna ve nüfus artışı arzusuna dönüş görüldüğünü ifade etti. Sağlık ocaklarının, aile sağlık merkezlerine dönüşmesi nedeniyle uygulamadan kaynaklanan kayıplar yaşandığına dikkat çekti. Kadınlığın sadece annelik rolüne indirgendiğini ve kamusal alandaki kazanımların tehdit altında olduğuna vurgu yaptı.

Doğum, loğusalık ve menapoz

Tuba Demirci sağlık meselesinin cinsiyetlendirilmiş bir alan olduğuna dikkat çekti. Toplumsal cinsiyetin yarattığı eşitsizliklerin, kadın bedeninin genç ve üretken olması gerektiğini dayattığını söyledi.

Konuşmasında doğum ve loğusalık dönemine değinen Tuba Demirci, Türkiye’de doğum yapan kadınların yüzde 85-90’ının annelik hüznü, yüzde 25’inin doğum depresyonu ve yüzde 10’unun ise doğum psikozu yaşadığına dikkat çekti. Alt sosyo-ekonomik gruptaki kadınların doğum hüznünü daha fazla yaşadıklarına dikkat çekti. Bu dönemin sorunsuz atlatılması gerektiğinin altını çizen Demirci, kadınların yeterli desteği alamadıklarını da sözlerine ekledi. Bebek bakımı eğitiminin devletin görmediği bir alan olduğuna dikkat çeken Demirci, kadın yaşayacakları panik anında ne yapacaklarını anlatan bir kaynak olmadığını söyledi. Doğum sonrası dönemde annenin eş ve komşulardan destek aldığını ancak bunun yeterli olmadığını belirtti. Anneye karşı bebeğe odaklanan pakete karşı yeni bir sosyal paketi ihtiyaç olduğunun altını çizdi.

Tuba Demirci konuşmasında menapoz konusunu da ele aldı. Menapozun 200 yıl önce bir hastalık olarak görülmediğini, 1850’li yıllarda Fransız uzmanların bu alanda çalışmaya başladıklarını söyledi. Menapozun 1850’lerden sonra tıbbileştidiğine ve erkek doktorların bunu bir hastalık olarak tanımladıklarına dikkat çekti. 1930’larda tam bir hastalık olarak tanımlandığını, sentetik ostrojen ve progesteron üretimiyle kadınların eski günlerine döndürmek için davet edildiğini söyledi. Kadınların genç görünmek ve evlililiğin özünü bozmamak için bağımlı olduklarını sözlerine ekledi. 1960 ve 1990 arasında ilaç sektörünün saldırgan tutumu, tıbbın ticarileşmesi ve basın sayesinde kadınların ciddi oranda hormon aldıklarını söyledi. Bu sentetik hormonların da kanser oranının artırdığına dikkat çekti. Osteoporoz tedavi edilirken, meme kanseri ve endometrial kanserlerin çoğaldığına vurgu yaptı. Türkiye’de ise hormon tedavisinin çok yaygınlaşmadığını, orta ve üst sosyo-ekonomik gruptaki kadınların buna maruz kaldığını belirtti. Menapoz konusunda hormon çalışmaları olduğunu dile getiren Tuba Demirci, bu alanda sosyolojik çalışmalar da yapılması gerektiğini savundu.

 

 

Sabancı Üniversitesi Kariyer Ofisi Başarıları "Karaköy'den Avustralya'ya..."

Sabancı Üniversitesi Kariyer Ofisi Başarıları "Karaköy'den Avustralya'ya..."

İşverenlerin yeni mezunlarda aradıkları beceriler ve yeni işe alım yöntemleri

Sabancı Üniversitesi Kariyer Ofisi Koordinatörlüğünde yürütülen "Y Kuşağının Yetkinlik Gelişimi ve Sosyal Medya’da Kişisel Markalaşması için Sanal Rehber" başlıklı Avrupa Birliği projesinin ilk araştırmaları sonuçlandı.

Proje ekibi çeşitli organizasyonlarda araştırma sonuçlarını paylaşmaya devam ediyor.

Bu kapsamda, 26 Ocak Perşembe günü Karaköy Minerva Palas’ta çok sayıda katılımıyla gerçekleştirilen ilk etkinlikte Kariyer Merkezleri ve İnsan Kaynakları yetkilileri ile aşağıdaki araştırma sonuçları paylaşıldı.

Sabancı Üniversitesi Kariyer Geliştirme ve Mezunlarla İlişkiler Yöneticisi Şule Yalçın Türkiye ve Avrupa’daki “Sosyal medyanın kariyer ve işe alım süreçlerindeki etkisi nedir?” sorusuna cevap aradıkları anket sonuçlarını paylaştı. 1329 öğrenci, 109 işveren ve kariyer merkezlerinin katıldığı anket sonuçlarına göre; İşverenlerin ve Kariyer Merkezlerinin işe alımda sosyal medyayı kullanma oranlarının öğrencilere göre daha fazla olduğu görüldü.

Ayrıca, Universum Global firması liderliğinde yürütülen “Avrupa’daki firmaların yeni mezunlarda aradığı beceriler nelerdir” konulu araştırmanın çıktıları da Kıdemli Danışman Vasco Castro tarafından  paylaşıldı. Avrupa genelinde 1299 işverenin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmaya göre işverenlerin yeni mezunlarda aradıkları temel yetkinlikler; Güvenilirlik, Sorumluluk, İletişim Becerileri, Olumlu Tutum ve Takım Çalışması olarak saptandı.

Her iki araştırmanın sonuçları, insan kaynakları yetkilileri ve kariyer merkezlerine önemli bir girdi sağladı.

Şule Yalçın 15–17 Şubat 2017 tarihleri arasında, Avustralya’da düzenlenen Asya Pasifik Üniversite – Sanayi İşbirliği konferansına katıldı.

Sabancı Üniversitesi Kariyer Ofisi, Üniversite – Endüstri İnovasyon Network’ü tarafından bu yıl 4.’sü gerçekleşen Asia-Pasific Üniversite Sanayi İşbirliği Konferansına proje sunumu için davet edildi.

3 gün boyunca devam eden ve 29 ülkeden katılımın olduğu konferansta Şule Yalçın “ Y Kuşağı Rehberi” Projesinin elde ettiği ilk sonuçları ve 2 yıl içerisinde tamamlanması planlanan proje çıktılarını paylaştı. Proje çıktılarına gösterilen yoğun ilgi neticesinde, Kariyer Ofisi Sabancı Üniversitesi öğrencileri için Asia pasific bölgesindeki kurum ve üniversitelerle staj ve kariyer odaklı yeni işbirlikleri kurdu.

 

Kalben SGM'den önce RadyoSU'da

Kalben SGM'den önce RadyoSU'da

Kalben SGM'den Önce RadyoSU'da 

Kalben, 15 Şubat Çarşamba günü SGM'deki performansından önce Transatlantic programına konuk oluyor. Kalben ilgili merak edilenlerin ve müziğinin konuşulacağı yayın saat 17.00'de gerçekleşecek. 

Tarih: 15 Şubat 2017, Çarşamba 

Saat: 17.00

Dinlemek için: radyosu.sabanciuniv.edu, tunein/radyosu, Speak

Spor Psikologları Arda Coşkun ve Beren Kaynak Sabancı Üniversitesi'nde...

Spor Psikologları Arda Coşkun ve Beren Kaynak Sabancı Üniversitesi'nde...

Spor Psikologları Arda Coşkun ve Beren Kaynak 14 Mart 2017 Salı günü Sabancı Üniversitesi'nde... 

Spor Psikologları Arda Coşkun ve Beren Kaynak Sabancı Üniversitesi'nde...

 

Birçok teknik direktör, antrenör ve koçlar; fiziksel, tekniksel ve taktiksel becerilerin yanında psikolojik becerileri de antreman programlarına ekleyerek spor psikologlarıyla çalışmaktadırlar.

Sabancı Üniversitesi'nin Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu ile birlikte gerçekleştirdiği "Spor Psikolojisi" etkinliğinde; Spor Psikologları Arda Coşkun ve Beren Kaynak motivasyon, dikkat, konsantrasyon, stres mücadelesi, hedef koyma, sakatlıkla ve öfkeyle mücadele vb. zihinsel teknikler hakkında bilgiler sunacak.

"Spor Psikolojisi Nedir?", "Psikolojik Performans Nasıl Artar?", "Sporun Psikoloji ile Alakası Ne?" gibi soruların cevaplanacağı etkinlik 14 Mart 2017 Salı günü saat 19.00'da FASS G022'da gerçekleşecek.

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu’ndan Kadın Girişimciler Paneli

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu’ndan Kadın Girişimciler Paneli

Sabancı Üniversitesi’nin Teknoloji Tabanlı Girişimleri Hızlandırma Merkezi SUCOOL tarafından düzenlenen STARTUP GLOBE MEETUP'ların dördüncüsü 16 Mart 2017, Perşembe akşamı, ImpactHub evsahipliğinde gerçekleşecek.

"Kadın Girişimciliği" konusunun ele alınacağı etkinlikte, daha evvel "başarılı start-up'lar kurmuş veya kurulmasında rol almış kadın girişimcilerle birlikte"

- Kadın girişimci olmanın zorluklarını ve bu zorlukları aşabilmek için kimlerden nasıl destekler alınabileceği,

- Kadın girişimcilerin ihtiyaç ve gereksinimleri

- Kadınların çalışma hayatında çoğunlukla reklam, sağlık ve bankacılık gibi alanlara yoğunlaşmasının altında yatan sebepler konuşulacak.

Moderatörlüğünü Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Direktörü Prof. Dr. Dilek Çetindamar’ın üstleneceği panelde; Vispera CEO’su Prof. Dr. Aytül ERÇİL, Leonardini Kurucusu Cemile TANKURT ve Girişimcilik Vakfı Genel Müdürü Mehru AYGÜL konuşmacı olacaklar.

Program:

Tarih: 16 Mart 2016, Perşembe

Saat:   19:00-21:00

Yer:    ImpactHub İstanbul, Sanayi Mahallesi (Tarif: M2-Taksim Metro Hattı, Sanayi Metro

durağı, Güney Çıkışı, LOQUM'un olduğu ara)

8 Mart'a Özel Etkinlikler Devam Ediyor

8 Mart'a Özel Etkinlikler Devam Ediyor

Sabancı Üniversitesi’nin tüm aya yaydığı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü özel etkinlikleri devam ediyor. Üniversite bünyesindeki Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi tarafından düzenlenen etkinlikler kapsamında, Karaköy Minerva Palas’ta ‘Toplumsal Cinsiyet Açısından Sağlık, Beden ve Cinsellik’ konusunun ele alındığı panel düzenlendi.

 

Sabancı Üniversitesi’nden Ayşecan Terzioğlu’nun moderatörlüğünü üstlendiği panelde, Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştrıma Merkezi’nden (CETAD) Seven Kaptan “Lezbiyen, Biseksüel ve Trans Kadın Cinselliği, Heteronormativitenin Köstekleri” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Kaptan, heteronormativitenin sebep olduğu toplumsal baskılar sebebiyle, kişilerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerini ifade etmekte büyük sıkıntılar yaşadığına ve bu sıkıntıları dile getirmekte zorlandıklarına dikkat çekti.

“Kadın ve LGBTİ’ler İçin Sağlık Hizmeti Uygulamaları” konusunda belediyelerin konuyla ilgili sağlayabileceği ya da sağlamakla yükümlü olduğu hizmetler hakkında bilgi veren Şişli Belediyesi Toplumsal Eşitlik Birimi’nden Elif Avcı, Şişli Belediyesi’nin uygulamalarını aktardı.  LGBTİ’ler için Şişli Belediyesi’nde başlattıkları ücretsiz jinekoloji hizmetinin tüm belediyelere örnek olması etmesi gerektiğini dile getiren Avcı, farklı gruplara ait ve farklı ihtiyaçları olan tüm vatandaşlara eşit hizmet sunmanın önemine dikkat çekti.

Işık Üniversitesi’nden Doç. Dr. Maral Erol, “Türkiye’de Orta Yaş ve Sonrası Cinsiyet Rolleri ve Cinsellik” konusunu ele aldığı konuşmasında toplamsal cinsiyetin yaşlanma ve cinsellik üzerindeki etkilerine değindi. Erol, menopoz ve andropoz hakkında bilinmeyenleri dinleyenlerle paylaşırken, orta yaş sorası cinsiyet rolleri ve cinsellik deneyimlerinin erkek egemen normlar tarafından şekillendiğini ifade etti.

Sabancı Üniversitesi’nin etkinlikler serisi,13 Mart Pazartesi günü 17.00 -19.00 saatleri arasında yine Karaköy Minerva Palas’ta düzenlenecek; Başak Tuğ ve Feyza Akınerdem’in konuşmacı olarak katılacağı ve “Filmlerde Kadın Bedeni, Aile ve Cinsellik” başlığının ele alınacağı söyleşiyle devam edecek.

“İş Dünyasında Aile İçi Şiddete Karşı Projesi” Bursa’da başlatılıyor

“İş Dünyasında Aile İçi Şiddete Karşı Projesi” Bursa’da başlatılıyor

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından hayata geçirilen İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi, İş Dünyasında Kadının Güçlenmesi Bursa Platformu’nun desteğiyle Bursa’da yürütülecek. Projenin tanıtım toplantısı 9 Mart 2017 Perşembe günü, BUSİAD Evi’nde gerçekleştirildi.

Toplantının açılışında konuşan BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Günal Baylan, toplantıya Katılan tüm konuklara teşekkür ederek, İş dünyası temsilcileri olarak aile içi şiddete karşı olduklarını vurguladı.

Baylan, geçtiğimiz günlerde BUİKAD ve Yeşim Tekstil’le birlikte Kadının Güçlenmesi Bursa Platformu’nu hayata geçirdiklerini hatırlatan Baylan, “Bu platformda 22 iş dünyası temsilcisi var. Bu Bursa için önemli bir başarı. Aynı zamanda Türkiye genelinde de kayda değer bir adım. Bursa’da bu tür çalışmaların yapılmasından BUSİAD olarak son derece memnunuz. Kadının iş dünyasına katılımı konusunda son yıllarda önemli bir yol aldık ancak daha alınacak çok yolumuz var. Bu anlamda Sabancı Üniversitesi’ne de böylesi bir etkinliği Bursa’da gerçekleştirdikleri için teşekkür ederim” diye konuştu. 

“Ayrımcılık ve şiddet kadınların çalışma hayatlarını derinden etkiliyor”


Baylanın açılış konuşmasının ardından gerçekleştirilen toplantıda söz alan Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Cinsiyet Çalışmaları Koordinatörü Meltem Ağduk ve Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Prof. Dr. Melsa Ararat projeyle ilgili detaylı bilgi verdi. Meltem Ağduk erkek egemen sistemin baskın olmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan ayrımcılığın, iş dünyasında da kendini gösterdiğini ifade etti. Ağduk, kadınlara yönelik önyargıların, onların iş yaşamına girmelerini, girdiklerinde de kararlara katılmalarını, ilerlemelerini ve yükselmelerini engellediğine dikkat çekerek “Bu süreçte kadınların önündeki en ciddi engellerden biri ayrımcılık, diğeri de şiddettir. Ayrımcılık ve şiddet kadınların çalışma hayatlarını da derinden etkilemektedir. Bu nedenle özel sektörün kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetle mücadelede hayati bir rol oynadığının altını çizmek gerekmektedir. Kadınlar olmadan kalkınmanın sağlanamayacağı bilinci ile hareket eden Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, her alanda olduğu gibi kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesi için de özel sektöre destek vermektedir” dedi.

Prof. Dr. Melsa Ararat da kadınların işgücüne katılımının kalkınmanın temel unsurlarından birisi olduğu konusunda hem dünyada hem de ülkemizde görüş birliği oluştuğunu dile getirdi. Prof. Dr. Ararat, kadınların işgücüne etkin katılımının önündeki engellerden birisinin de evdeki şiddet olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Ararat, şöyle devam etti: “Türkiye’nin de taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi çalışan kadınların evde maruz kaldıkları şiddetle başa çıkma süreçlerinde desteklenmesinin bir işveren sorumluluğu olduğuna işaret etmekte. TÜSİAD üyesi şirketlerle birlikte hazırladığımız Politika Geliştirme Rehberi’nin İstanbul Merkezli 17 şirketten sonra Bursa şirketleri tarafından da kullanılacak olması bizi çok heyecanlandırıyor. Sürdürülebilir istihdam sağlamada öncü şirketlerimizin toplumsal cinsiyet eşitliğini bir iş performansı ve ekonomik - sosyal kalkınma meselesi olarak ele almaları ümit verici.”

“Toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki en büyük engel kadına yönelik şiddet”

Toplantının ardından Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Melsa Ararat’ın yönetimindeki İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi Uygulamaları başlıklı panele geçildi. Panelde; Yeşim Tekstil Kurumsal İletişim Uzmanı Meral Yıldırım, Aygaz Kurumsal İletişim Müdürü Rişe Özkan ve Aras Kargo Genel Müdür Yardımcısı Gökhan Ata Okutan kendi şirketlerindeki uygulamaları aktardı.

Panelde ilk sözü alan Gökhan Ata Okutan, bu tip uygulamaların paylaşıldıkça çoğalacağını düşündüklerini belirterek, Aras Kargo’nun çalışmaları hakkında bilgi verdi. Ata, şirket içinde verilen eğitimlere değinerek “Kadın katılımcıların katılımı ne kadar fazla ise o eğitimlerden daha fazla geri bildirim ve yaratıcı fikirler geldi” şeklinde konuştu. Aras Kargo’da kadına yönelik Türkiye’deki şirketin yapmakta zorlandığı birçok karar alındığını ve uygulandığını dile getiren Okutan, şöyle devam etti: “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi’ne dahil olduktan sonra neler yapabileceğimizi araştırdık. Bir kadın derneği ile psikolojik destek alma girişimi başlattık. Kadın çalışanlarımız burayı arayıp destek alabilecek. Biz de buraya gelen telefonlardaki sorunlara bakarak kendi içimize bakıp neler yapabileceğimizi araştıracağız.”

Aygaz Kurumsal İletişim Müdürü Rişe Özkan da “Biz nüfusun yarısını oluşturan kadınların erkeklerle eşit hak, özgürlük ve fırsatlara sahip olmadıkça, toplumsal bir kalkınmanı mümkün  olmadığını düşünüyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki en büyük engel ise kadına yönelik şiddet. Çünkü kadının kendini güvende hissetmediği bir ortamda potansiyelini gerçekleştirmesi mümkün değil. Toplumdaki bu eşitsizliğin aşılmasına katkıda bulunmak için Aygaz olarak iş yerimizden başladık. Bir yandan tüm çalışanlarımız bu konuda bilinçlendirirken, diğer yandan şiddet gören kadınların bu durumu fark etmelerine ve gerekli adımları atmalarına olanak sağlayacak destek mekanizmalarını işletiyoruz. İş dünyasının bu konuyu ele alması çok önemli. Ortak çalışmalarımızın sonuç vereceğine inanıyoruz” şeklinde konuştu.

Yeşim Tekstil Kurumsal İletişim Uzmanı Meral Yıldırım da projeye dahil olmaktan duydukları mutluluğu dile getirerek, “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı projesindeki 17 pilot firmadan biri Yeşim Tekstil. Bu proje kapsamında geçtiğimiz yıl firmamızda sistematik çalışmalar yaparak toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık sağladık. Bu farkındalığı Bursa geneline taşıyabilmek için Yeşim Tekstil koordinatörlüğünde, BUİKAD ve BUSİAD işbirliğiyle Kadının Güçlenmesi Bursa Platformu’nu kurduk. Özellikle bu platform sayesinde tüm çalışmalarımızı Bursalı şirketlerle paylaşarak Bursa’da kadının güçlenmesi projesine liderlik etmekten mutluluk duyuyoruz. Ve tüm şirketleri cinsiyet eşitliği konusunda çalışmaya davet ediyoruz” dedi.

Markatlon proje ödülü

Markatlon proje ödülü

Eczacıbaşı Tüketim Ürünleri Grubu tarafından düzenlenen Markatlon proje yarışmasında, Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi Eda Salihoğlu ile İşletme ve Ekonomi Çift Anadal 4. sınıf öğrencisi Kardelen Ergöz'ün "Solomanje" isimli projesi birinci oldu.

Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin "Solomanje" projesiyle birinci, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin "Brandup" projesi ile ikinci, Koç Üniversitesi öğrencilerinin "Tek Yaprak Yetmez!" projesi ile üçüncü olduğu Markatlon yarışmasına toplamda 207 kişi başvuru yaptı. 

Solo tuvalet kağıdı için bir pazarlama stratejisi oluşturma üzerine kurulu olan yarışmada, her 32'li paket Solo tuvalet kağıdı alımına bir ağaç dikimi projesiyle "Solomanje ekibi" birinciliğe hak kazandı.

Şahin Ekşioğlu ile keyifli bir söyleşi

Şahin Ekşioğlu ile keyifli bir söyleşi

Popular Science Türkiye Yayın Yönetmeni Şahin Ekşioğlu ile keyifli bir söyleşi

Popüler bilim ve teknoloji dergisi Popular Science Türkiye'nin yayın yönetmeni Şahin Ekşioğlu, Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi Bengüsu Özcan'ın sorularını cevapladı.


Önce biraz dergiyle başlayalım Şahin Bey, bildiğimiz üzere Popular Science Amerika merkezli bir dergi. Popular Science Türkiye içeriğinin ne kadarı Türkiye’de hazırlanıyor?

Geçtiğimiz sayılarda da duyurduğumuz üzere, biz aslında Popular Science Türkiye olarak dünyada başka yerde benzeri olmayan bir iş yapıyoruz. ABD edisyonu 1 senedir iki ayda bir çıkıyor ayrıca bize nazaran çok fazla reklam almasına rağmen oldukça ince bir dergi. Biz ise her ay dolu dolu bir dergi üretmeye devam etmek için içeriğin üçte ikisini burada, Türkiye’de hazırlıyoruz. Zira sayfa sayımız PopSci ABD’den daha fazla.

Öyleyse, artık hem size hem de yazarlarınıza çok iş düşüyor.

Evet, gerçekten çok özenle seçtiğim, çok yetenekli yazarlarımız var. Aslında dergimizde yazmak isteyen bir sürü akademisyenden başvuru alıyoruz ancak maalesef çoğunun atladığı bir nokta var. Bizim derginin sırrı, aslında dilinde. Çevirmenimiz Barış Emre Alkım ve yazar kadromuzla dergide hem çeviriler hem de burada yazılan makalelerde bize özgü bir dil oluşturduk. Okuyucularımız da bunu çok sevdi. Bilimsel içerikten ödün vermeden yazı dilini anlaşılabilir bir seviyede tutmak çok önemli bizim için.

Yakın zamanda yeni bir yazar kazandık dergimize. Türkiye Zeka Vakfı’nın moderatörü olduğum bir etkinliğinde, genç bir akademisyen olan Burak Karabey ile tanıştım. Kendisiyle eğitim sistemimiz de dahil pek çok konuda aynı görüşlere sahip olduğumuzu gördüm, üstüne üstlük sunumlarında öyle etkileyici bir dil kullandı ki bu anlatımı mutlaka dergimize de taşımak istedim. Bir konuyu herkesin anlayabileceği şekilde anlatmak gerçekten çok ayrı bir yetenek.

Umarız PopSci Merkez, Türkiye ekibi olarak bu güzel gayretinizin farkındadırlar.

İletişim içinde olduğumuz için elbette haberdarlar ancak sayılara baktığınızda Popular Science, Amerika’da 1 milyon satıyor. Türkiye’de biz, en çok satan 3. dergi olmamıza rağmen ayda ortalama 30 bin satıyoruz. Türkiye için iyi bir yerdeyiz evet ama aslında bu çok düşük bir sayı. Ana merkezde de son senelerde sık kadro değişiklikleri olduğu için açıkçası pek bize odaklı düşünemiyorlar.

Peki burada üretilen içeriklerden orada yayınlananlar oluyor mu hiç ?

Aslında biz Amerika’daki dergiden içerik türü olarak da oldukça farklıyız. Biz biraz daha bilim tarafındayız işin, onlar teknoloji ve life style tarafında. Örneğin onlarda soru-cevap bir sayfa, bizde genelde 6-7 sayfa. Ya da bizim dergimizin en başındaki “Kısaca” bölümü örneğin, orijinalinde olan bir bölüm değil. Biz okuyucumuzu iyi tanıyoruz, onlar da Amerikalı okuyucuyu iyi tanıyor, iki kitlenin de görmek istedikleri şeyler gerçekten çok farklı. O anlamda bence biz, oradan gelen içeriğe daha fazla bilimsel içerik katarak ikisini bir potada eritmiş oluyoruz. Bu sebeple bizde sıkça kendine yer bulan kuantum fiziği ya da astronomi makalelerini nadiren PopSci ABD’de görüyoruz.   

Aslında bu söyledikleriniz akla şu soruyu getiriyor, hem bilimsel anlamda çok dolu içerikler üretiyorsunuz hem de bunun bir dergiye uygun hale getirilmesi sürecinden sorumlusunuz. Bir ucunda bilim insanı, diğer ucunda dergi editörlüğü olan bir spektrumda kendinizi nereye koyarsınız?

Aslında bunun için keskin bir nokta yok. Bizler bilim insanı değiliz, keşke olsak; bence bizler daha ziyade iyi hikayecileriz. İlgi duyduğumuz konuları araştırıyoruz, çok iyi anlıyoruz, sonra bir insan bunu okuyup anlamaya çalışırken nerelerde zorluk yaşayabilir sorusunu düşünerek yazılarımızı kaleme alıyoruz.

Yani size, bilim tutkunu hikayeciler diyebilir miyiz?

Evet, aynen öyle.  

Dergiyi elime aldığımızda hemen her konu o kadar ilgi çekici geliyor ki ister istemez kim bilir bunun karar verme süreci nasıl keyiflidir diye düşünüyorum. İçeriğe nasıl karar veriyorsunuz?

Gönül isterdi ki 10 kişilik bir yazar kadromuz olsa, ofisimizde toplanıp saatlerce üzerinde tartışsak ancak maalesef o kadar çok kaynağımız yok. Uzun süreli yazan iki yazarımız var, Tuna Emren ve Kozan Demircan. Kozan’ın kendine ait bir bilim-teknoloji blogu var zaten, şu sıralar üniversitelerde ders de veriyor. Tuna’nın da blogu vardı eskiden ancak bize çok fazla yazdığı için artık devam edemiyor. Üstelik sadece dergi yoğunluğu değil Tuna’nın katıldığı çeşitli MEB projeleri de var. Haliyle bilimin pek çok alanıyla ilgili bilgi sahibi ve araştırmayı çok seven yazarlara sahibiz. Bazen kendileri konu öneriyor, bazen ben öneriyorum. Daha önce oluşturduğumuz içeriklerle Amerika’daki merkezin gönderdiği içerikler arasında çakışmalar yaşadık, öyle bir durumla karşılaşmamak adına son zamanlarda genelde ben öneriyorum.

Peki, yavaş yavaş dergiden size döndürelim sohbeti. Şahin Ekşioğlu’nun Popular Science’a kadar uzanan hikayesini dinleyebilir miyiz?

İlginç sayılabilecek bir hikaye benimki. Aslında opera bölümü mezunuyum, dergi hayatını meslek edinmem ise üniversitedeyken CHIP dergisine yazmam esnasında oldu diyebilirim sanırım. Biraz daha geriye gidersek, ortaokuldan beri elektroniğe çok meraklı bir çocuktum. Üniversitede de ilk kez bir PC sahibi olduğumda 3B modelleme ve animasyon programlarına ilgi duymaya başlamıştım, piyasadaki bütün bilgisayar dergilerini takip edip kendi kendime uğraşıyordum anlayacağınız. Bir gün bir fuarda PC Magazine standına gittim, neden bu alanda içerik üretmediklerini sordum. Onlar da “aslında bu alanda içerik üretebilecek birini arıyoruz, siz yazmak ister misiniz” diye sordular. Önce şaşırsam da, sonra “tabii, yazarım.” dedim. Oraya gönderdiğim ilk yazıyı noktasına virgülüne bile dokunmadan yayımladılar çünkü o dergileri takip ede ede nasıl bir dil kullanacağımı öğrenmiştim zaten. Yani 1997 senesinde bir yerden girdim bu dünyaya, 10 ay sonra farklı bir fuarda CHIP dergisi ile görüşme şansım oldu. Açıkçası PC Magazine’de çok mutlu değildim, CHIP dergisi de tam benim yazdığım alanda birilerini arıyormuş, o şekilde CHIP dergisine geçtim. Sonra CHIP’te ilgi duyduğum başka bir sürü alanda yazma fırsatı buldum. Öğrenciliğim bittikten sonra da orada devam ettim, CHIP’teki 15 yılımın sonunda DoğanBurda, Popular Science’ı ülkemize getirmek istedi. O noktada da yayın yönetmeni olarak ben Popular Science’a geçmiş oldum.

Epey ilginç bir hikayeymiş, peki konservatuvar tarafı nasıl başladı, müzikle hep ilgili miydiniz?

Tabii, lisede bir rock grubumuz vardı bizim, o dönemde İstanbul’da amatör klasik müzik korolarında şarkı da söylüyordum. Şana çok merak salmıştım, sesi kontrol etme mekanizmasının nasıl çalıştığını öğrenmek istiyordum gerçekten. Konservatuvar sınavlarında şansımı denemek istedim. Konservatuvarın sınavdan önce bir hazırlık kursu var, oraya gidip bir sürü insanla aynı odada sınavda söyleyeceğiniz şarkıları çalışıyorsunuz. Başta şüphelerim vardı. Birkaç kişiyi dinleyince baktım benim sesim hiç de fena değilmiş, bana bir motivasyon geldi. Çıktım, şarkımı söyledim, yerime oturunca önümdeki sırada oturan bir kız “alkışlamamak için kendimi zor tuttum” dedi. İyice moralim yükseldi tabii, o şekilde sınavı kazandım ve Mimar Sinan Üniv. Konservatuvarına girdim.

O zamanlar devlet operasında kadro olmadığı için, bir de ben CHIP’teki işimi de çok sevdiğim için CHIP’te devam ettim. Sonra kadro da açıldı aslında ama zaten severek yaptığım hem de iyi olduğuma inandığım dergi işimi bırakmak istemedim. Müziği ve şanı bırakmadım. Hala, keyif için arada konserler veriyorum. Mimar Sinan Üniversitesi’nde başladığım şan eğitimimi İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı’ndan mezun olarak bitirdim. Bunun dışında Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümü Bilişim anabilim dalında yüksek lisans da yaptım.    

Şu anki işinizi çok sevdiğinizi tahmin etmek güç değil öyleyse.

Şöyle söyleyeyim, hayatımı devam ettirmek için para kazanmak zorunda olmasam bu işi yapmak için üzerine para veririm. Çok şanslıyım, gerçekten keyif için yapabildiğim, beni anlattığına inandığım bir mesleğim var.

Bu “insanın işi kendini anlatmalı” sözü, bazen maalesef mümkün olmuyor. Ancak bu mümkün değilse bile bence insanın hobileri kendini anlatabilmeli. Biz bu hobi kelimesini çok küçümsüyoruz ama aslında gerçekten bir insanın kendini en iyi yansıtabileceği alan. Şimdilerde Google, Microsoft gibi şirketler kullanıcı deneyimine, tasarıma çok önem verdiği için farklı farklı ilgi alanları olan, kendine has bir geçmişi olan insanları arıyor özellikle. O yüzden gerçekten, belki mesleğinizin sizi anlattığını hissetmiyorsunuzdur, o zaman hobilerinize sıkı sıkı sarılın ve yeni keşiflere hazır olun. Öğrenmeyi hiç bırakmamak gerek.

Bunda biraz eğitim sisteminin de rolü var bence. Türkçe, matematik, fen, sosyal olarak kodlanan bir eğitim sisteminde yetişiyoruz çocukken.

Çok haklısın, bir örnek vereyim. Geçen Burak Karabey ile telefonda konuşuyorduk. Bizde matematikte on konu varsa, beşini hiç anlatmasak fakat kalan beşini çok iyi anlatsak daha iyi olmaz mı hocam dedim. O da “yıllardır bunu anlatmaya çalışıyorum ben de.” dedi. Çocuklarımızı harddisk gibi görüp bilgi depoluyoruz adeta. Üniversiteye hazırlanıyor mesela çocuk, kazanınca çok seviniyor, üç ay sonra fakülteye bir başlıyor ki matematiği unutmuş! Her şey o kadar üstünkörü anlatılıyor ki; temelimiz de zayıf kalıyor bu yüzden.

Size de söylenmiştir mutlaka, lisedeyken hocalarımız “bu konuları Amerika’da üniversitede görüyorlar.” diye böbürlenirdi. Evet ama bu iyi bir şey değil ki! Çocuklar normalde çok meraklıdırlar, soru sorarlar, bu onların doğasında varken biz böyle böyle bu merak duygusunu öldürmeyi başarıyoruz. Gönül ister ki 10 konunun 10’unu da anlatalım ama doğru düzgün anlatamayacakken müfredatı kağıt üzerinde doldurmak, karşı tarafa bunun nasıl geçeceğini hesap edememek gerçekten çok kötü sonuçlar getiriyor. Bunun en acı göstergesi de zaten kısa zaman önce PISA sonuçlarında ortaya çıktı.

Gerçekten çok haklısınız, hepimiz bu sistemden geçtiğimiz için aslında çokça mağduruz bu durumdan. Peki şu an başkalarından bir şey beklemeyip, birey olarak bizim yapabileceğimiz neler var, biz taşın altına elimizi nasıl koyabiliriz sizce?

Ben bu konuda çok sık eleştiride bulunduğum için insanlar beni eğitim sistemi üzerinde etkisi olan biri sanıyorlar fakat inanın uzaktan yakından alakası yok. Keşke bu işin başındaki kimseleri doğru uzmanlarla buluşturmak, yurtdışındaki örneklerin araştırılması konusunda kaynak sağlamak gibi konularda yardım isteseler; seve seve yaparım. Ama böyle sadece eleştiri yazıları yazma da elbette çözüm değil. Peki o zaman ne yapacağız?

Bence bir kişinin tek başına yapabileceği en iyi şey, çok güzel hobiler edinmek. Sadece kendimizi geliştirmek değil, ülkenin içinde bulunduğu zor durumda moral kazanmak için faydalı olabilecek bir şey aslında bu. Merak etmemiz, güzel şeylere kafayı takmamız gerek. Fakat bunun içten gelmesi, şart. Örneğin kitap oku diye insanı okumaya zorlamak değil çözüm, o insanın zaten kendi içinden gelmeli kitabı açıp okuma isteği.

Belki bunun için kendine zaman ayırmayı bilmek gerek de diyebilirim. Hele hele iş hayatının yoğun temposuna girdikten sonra bunun çok güçleştiğinin farkındayım. Kendimden bir örnek vereyim daha önce büyük bir teknoloji şirketinden teklif almama rağmen reddetmemdeki en önemli nedenlerden biri kendime zaman ayıramayacağıma inanmamdı. Bunun için benim sizin yaşınızdaki gençlere verebileceğin en iyi tavsiye şu: Mezun oldunuz, işe girdiniz, hobileriniz de var; sizinle benzer durumda bir sürü gençle birlikte çalışıyorsunuz. Sizin bir şekilde farklı yönlerinizi tamamen kendinizle alakalı bir şekilde ortaya koymanız gerek. İş hayatında başarılı olmak için başkasının kuyusunu kazmak değil, o işe birikiminiz sayesinde kimsenin katamayacağı bir değer katabildiğinizi göstermeniz gerekiyor. Bunu yapabilirseniz, o kurum zaten sizi çok farklı bir yere koyacaktır. Yaptığınız işi elbette çok iyi yapın ama bu tek başına yeterli değil, onun dışında yan uğraşlar da geliştirin. Bu saydıklarımın hepsini bir kenara bırakalım ne olursa olsun mutlaka bir müzik enstrümanı çalmaya çalışmak gerek. Müzikle uğraşmanın beyinde gözlemlenebilir şekilde pozitif bir etkide bulunduğu ve bilişsel kapasiteyi artırdığı gelişmiş tıbbi cihazlarla kanıtlandı.  

Son yazılarınızda, günümüzde dillerden düşmeyen inovasyon lafının, hele de şirketler düzeyinde çok göstermelik kaldığından şikayetçiydiniz. Hele hele bilimsel projeleri desteklemiyor oluşlarını epey vurgulamıştınız. Bundan da söz eder misiniz biraz bize?

Evet, dürüst olmak gerekirse bu inovasyon, teknoloji laflarını çok göstermelik buluyorum artık. Sanki burası bir Silikon Vadisi imiş gibi konuşup icraata gelince hiçbir şey yapmıyorlar, özellikle firmaların yaptıkları ve söyledikleri birbirine hiç uymuyor. Ben artık TÜİK verilerine de inanamıyorum, bir sürü şaibe ortaya çıktı zaten. Kendi gözlemlerime inanmayı tercih ediyorum.

Bir sürü e-mail alıyoruz okurlarımızdan, gençler projelerini anlatıyorlar, sponsor olabilir miyiz diye bize soruyorlar. Haberleri yok ki bizim imkanlarımız da çok sınırlı. Ellerinde bir tek dergimiz var sarılabilecekleri, mecburen bizden yardım istiyorlar. Öyle üzülüyorum ki bu e-maillere... Şirketler gerçekten inovasyona bu kadar önem veriyorsa, neden bu gençlere sponsor olmuyorlar? Mesela o gençler için kampanyalar yapan iletişim şirketleri, tek başlarına bile bir sürü projeye sponsor olabilirler. Bizde her şey maalesef öyle göstermelik kalıyor ki. Bir örnek vereyim, seneler önce ülkemiz liselerde dünya basketbol şampiyonu olmuştu da A takımlarında böyle bir başarıyı sağlayamayıp nasıl olur da liselerde sağlarız diye merak etmiştim. Meğer ülkenin her yerinden kabiliyetli çocukları bir lisede toplamışlar da öyle birinci olmuşlar. Her şey böyle göstermelik kalıyor işte maalesef bizde. Birilerini kandırdığımızı sanıyoruz ama aslında kendimizi kandırıyoruz.

Geçtiğimiz sayıda da şirketlere bu konuda bir açık çağrıda bulundunuz. Geri dönen oldu mu?

4 şirketten dönüş aldım, biri para yardımı yapabileceğini, diğerleri ise para yardımı yapamasa da bir şekilde yardım etmek istediklerini söylediler. Bunların hepsi aslında imkanları çok büyük olmayan şirketler, esas o büyük şirketlerin öyle çok imkanı var ki kullanmadıkları... Bu dönüşlerin üzerine yine de araştırma yaptım, şu an vardığımız nokta gösteriyor ki ihtiyacı olanlar ve yardım etmeye istekli olanlar var olsa da bunun hele de içine para girince mutlaka denetleniyor olması lazım.

Bu konuda Teknokent’lerle irtibata geçmeye çalışıyorum. Henüz görüşemedik fakat onların da bu konuda çeşitli çalışmaları var, şu an kapsamı büyütebilir miyiz diye teklif götürmeyi düşünüyorum. Bunun için bir fon oluşturulsa da tarafsız bir kurumun bu fonu dağıtırken başvuranların uyması gereken bir şartname hazırlaması gerekiyor. Projenin belli bir aşamaya gelmiş olması, bir taslağının çıkması gibi şartlar örnek olabilir. Umarım bir yere varırız; fakat günün sonunda benim gibi aslında bu işlerle doğrudan alakası olmayan bir alanda çalışan insanlara kalmaması gerekirdi bu gibi işlerin.

Haklısınız, umuyorum gerçekten bir çözüm yolu bulmaya ön ayak olabilirsiniz. Her ne kadar motivasyon kırıcı unsurlar olsa da; derginizde okurlardan gelen mesajları okurken ben bile çok mutlu oluyorum. O kadar farklı kesimlerden insanlara bu güzel dergiyi ulaştırmak eminim sizi çok gururlandırıyordur.

Çok güzel bir şey söyledin, gerçekten de doğru. Bizi çok mutlu eden okuyucularımız var. Böyle dörtte birlik bir kesim hatta, bizi gözünde biraz büyütüyor diyebilirim. Öyle ki; “Cumhuriyete verilmiş en büyük hediyelerden birisiniz.” diyen tutkulu okuyucularımız bile var.  Çekirdek kitlemiz ise çok geniş, zaten o yüzden dergi satışlarımızda büyük iniş çıkışlar görmeyiz genelde. Onun dışında çok küçük de olsa eleştiren bir kesim de yok değil. En çok da “yüzeysel bilim dergisi” olmakla suçlanıyoruz. Bu da aslında ilk soruda konuştuğumuz dil meselesinden kaynaklanıyor biraz. İnsanlar bilimin herkesin anlayabileceği bir dille anlatılabileceğine öyle alışmamışlar ki; bunu içeriğin yüzeysel olmasına yoruyorlar. Dergide anlattığımız konuları başka yayınların yaptığı gibi daha karmaşık veya akademik bir dille anlatsak bu eleştiriler muhtemelen kesilir ama bir sürü okuyucu bizi anlayamayacağı için bu çok anlamsız olurdu kuşkusuz. Dergimizin misyonu bilimi ve akılcı düşünceyi mümkün olduğu kadar geniş bir kitleye ulaştırmak. Bu yüzdendir ki piyasadaki en uygun fiyatlı dergilerden biriyiz.  

Umarız okuyucu sayınızın katlanarak artar Şahin Bey, sohbet için çok teşekkürler. Biz çok eğlendik gerçekten. Buradan da açık çağrınıza destek verelim, gençlerin bilim projelerini desteklemek isteyen, gerçekten inovasyona yatırım yapmaya hazır şirketleri ve bu desteği uygun yasal prosedürle birleştirmeye yardım edecebilecek mercileri sizinle iletişim kurmaya davet edelim.

Çok teşekkür ederim, benim için de son derece keyifli bir sohbetti...

Fotoğraflar: Arman Zonüzi 

 

 

 

 

 

 

 

 

Abone ol