SUmoda: "Didem Ellialtı ile Difashionbranding"

SUmoda: "Didem Ellialtı ile Difashionbranding"

Röportaj: Bengü Vefa / Sabancı Üniversitesi öğrencisi, SUmoda kulübü

Moda dünyasının PR denilince akla gelen ismi Didem Ellialtı ile SUmoda kulübü olarak sohbet tadında bir röportaj gerçekleştirdik. Doğallığı ve tüm samimiyetiyle Difashionbranding serüveninden ve moda dünyasında elde ettiği tecrübelerden bahsederken marka olmanın püf noktalarını da kendisinden dinledik. Marka olma yolunda kaliteli danışmanlık Difashionbranding ve hikayesi sizlerle:

Çocukluktan itibaren tiyatro ve oyunculuğa büyük bir ilginiz olduğunu öğrendik. Hayallerinizin peşinden Newyork’a gidip oldukça ünlü bir okulda konservatuar eğitimi aldınız. Hayallerinizin peşinden giderken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

11 yaşındayken okulda Sonia Glogowski adında bir skills hocamız vardı. Dersinde öğrencisi olarak iyi değildim. Hiç bir zaman tüm karnesi 5 biri olmadım. Hayatımda hiç takdir almadım hep teşekkür aldım. Ama Sonia, okulda bir ingilizce oyun yönetiyordu bende ana karakterdim. Onu şaşırtmıştım. Derste göremediği heyecanı, adanmışlığı oyunda gördü. Okula babamı çağırmıştı ve ‘’Oyunculuk yapmak zorunda!’’ demişti. Hemen konservatuara verilmem gerektiğini söyledi. Fakat babam Cambridge mezunu olmasına ragmen aile yapısından dolayı biraz geleneksel bir yapıya sahip olduğundan oyuncu olmamı kesinlikle istemediğini söylemiş ve bu konuyu net bir şekilde kapattırmıştı. Bende küçüktüm babamdan da çok korkardım. Böyle olunca ben de  Yeditepe Üniversitesi’nde Gazetecilik ve Sanat Yönetimi eğitimi aldım. 19 yaşımdan itibaren Radikal’de ve CNN TÜRK’te stajlar yaparak kendimi televizyonculuk ve gazetecilik alanında geliştirdim. Birkaç serginin küratörlüğünü yaptım plastik sanatlar alanında birkaç dergiye eleştiri yazıları yazdım. Mezun olduğumda  moda ile ilgilenmek aklımda asla yoktu.  Yeni çıkacak bir dergi için Kültür ve Sanat editor aradıklarını duyarak Levent`te bir villaya görüşmeye gittim. Bir baktım ki bahçede kocaman F harfli bir elmas, içeride tüm plazmalarda fashiontv açık, fotografçılar, modeller, stylistlerden yürümek zor bir şekilde yukarıya çıktım.

22 yaşındaydım derginin yayın yönetmeni olduğumda. Sadece beni işe aldıklarından 3 hafta sonra Genel Müdürden beni işe alan Yayın Yönetmeninin işten çıktığını ve benim Yayın Yönetmeni olmamı istediğini, benimde isteyip istemediğimi sordu. Bacağım masanın altında titrerken "Evet." Dedim.  Evet bir şeyler biliyordum ama dergi yönetmek… Dergiyi finanse etmek, reklamcıları yönetmek ve tüm dergiyi benim yapmam demek ki. Bir tek sanat yönetmeni olacaktı sayfaları tasarlayan diğer her şey bendeydi. Hatta dergiyi çıkaracak bütçeleri bile yoktu. Gerekli finans kaynağını da benim bulmam gerekiyordu. Bütün bunlara dair 22 yaşında ve sadece 3 haftadır orada çalışıyorken, elbette hiçbir şey bilmiyordum aslında ama çok cesaretliyimdir. Biri bana bir şans verdiğinde değerlendiririm. Ve onu o an yaparım. Çünkü o an eser ve o şans gelir. Yarın hatta 1 saat sonra bile o şans olmayabilir diye düşünürüm… Böyle yaptığım için de kültür ve sanat editörü olmak için geldiğim halde yayın yönetmeni oldum. Her şey güzel ilerledi. Televizyon programı sunmaya başladım ve neredeyse dünyadaki bütün tasarımcılarla röportaj yaptım. Dolce Gabbana, Alexander Mcqueen... 26 yaşında, hem maddi olarak iyi bir durumdaydım hem de sektörde  çok tanınıyordum. Ama asıl yapmak istediğim şey her zaman oyunculuktu. Fashiontv`deki kariyerimin son iki senesinde  şunu farkettim: İnsanları seslendirmekten artık çok sıkılmıştım. Kendime ait bir sesim olmadığına karar verdim. Kendi sesimi oyunculuk ile bulmak istiyordum. Kendi ayaklarım üzerinde durduğum için bir birikimim vardı ve hayat tarzımı değiştirip yeni bir alanda eğitim alma lüksüne sahiptim. Ve Newyork hayatım başlamış oldu.

Newyork’ta oyunculuğa yönelmişken Türkiye’ye döndükten bir süre sonra Difashionbranding’i kurdunuz ve Moda PR’ı olarak başı çekiyorsunuz. Difashionbranding fikri nasıl ortaya çıktı?

Aslında Newyork’a gitmeden öncede birkaç sinema filminde güzel rollerde oynamıştım. Döndüğümde de direk oyunculuğa yöneldim ve dizilerde, tiyatrolarda rol aldım ama oyunculuk yapmak, ajanstan telefon beklemek, kendini insanlara beğendirmeye, sevdirmeye çalışmak çok yıpratıcı. İstediğiniz projelerde yer almak için bekliyor olmanız gerekiyor. Ben bu lükse sahibim şuanda. Çünkü başka bir işim daha var. Actor Studio`da eğitim alırken bize öğrettikleri şey şuydu: ‘’Başka bir iş daha yapın, şansınız ve yeteneğiniz varsa...’’ Çünkü kendinizi oyuncu olarak besliyor ve geliştiriyor olmanız lazım. Difashionbranding’i de bu yüzden kurdum. Fashion TV geçmişimden dolayı zaten geniş bir network’e sahiptim. Tasarımcılarla her zaman iletişimdeydim. Annem de takı tasarımcısı zaten. (Ferda Ekberi) Her zaman bir moda tarafım vardı. Türkiye’ye döndüğümde zaten moda PR’ı yapmaya başlamıştım ve bir gün dedim ki: ‘’Nişantaşı’nda bir yer kiralayım. Newyork’ta sokak başı bir showroom var. Ben neden yapmıyorum?’’ Hem koleksiyon danışmanlığı yapacak hemde stil danışmanlarına hizmet verecek bir showroom açtım. Yani ben stylist değilim. Eşim yönetmen sadece onun filmlerinin stylingini yapıyorum. Styling yapmak istemiyorum. Bana gelen teklif olursa birçok olağanüstü yetenekli stylist arkadaşım var direk onlara yönlendiriyorum. Benim alanım belli bu noktada ilerlemek istemiyorum. Türkiye’de benim işimi yapan çok var evet. Ama ben çok iddialıyım. Hem geleneksel moda pr’ı yapıyoruz hemde pr showroom hizmeti yapıyoruz. Dizilerin ana karakterlerine, celebrity , blogger ve moda dergilerinin moda çekimlerine ürün yerleştirme yapıyoruz. İsteyen markaların koleksiyon danışmanlığını yapıyor ve marka yönetimi sürecini yürütüyoruz. Bu işte gerçekten iddialıyım ve çok iyiyim bunu biliyorum. Neden iyiyim biliyor musunuz?

Çünkü ben ‘cool’ değilim. Çalıştığım Tasarımcının ‘cool’ , benim ‘uncool’ olmam gerektiğine inanıyorum. Böylece insanlar benimle rahat iletişim kurabildikleri için showrooma korkmadan gelip mood`larına göre istedikleri kadar ürün alabiliyorlar. Başka bir PR showroomda ise istediğiniz kadar ürün almanız mümkün değil. Difashionbranding’te güvene dayalı bir rahatlık söz konusu.

 -- Çalıştığım Tasarımcının ‘cool’ , benim ‘uncool’ olmam gerektiğine inanıyorum.

Difashionbranding’i kurarken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Burayı açarken çok fazla birikimim yoktu. Sadece kiramı ödeyebilecek, dekore edebilecek ve bir asistan ile çalışacak kadar bir bütçe ile yola çıktım. Kendime güvendim, risk aldım! Fakat bir ay kadar kısa bir süre sonra cesaretimin karşılığını almaya başladım. Eğitimden çok daha önemli olan bir şeye inanıyorum ben: Cesaret… Senin karakterin  güçlüyse ve biraz da iyi niyetliysen her şey mümkün. Başarısız da olabilirsin ama yap! Çünkü sen neyi ne kadar planlarsan planla, Şimdi kendi hayatıma bakıyorum da hiç birşey benim kafamdaki gibi gitmemiş ve gitmiyorda... Doğal akışında ilerliyor. Kontrol edebilme şansımız çok yok. Bizim için ilahi bir plan var. Ben en çok bu aralar bu lafa inanıyorum. Herşey bizim iyi olmamız için uğraşıyor. Ama şimdi ama sonra ama kafandaki gibi ama başka bir şekilde...

  ---Kendime güvendim, risk aldım!

  ---Başarısız da olabilirsin ama yap!

 

Ne kadar markaların PR hizmetini üstleniyor olsanız da siz de bir marka haline geldiniz. Sizce marka olmanın püf noktaları nelerdir?

Evet. Sonuçta bugüne kadar ne yaptıysam asla yarım iş bırakmadım. Ve hayatım boyunca insanları şaşırttım. Artık Google diye birşey var orda zaten herşey var. Bir insan biriyle görüşmeden 5 dakika ayırsa Google`dan ona dair herşeyi öğrenebilir. Bu öğrendikleri de ona güven verebiliyorsa insanlar bize geliyor evet. İnsanları bize getiren şu anda DifashionBranding`in yaptıklarından önce Didem Ellialtı`nın yaptıkları. Marka olmanın püf noktaları: Neyi isteyip neyi istemediğini çok iyi bilmek,İstikrarı yakalamak, her zaman farkındalık arayışında olmak... Doğallık, sakinlik ve dürüstlük çok önemli! Bunlar belki çok basit ve temel kelimeler ama öyle. Ben çok doğal bir insanım ve insanlar benimle konuşurken rahatlıyorlar. Sevmediğim insanla da konuşmuyorum. Para için kimseyle çalışmıyorum. Kabalığa dayanamıyorum bana veya ekibimden bir çalışma arkadaşıma kabalık yapıldığını gördüğüm anda özür dileyerek sözleşmemizi fesh ediyorum. Çünkü ben ekibimin gözünün içine bakarken kimsenin onları kırma hakkı yok. Sevgi dolu, dürüst ve girişken olduğunuz sürece başarısız olma ihtimaliniz yok ki.

---Bence marka olmanın püf noktaları: Neyi isteyip, neyi istemediğini çok iyi bilmek. Doğallığı yakalamak, istikrarlı olmak, farkındalık arayışının bitmemesi ve dürüstlük.

Son olarak Difashionbranding’i nasıl ileriye taşıyorsunuz ? 

Sürekli yeni markalar keşfetmeye çalışıyorum. Özellikle start up markaları araştırıyorum. Yurt dışından bir çok markayla görüşme yapıyorum. Çünkü bende çok seyahat ediyorum. Benim hayatı yaşayışım zaten hep yeni bir şeyler aramak ve kendime katmak. Kendi hayatımı böyle yaşarken kurduğum markanın stratejisi de bu. Hiçbir zaman hiçbir şey yetmiyor ve hep farkındalık yaratmalısınız. Bende yeni tarzlar arıyorum. Aksesuarlara çok daha fazla önem veriyorum. Çünkü ilk dikkat çeken aksesuarlardır.

 

Hakan Orbay Araştırma Ödülleri sahiplerini buldu

Hakan Orbay Araştırma Ödülleri sahiplerini buldu

Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi tarafından, 2011 yılında hayatını kaybeten öğretim üyesi Hakan Orbay anısına bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Hakan Orbay Araştırma Ödülü”nün kazananları belli oldu. Kazananlar ödüllerini 8 Aralık 2016, Perşembe günü YBF 1073’te saat 13:00’te düzenlenen törenle aldılar. Ödül töreninin ardından kazananların makaleleri ile ilgili seminerler bölümüne geçildi.


Hakan Orbay Araştırma Ödülü’ne bu yıl Genç Araştırmacı Ödülü kategorisinde; “Earnings Expectations and Employee Safety” başlıklı çalışması ile Jindal School of Management, University of Texas at Dallas’tan Yar. Doç. Dr. Naim Buğra Özel ve Doktora Öğrencisi Ödülü kategorisinde The Determinants of Happiness in Turkey Evidence from City Level Data” başlıklı çalışmasıyla, Koç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ph.D. of Economics’ten Kazım Anıl Eren layık görüldü.

Ödül jürisinde bu yıl; İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Benan Zeki Orbay ile Sabancı Üniversitesi’nden öğretim üyeleri Aziz Şimşir, Eren İnci, İzak Atiyas, Koray Deniz Şimşek, Melsa Ararat, Nakiye Boyacıgiller ve Yiğit Atılgan yer aldı.

Hakan Orbay’ın Kısa Özgeçmişi:

Hakan Orbay, 1979 yılında Ankara Fen Lisesi’den mezun olduktan sonra 1979-1983 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Mühendisliği ve Fizik Bölümlerinde lisans eğitimini tamamlamıştır.  Yüksek lisans derecesini 1986 yılında Calgary Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden almış, ardından Türkiye’ye dönmüş ve 1988-1991 yıllarında bankacılık sektöründe bilgi teknolojileri alanında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Akademiye olan ilgisini çalışma hayatında da kaybetmemiş ve ABD’ye giderek 1991-1995 yılları arasında Stanford Üniversitesi Yüksek İşletme Okulu (Graduate School of Business) İktisat Bölümü’nde doktorasını tamamlamıştır. 1996-1999 yılları arasında Koç Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmış, ardından da kuruluş aşamasında üniversitemize katılarak vefat ettiği 2011 yılına kadar da Yönetim Bilimleri Fakültemizde öğretim üyeliği görevine devam etmiştir.

 

CEF’ten 2016 Yılı Değerlendirmesi ve 2017’ye Bakış Paneli

CEF’ten 2016 Yılı Değerlendirmesi ve 2017’ye Bakış Paneli

Akbank’ın desteğiyle Sabancı Üniversitesi’nin bünyesinde kurulan Finansal Mükemmeliyet Merkezi (Center of Excellence in Finance - CEF)“2016 Yılı Ekonomisini Değerlendirme ve 2017 Yılına Detaylı Bakış” başlıklı panel düzenledi.


Sabancı Üniversitesi'nin, Akbank’ın kurucu sponsorluğunda hayata geçirdiği, "finansta mükemmelliği" hedefleyen “Sabancı Üniversitesi Center of Excellence in Finance” (CEF) 23 Aralık 2016 Cuma günü Sabancı Center’da bir panel gerçekleştirdi.

“2016 Yılı Ekonomisini Değerlendirme ve 2017 Yılına Detaylı Bakış” başlıklı panelin moderatörlüğünü Akbank Baş Ekonomisti Fatma Melek üstlendi. Panelde; Merkez Bankası Baş Ekonomisti Hakan Kara, Yapı Kredi Bankası Baş Ekonomisti Cevdet Akçay ve İş Yatırım Araştırma Direktörü Serhat Gürleyen konuşmacı oldular.

Panelin ilk bölümünde küresel ekonomik görünüm ve Türkiye başlığı ele alındı.  Burada özellikle gelişmiş ülkelerde, risk azaltımının devam etmesi ve bunun da yatırım kararlarında da uzun süreli bir durağan seyre neden olduğu, emtia fiyatlarının da gerilemesi ile büyük ölçüde yatırım malı ve hammadde ticaretine dayalı dünya ticaretinin de bundan ciddi yara aldığı belirtildi.

Dünyadaki ekonomi politikalarındaki belirsizliğin, genişlemeci politikalardaki artışın ABD’deki politika ve uzun vadeli faizleri artırdığı, gelişmekte olan ülkeleri, oynak sermaye hareketleri üzerinden etkilediği, faiz ve kurları etkilediği belirtildi. Risksiz faizlerin yükselme potansiyeli aynı zamanda, gelişmekte olan ülkelerde finansal koşullarda sıkılaştırmayı da getirebilecek.

Türkiye’de özel yatırımların, yatırım ortamının tekrar güçlenmesi için ne gibi adımların atılması gerektiği;  dış ticaret performansında; küresel dinamiklerin yanı sıra yerel/sektörel dinamiklerin ne olabileceği, Türkiye ihracatının ürün portföyünü daha katma değeri yüksek bir yapıya nasıl çekilebileceği; tasarruf büyümesinin nereden gelmesi gerektiği konuları ele alındı.

Finansal piyasa dengesi ve para politikalarının ele alındığı ikinci bölümde Merkez Bankası Baş Ekonomisti Hakan Kara, enflasyon hedeflemesi döneminde yaşanan birçok farklı nitelikteki şoka rağmen enflasyonun tek haneli seviyelerde tutulabildiği, ancak henüz fiyat istikrarına ulaşılamadığını söyledi. Kara, son yıllarda elde edilen tecrübelerin fiyat istikrarının daha düşük maliyetle ve kalıcı olarak sağlanabilmesi açısından ortak çabanın gerekliliğine işaret ettiğini sözlerine ekledi. Hakan Kara “TCMB, önümüzdeki dönemde paydaşlarla yakın iletişim halinde, enflasyonla mücadelede öne çıkan yapısal unsurlara dair farkındalığı artırma ve bu konuda gerekli teknik alt yapıyı destekleme gayreti içinde olacaktır.” diyerek sözlerine son verdi.

2017’ye dair projeksiyonların ele alındığı üçüncü bölümde ise, Türkiye’yi 2017’de nasıl bir büyüme projeksiyonu ve büyüme kompozisyonu beklediği; 2017’de izlenmesi gereken temel  makro ekonomik risk parametrelerinin neler olduğu sorularına yanıt arandı.

İş Yatırım Araştırma Direktörü Serhat Gürleyen, doların küresel olarak değer kazanmasına ve faiz oranlarındaki yükselişe rağmen Türkiye ekonomisinin 2017 yılında iç talep ağırlıklı olarak %3,0 büyümesini beklediklerini ifade etti. Türkiye  büyümesinin ağırlıklı olarak banka kredileri ile finanse edilmeye devam edileceğini belirten Gürleyen, bankacılık sektörünün güçlü sermayesi ve sağlam bilançosu ile Türkiye’yi taşımaya devam edecek güçte olduğunun altını çizdi. Serhat Gürleyen, Cumhurbaşkanı’nın Türk lirasında seferberlik çağrısı sonrasında mevduatlardaki dolarizasyonun gerilemeye başladığına vurgu yapan Gürleyen,  “Ancak finans sektörü dışındaki şirketlerin 210 milyar dolarlık açık döviz pozisyonu, portföy çıkışlarının devam ettiği bir ortamda,  kur üzerinde baskı yaratmaya devam ediyor.” dedi. Serhat Gürleyen “Türk lirasındaki değer kaybı, petrol fiyatlarındaki artış ve %30’luk asgari ücret artışının toplu sözleşme görüşmelerinde yaratacağı baskı nedeniyle enflasyonun 2017 yılında 150 baz puan artarak %9,0’a yükselmesini bekliyoruz.” diye ekledi.

Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 7. kez sahiplerini buldu

Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü 7. kez sahiplerini buldu

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi ile Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi tarafından yedi yıldır verilen “Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü”, 24 Aralık 2016, Cumartesi günü Minerva Palas’ta öğrenci konferansının ardından gerçekleşen törenle sahiplerini buldu.

Bu yıl, "Seçimlerde Cinsiyet Ayrımı: Aday Gösterme Süreçleri ve Temsiliyet" başlıklı makaleleriyle Sabancı Üniversitesi’nden Gülnur Kocapınar ve Duke Üniversitesi’nden Kerem Yıldırım birinciliğe; "Doğal Güzellik': Kürt Kadınlarının Görünürlük Siyasetleri ve Güçlenme Dinamikleri" başlıklı makalesi ile University of California, San Diego’dan Esin Düzel ikinciliğe ve "Bir Güvenlikli Site Hikâyesi: Gündelik Hayatın Dönüşümüne Otoetnografik Yaklaşım" başlıklı makalesiyle Hacettepe Üniversitesi’nden Leyla Bektaş üçüncülüğe layık görüldü.

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi Direktörü Ayşe Gül Altınay “Dicle’nin anısını ilham verici araştırmalarla yaşatıyoruz” dedi. Açılış konuşmasını Dicle Koğacoğlu’nun yakın arkadaşlarından Ayşecan Terzioğlu gerçekleştirdi. Ayşecan Terzioğlu, Dicle Koğacıoğlu’nun kendi için önce arkadaş, sonra dost ve en sonunda meslektaşa dönüşme hikayesini anlattı. Ayşecan Terzioğlu “Boğaziçi Üniversitesi anılarım siyah-beyaz ama Dicle ile ilgili anılarım onun gibi canlı ve renkli” dedi. Terzioğlu, Dicle Koğacıoğlu’nun şevkinin, heyecanının ve isteğinin bulaşıcı olduğunu farkettiğini sözlerine ekledi. “Dicle’den düşüncelerimi kalabalıkta söylemeyi, nereden çıktığını bilmediğim kuralları sorgulamayı öğrendim. Yaşamın tüm gelgitlerine rağmen ben yüzebilirdim çünkü Dicle gibi bir dostum vardı” dedi. Dicle Koğacıoğlu’nun çalışmalarında birliktelik çağrısında bulunduğuna değinen Terzioğlu “Dayanışmaya bugünlerde çok ihtiyacımız var. Ben Dicle’nin bunu önceden bildiğine inanıyorum” diyerek sözlerine son verdi.

“Kürt Kadınlarının Görünürlük Siyasetleri ve Güçlenme Dinamikleri" 

Öğrenci konferansının ilk paneli tartışmacılığını The Aga Khan Üniversitesi’nden Sevgi Adak’ın üstlendiği oturumla başladı. Oturumun ilk konuşmacısı University of California, San Diego’dan Esin Düzel "Doğal Güzellik': Kürt Kadınlarının Görünürlük Siyasetleri ve Güçlenme Dinamikleri" başlıklı bir konuşma yaptı. Esin Düzel kadınların görünürlük biçimlerinin özne olma ve güçlenme çerçevesinde ele aldığını söyledi. Batı dışındaki milliyetçi hareketlerin kadınlar üzerinde şekillendiğine vurgu yapan Düzel, bu bağlamda, birçok politik hareketten farklı olarak Kürt politik hareketinde estetik kavramının göze çarptığına dikkat çekti. Güzelliğin mücadeleci ve bilinçlenen kadının görüntüsü olarak nitelendirildiğini, aslında çok zor dengelerden oluşan bir kadın ile karşı karşıya olunduğunu sözlerine ekledi.

"Seçimlerde Cinsiyet Ayrımı”

Panelin ikinci konuşmacısı Sabancı Üniversitesi’nden Gülnur Kocapınar, "Seçimlerde Cinsiyet Ayrımı: Aday Gösterme Süreçleri ve Temsiliyet" konusunu ele aldı. Türkiye’deki aday gösterme sürecinin dışlayıcı olduğuna dikkat çeken Gülnur Kocapınar sosyo-ekonomik durumun, tecrübelerin ve daha önceden aday olmasının aday seçimini etkileyen faktörler olduğunu belirtti. Kocapınar seçim kazanmada; cinsiyet, eğitim, mesleki statü vb. konuların etkilerini incelediklerini ve en çok eğitimin etkili olduğunu belirtti. Kadınların aday gösterilmesinde partilerin negatif bir bakış açısı olduğuna dikkat çeken Kocapınar, eğitim seviyesi arttıkça aday gösterilme oranının arttığını, cinsiyetin bu noktada çok etkili olmadığını ifade etti.

“Bir Rituel Olarak Kız Kaçırma

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Fethiye BeşirDoğu Karadeniz'de "Çekme" Anlatıları: Bir Rituel Olarak Kız Kaçırma” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Kız kaçırmada bir pasifize edilme durumunun söz konusu olduğunu dikkat çeken Fethiye Beşir, kız kaçırmanın bir ritüel, halkın gözünde kabul edilmiş seremoni olarak tanımladı. “Çekme”nin gündüz vakti sosyal alanlarda gerçekleştiğinin de altını çizdi. Sonrasında kız babasının jandarma ile birlikte erkek evine gittiğini ancak, erkek babasının güvencesiyle cinsel ilişkinin gerçekleşmesiyle kızın geri alınamadığını söyledi. Bunun sonucunda kız babalarının artık jandarmaya başvurmadıklarını, böylelikle bir konsensus oluştuğunu dile getirdi. “Çekme”de kaçırılan kadınların 12-17 yaş aralığında olamasının çocuk gelin kavramını gündeme getirdiğini, zorla cinsel ilişkinin tecavüz kavramını gündeme getirdiğini de sözlerine ekledi.

Bir Güvenlikli Site Hikâyesi”

İkinci panelin tartışmacılığını Boğaziçi Üniversitesi’nden Umut Türem üstlendi. Bu panelin ilk konuşmacısı Hacettepe Üniversitesi’nden Leyla Bektaş "Bir Güvenlikli Site Hikâyesi: Gündelik Hayatın Dönüşümüne Otoetnografik Yaklaşım" başlıklı bir sunuş yaptı. Güvenlikli sitelerde yaşamanın kadının hayatını nasıl etkilediğini, otoetnografinin bunun neresinde olduğunu kendi deneyimleri ile aktardı. Bektaş, otomobillerin hegemonyası altındaki yollarda yayanın fazlalık olarak görüldüğünü ve toplumsal cinsiyet çerçevesinden okunduğunda hareket etme halinin kısıtlandığını ifade etti. Güvenlikli sitedeki yalnızlaştırıcılığın çok güçlü olduğunu söyleyen Bektaş, sitenin içinde bulunduğu bölgenin tamamen güvenlikli sitelerden oluşması nedeniyle sadece yaşanan site içinde sosyalleşilmeye çalışıldığının altını çizdi. Sınıfsallık yalıtılmışlığını kırmanın yolunun olmadığını gözlemlediğini dile getirdi.

"İdeal Mekânın Kurulması Yolunda Mevcut Duvarların Yıkımı

Sabancı Üniversitesi’nden Hatice Haskul "İdeal Mekânın Kurulması Yolunda Mevcut Duvarların Yıkımı: Refet’in Ev Hayali, Handan’ın Tabut Gerçeği" başlıklı konuyu ele aldı. Haskul, ana kahramanları kadınlar olan, Fatma Aliye’nin Refet adlı eseri ve Halide Edib’in Handan adlı eseri üzerinden irdeleme yaptı. Kadın yazarların daha çok dış mekana odaklandıklarını gördüğünü söyleyen Haskul, her iki romanda da mekan anlatımlarının zayıf olması ve bir mekana ait olamama hissinin ortaya çıktığını belirtti. Kadın kahramanların dışarı ile etkileşime geçtiklerinde dönüşüm geçirdiklerinin altını çizdi. Haskul, kadının daha az sınırlandığı mekanların arayışı, bu mekanların dayattığı toplumsal cinsiyet rollerini kabullenmektense ölme arzularının karşımıza çıktığını söyledi. Bu arayışın toplumsal hayatın değişiminin de bir göstergesi olduğunu sözlerine ekledi.

“Aslı Erdoğan Edebiyatı”

İstanbul Üniversitesi’nden Göksenin AbdalAslı Erdoğan’a Ait Kırmızı Pelerinli Kent Kitabının İngilizce Çevirisinin Çeviri Kuramında Toplumsal Cinsiyet ve Yeniden Yazma Kavramları Ekseninde Bir Değerlendirmesi: Coğrafyayı Anlamak, Kültürü Yorumlamak, Mesafeleri Aşmak” başlıklı birer konuşma yaptı. Göksenin Abdal, Aslı Erdoğan’ın erkeklerin kanonlaştırdığı edebiyatın dışında bir edebiyat kurduğunu söyledi. Göksenin Abdal, kahramanlarının hem kendi toplumlarına karşı hem de çeşitli nedenlerle bulundukları yabancı ülkelere karşı bir aidiyet duygusu geliştiremediklerini sözlerine ekledi. Romanlardaki tek gerçekliğin, kadın olma halinin toplumsal düzlemde yarattığı gelgitlerin içi dünyaya sığınarak yahut bulunulan yerden tamamen uzaklaşarak dengelenmeye çalışılması olduğunu söyledi. Göksenin Abdal konuşmasında çevirinin kültürlererası aktarımdaki rolüne de değindi. Kırmızı Pelerinli Kent kitabının çeşitli ülkelerdeki kapak tasarımları üzerinden kültürlerarası aktarıma örnekler verdi.

 

Bilim Kantini ile tanışma

Bilim Kantini ile tanışma

Haber: Bengüsu Özcan / Sabancı Üniversitesi öğrencisi

Doğa bilimlerini herkesle buluşturmak amacıyla kurulan topluluk Bilim Kantini, kampüste düzenledikleri bir etkinlik ile öğrencilerimizle buluştu.


Amaçları bilimin günlük hayatta kullandığı çözümleri ve popüler tartışma alanlarını çeşitli atölye çalışmaları, seminerler ve etkinlikler ile her kesimden insanın ilgisini çekecek platformlar haline getirmek olan topluluk Bilim Kantini, 20 Aralık Salı akşam 19.40’ta kampüsümüzde gerçekleşen etkinlik ile meraklı öğrencilerle buluştu.

Toplulukta görev alan öğrenciler, Bilim Kantini’nin Youtube kanalını ve Facebook paylaşımlarını göstererek bu topluluğun Türkiye’deki popüler bilim meraklılarına kaynak oluşturan yönünden bahsetti. Öte yandan geçen senelerde gerçekleşen atölye ve seminerlerden örnekler vererek öğrencilerin merak ettikleri konuları bu alanda uzman hocalar ile çalışarak tüm kampüse açık düzenleyebilecekleri etkinlikler haline getirmeleri için onlara fikirler verdiler.

Natural Sciences derslerimize konuk eğitimci olarak katılan Harvard Üniversitesi Biyoloji Profesörü Andrew Berry de etkinliğe katıldı. Berry, “Bilim adamları olarak insanlara bilimsel teorilerin karmaşık, mucizevi, anlaşılmaz değil kolay ve doğanın bir parçası olduğunu açıklamak bizim görevimiz. Öte yandan bu gibi topluluklar sayesinde birbiriyle tamamen farklı kutuplarda kalan bilim alanları da buluşabilir, birbirleriyle ilgi alanlarını paylaşabilir. Bu çok önemli çünkü bilim en güzel bu şekilde ürünler verebilir.” diyerek etkinliğe ilgi gösteren öğrencilerin katılımına çok sevindiğini de belirtti.

Siz de farklı bilim dallarında kafanıza takılan soruların peşine düşmek, daha fazla insana bu alanı sevdirmek isterseniz Bilim Kantini’ne uğramayı unutmayın!

http://kantin.sabanciuniv.edu/

Ayrıntılı bilgi için: iremefe@sabanciuniv.edu veya ipekefe@sabanciuniv.edu ile iletişime geçebilirsiniz.

Kars'a spontan bir gezi ve akıllarda kalanlar

Kars'a spontan bir gezi ve akıllarda kalanlar

Öğrencimiz Mert Deniz Aykaş; 3 arkadaşı ile birlikte spontan bir şekilde gerçekleştirdikleri Kars seyahatlerini, ilköğretim öğrencileri için nasıl güzel bir projeye dönüştürdüklerini bir anı yazısı ile bizlerle paylaşıyor:


Herkese merhaba,

Her biri birbirinden farklı dört dost ve birbirini tamamlayan Sabancı Üniversiteli olarak bir Kars macerası gerçekleştirmeye karar verdik. Aslında biraz da tesadüfen ortaya çıktı denilebilir bu keyifli ziyaret. Bir gün, sanıyorum Eylül’ün ortalarıydı. Deha beni arıyor ve “TC Kimlik Numaranı söyle, Kemal ekranda bekliyor.” diyor, nedenini soruyorum; “Kars’a gidiyoruz, bilet alacağız.” diyor. “Ben şok!”, Alperen de şokta tabi... Her neyse, biletler alınıyor ve bizim gidişimiz o anda kesinleşmiş oluyor.

Önce turistik bir gezi yaparız her emekli insan gibi diyoruz, ne de olsa görmediğimiz bir yer... Biz de fotoğraf makinemizle gezer eğlenir, yer içer sonra da döneriz diye düşünüyoruz. Ama yetmiyor, bizi kesmiyor. Biz Sabancılıyız, bir amacımız olmalı... Ne yaparız ne ederiz diye biraz düşünüyoruz. Tabii var fikirlerimiz, ama sonra yönümüzü “Nasıl faydalı oluruz?”a çeviriyoruz. Her zaman gidilemeyecek bu güzel coğrafya için daha anlamlı yanıtlar arıyoruz. Ve sonrasında, tecrübeli olduğumuz bir alan olan okullarda çocuklarla yapabileceğimiz bir proje gerçekleştirmeye karar veriyoruz. Genç arkadaşlarımızla tanışmak dördümüzü de çok heyecanlandırıyor, hele ki onların da bizi heyecenla haftalardır beklediğini duymak bizi tarifsiz derecede sevindiriyor. E tabi elimiz boş gitmek olmaz! Neticede, onlar bize okullarını açıyorlar, bir gün boyunca misafir ediyorlar. Çeşitli kişilerle ve bazı derneklerle irtibata geçerek desteklerini rica ettiğimizi söylüyoruz ve geri dönüş leri bir muhteşem oluyor! Kars’ın tek sınıflı bir köy okulu olan Külveren İlkokulu’ndaki tüm arkadaşlarımıza bot-kaban, uçurtma, okuma kitapları ve İstanbul’daki tanımadıkları arkadaşlarından mektuplar götürüyoruz.

Bazılarına kabanlar ve botlar biraz büyük geliyor; sınıfta sobanın cayır cayır yanmasına rağmen hiçbiri ne kabanını ne de botunu çıkarıyor, gözleri parlıyor. İçinde yaşadığımız bu hızlı metropol yaşam biçiminde, sahip olduğumuz onlarca şeye rağmen mutsuz ve şikayetçi oluşumuz geliyor aklımıza... Sonra çocuklara bakıyoruz bir bir; göremediğimiz anlayışı, sıcaklığı, samimiyet ve saf sevinci genç arkadaşlarımızın gülümsemelerinde hissediyoruz. İşte bu gerçekten tarifsiz bir mutluluk oluyor bizler için...  

Mert Deniz Aykas

"Halide Edib ve Siyasal Şiddet" Paneli Gerçekleşti

"Halide Edib ve Siyasal Şiddet" Paneli Gerçekleşti

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi, Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Hülya Adak’ın "Halide Edib ve Siyasal Şiddet - Ermeni Kırımı, Diktatörlük ve Şiddetsizlik" adlı kitabını odağa alan, “Halide Edib ve Siyasal Şiddet” başlıklı bir panel düzenledi. Panel 17 Aralık 2016, Cumartesi günü Minerva Palas’ta gerçekleşti.


Panelde; “Halide Edib'i nasıl bilirsiniz?”, “Yazar, romancı, aydın, siyasetçi, modernleşmeci, liberal, eleştirel mi?”, “Ya da tüm bunların ötesinde tartışmalı bir portre mi?”, “Yazdığı dönemlere, türlere ve dillere göre değişen düşünce ve tartışmalarını Halide Edib'in eserleri üzerinden nasıl okuruz?” sorularına ezber bozucu bir çerçeveden yanıt arandı.

Panelin moderatörlüğünü Deniz Tarba Ceylan yürüttü. Erol Köroğlu, Çimen Günay Erkol, Murat Cankara, Laurent Mignon, Hazal Halavut ve Fahri Aral panelde konuşmacı oldular.

Kitabın ilk bölümüne beş adımlık analiz

Hazal Halavut konuşmasında kitabın “Büyük Felâket (Metz Yeğern)” başlıklı ilk bölümünü inceledi. Hazal Halavut bu bölümü beş adımda ele aldı. İlk adımda Halide Edib’in 1909 Adana Soykırımı sonrasında Tanin Gazetesi’ne yazdığı af mektubunu ele aldı. İkinci adım olarak 1916 yılında Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmayı ekledi. Bu konuşmanın tam metninin olmamasına rağmen yazdığı otobiyografide İttihad ve Terakki içinden çok tepki aldığını belirttiğini dile getirdi. Halide Edib bu konuşmasında Ermeni soykırımı üzerinde ekonomik sebeplerin etkisi olduğunu belirtmişti.

Halavut, üçüncü adımın 1916 öncesi yılları ve 1916-1917 yıllarında kurulan Osmanlı okullarında görev almasını içerdiğini belirtti. Bu dönemde Halide Edib’in Ayn Tura’da Ermeni çocuklarının Müslümanlaştırılması çalışmalarında yer aldığının söylendiğini de ifade etti. Halavut, Halide Edib’in otobiyografisinde bu konudan dolayı Cemal Paşa’yı eleştirdiğini ancak Cemal Paşa’nın da gerekçesini sunduğunu sözlerine ekledi.

Dördüncü adımda Halide Edib’in 1917 yılında Suriye’deyken yazdığı bir mektup ele alındı. Halide Edib, Suriye’de soykırım tablosunu kendi gözleriyle görmüş ve bu mektupta bunu sunmuştur. Hazal Halavut burada da Halide Edib’in muhalif bir tavrı olduğunu ifade etti.

Hazal Halavut beşinci adımda 1918 yılında savaşın kaybedilmesiyle yazdığı yazıyı ele aldı. Burada Halide Edib’in dönüşümünün görüldüğünü belirtti. Halide Edib bu metinde de bir imha olduğunu belirtirken, Türk halkının masumiyetini kanıtlamaya çalışmıştı.

Halide Edib’in ilk akla gelen eserlerinden “Ateşten Gömlek”in Kurtuluş Savaşı’nın kurucu mitlerinin metni olduğunu söyleyen Halavut, romanın büyük bir propaganda ile başladığını söyledi. Metnin, Türk kimliğinin kuruluşunun Ermeni Soykırımı’nın inkarıyla nasıl içiçe geçtiğini anlattığını belirtti. Osmanlı’nın parçalanması ve Ermeni Soykırımı’nın nasıl içiçe geçtiğinin görüldüğünü söyleyen Halavut, Anadolu’da işlenen suç ve Osmanlı topraklarının paylaşımının tek bir mesele olarak görüldüğünün altını çizdi. Halide Edib’in bu nedenle milliyetçi bir dönüşüm yaşadığını sözlerine ekledi.

Bir dilde söyleyemediklerini başka bir dilde aktardı

Laurent Mignon’un mesajını Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi Direktörü Ayşe Gül Altınay okudu. Mignon konuşmasında kitabın “Şiddetsizlik: Hindistan ve Ötesi” başlıklı ikinci bölümünü ele aldı. Mignon Halide Edib’in Hindistan üzerine yazdığı yazılardan Gandhici bakış açısının algılandığını söyledi. Mignon, Hülya Adak’ın kitapta Halide Edib’in siyasi şiddetsizlik, vicdani red gibi konuları ele alışını irdelediğini ifade etti. Halide Edib’in bir dilde söyleyemediklerini başka bir dilde aktardığını belirten Mignon, yeni laik cumhuriyette dinin kritik bir konu olduğunu bildiğini ve Türkçe metinlerde bu konuya girmediğini söyledi. Halide Edib’in İngilizce metinlerinde gençlik yıllarında Budizmle ruhsal bir bağlantı kurduğuna da sözlerine ekledi.

Tiyatro bağlamında Halide Edib okuması

Murat Cankara panelde kitabın “Absürt Diktatörlükler” ve “1950’ler Absürt Tiyatro” başlıklı üçüncü ve dördüncü bölümünü irdeledi. Murat Cankara, Halide Edib’in tiyatro bağlamındaki okumasını üç kavram üzerinden yaptı. Bu kavramları Osmanlı’nın Ermenilere uyguladığı siyasal şiddet; Hindistan’daki şiddetsizlik ve diktatörlük ve otoriterlik olarak nitelendirdi.

Halide Edib ve Toplumsal Cinsiyet

Çimen Günay Erkol da kitabın “Halide Edib’in Eserlerinde Toplumsal Cinsiyet ve Feminist Politika” başlıklı son bölümü ele aldı. Çimen Günay Erkol konuşmasında bir insanın nasıl hem Turancı hem de Gandhici olabileceği sorusuyla başladı. Kitabın Halide Edib’i tarihsel boyutta incelemesi açısından çok değerli gördüğünü de sözlerine ekledi. Halide Edib’in dönemindeki kadın yazarlarla değerlendirilmesinin önemine vurgu yaptı. Halide Edib’in milliyetçi çevrelerde çok önemli bir figür olduğunun altını çizen Çimen Günay Erkol, bazılarına göre Kemalizmin yeniden üretilmesinde etkili olduğunu dile getirdi. Aynı zamanda bazılarına göre de yurtdışında yaşayacak kadar Kemalizm’le ters düştüğünü sözlerine ekledi.

Kitabın Sunuş bölümünü yazan Erol Köroğlu, kitabın Halide Edib’i ilk akla gelen metinlerin ötesindeki metinlerle ele aldığını ifade etti.

İkinci bölümde yapılan söyleşide ise, Bilgi Yayınları Editörü Fahri Aral ve Hülya Adak’ın katılımıyla, dinleyicilerden gelen sorular ve yorumlarla tartışma devam etti. Kitabın editörü Fahri Aral sözlerine Halide Edib ile ilk karşılaşmasını anlatarak başladı. Kitap kendisine geldiğinde çok heyecanlandığını belirten Fahri Aral, okudukça kafasında farklı bir Halide Edib oluştuğunu söyledi. Fahri Aral Hülya Adak’ın çok önemli bir adım attığını söyledi.

Davet: Hasan Sait Ölmez'den "Büyük Veri ile Yeni Dünya"

Davet: Hasan Sait Ölmez'den "Büyük Veri ile Yeni Dünya"

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyemiz, Veri Analitiği Yüksek Lisans Programı Direktörü Hasan Sait Ölmez'in sunumuyla ''Büyük Veri ile Yeni Dünya’’ konferansı, 22 Aralık 2016 Perşembe günü 13:30 - 14:30 saatleri arasında sinema salonunda gerçekleşecek.

Türkçe olarak gerçekleşecek konferansta Sabancı Üniversiteliler olarak, konusunun uzmanından son dönemin önemli olgularından "Büyük Veri / Big Data"yı dinleyecek, gündelik yaşantımızı bir de bu açıdan ele alma fırsatı bulacağız.

İlham verici konuşmaya tüm Sabancı Üniversitesi mensupları davetlidir.

Abone ol